Sibel BAY'ın 29 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Unesco Kitle İletişim Bildirgeleri Neden Uygulanamıyor?
Küreselleşmenin hız kazandığı 21. yüzyıl ile medya hem tüm dünyada etkisini göstermekte hem de gelişen teknoloji ile hız faktörü ön plana çıkarak farklı boyutlar kazanmıştır. Küreselleşme yalnızca ekonomi ve siyaseti değil, kültürü ve iletişimi de büyük oranda etkilemiştir. Küreselleşme sürecinde yeni iletişim teknolojileri ortaya çıkmış ve bu da kültürel, ekonomik ve siyasi alanlar olmak üzere tüm toplumsal yaşamı şekillendirmiştir.
Küreselleşme, toplumsal ilişkilerin ve değerler bütünün yaygınlaşmasında, karşılıklı bağımlılıkların meydana gelmesinde ve küresel anlamda yayılım göstermesini sağlayan önemli bir etkendir. Bu dönemde bilginin üretimi, dağıtımı ve paylaşımı konusu da önemli bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun sağlayıcısı da teknolojik araçlarla kendini sürekli geliştiren medyadır.
UNESCO’nun önerilerine göre medya modernleştirici bir araçtır. Bu açıdan da hem kalkınmayı sağlayıcı bir politika izlemeli hem de sürdürülebilmelidir. Küreselleşen bir dünyada medyadaki gelişme, demokrasi, yönetim, özgürlük gibi önemli unsurların bir ögesi olmakla birlikte sağlık, yolsuzlukla mücadele ve ekonomik gelişme faaliyetlerini sağlayan bir görevi bulunmaktadır. Buradan da anlaşıldığı üzere bağımsız ve çoğulcu bir medya vurgulanmaktadır.
UNESCO, yayınladığı bildirgelerle medya vasıtasıyla güçlenebilme ve kalkınmanın sağlanması amacını vurgulamaktadır. Bildirgelere bakıldığında çoğulcu ve bağımsız bir medya anlayışının tüm dünyaya küresel etkende yaratılması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda da çeşitli ülkelerde toplantılar gerçekleştirilerek bu bildirgeler sunulmuştur. Çoğulcu bir medya anlayışı kitlelerin enformasyona ulaşımı açısından herhangi bir ayrıma uğramaksızın faydalanmasını sağlayan önemli bir unsurdur.
29 Nisan- 3 Mayıs 1991’de Windhoek’de (Namibya) sunulan Windhoek Bildirgesi’nin ana fikri, çoğulcu ve bağımsız bir Afrika basını oluşturulmasıdır. Bu bildirgede İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 19. maddesi üzerinde durularak bağımsız, özgür ve çoğulcu bir medyanın oluşturulması, sürdürülüp geliştirilmesi demokrasinin gelişimine, ekonomik kalkınmanın meydana gelmesinde temel bir zorunluluk olarak görülmektedir.
5-9 Ekim 1992’de ise Kazakistan’da gerçekleştirilen Alma Ata Bildirgesi ile Asya’da bağımsız ve çoğulcu bir basın anlayışının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Eğitim, serbest enformasyon akışı, gazetecilerin güvenliği, mevzuat, kamu hizmeti yayıncılığı, ekonomi gibi konular bildirgede öneri oluşturulan başlıklar olmuştur.
1995’deki Santiago Bildirgesi’nde Latin Amerika ve Karayipler’de medyanın gelişimi, çoğulculuk ilkesi, bunun yanında kadına karşı her türlü ayrımcılıkların ortadan kaldırılması vurgu yapılarak çoğulculuğa, dinsel, cinsel ve kültürel çeşitliliğe saygı gibi konular önem kazanmaktadır, bunun da tüm medya tarafından ifade edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
İnternetin yaygınlaşmaya başladığı 1999 yılında yayınlanan bildirgede ise çocukların enformasyona ulaşımlarındaki dengesizliklerin sona erdirilmesi ve güvenli internet kullanımı konuları önem kazanmıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde gelişmiş ülkelerdeki çocukların internet erişiminin gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkelere göre çok daha fazla olduğu göze çarpmaktadır. Günümüzde de enformasyona erişim konusundaki eşitsizliğin hala devam ettiği görülmektedir.
UNESCO, göç konusunu da değerlendirdiği Rabat Bildirgesi’ni 2006’da sunmuştur. Göçün sadece denetimle yönetilemeyeceği, Afrika’da kalkınmanın da sağlanması gerektiği savunulmuştur. Mülteci haklarının korunması ve geliştirilmesinde de vurgu yapılmıştır.
6-8 Eylül 2000’de New York’ta BM Genel Merkezi’ndeki toplantıda uluslararası ilişkilerde esas alınması gereken konular belirtilmiştir. Özgürlük, eşitlik, dayanışma, hoşgörü, saygı ve sorumluluk konuları dile getirilmiştir. Bunların faaliyete geçirilmesi için barış, güvenlik, kalkınma, yoksulluğun kaldırılması, demokrasi, insan hakları gibi hedefler belirtilmiştir.
UNESCO, 15 Ekim 2003’te Sayısal Mirasın Korunması Şartı adlı bir bildirge çıkarmıştır. Bu bildirge sayısal olarak üretilmiş içeriklerin korunmasına ilişkin bir amaç gütmektedir. Bilgiye olan erişimin herkes tarafından kullanılması ve belleğin devamlılığı ve bu mirasın korunması hedeflenmesi yönüyle önem kazanmaktadır. Sayısal miras, sonraki kuşakların bellek taşıyıcısı olarak son derece önemlidir.
UNESCO bildirgeleri genel olarak sürdürülebilir bir kalkınma, bununla beraber gelen yaşam kalitesinin artırılmasını amaçlamaktadır. Toplumların enformasyonu üretme ve eşit bir biçimde kullanabilmelerini sağlamayı böylelikle de kalkınan bir toplum yaratmayı hedeflemektedir. 2005’te yayınlanan Stellenbosch Bildirgesi de bu amacı taşıyan bildirgelerdendir. Eğitimde her için eşit bir eğitim fırsatının sunulabileceği bir eğitim anlayışı hedeflenmiş, çoğulculuk her anlamda vurgulanmıştır. Bildirgede, iletişim teknolojilerinin ve medyanın etkin bir şekilde kullanılarak eğitimde büyük oranda fırsatlar yaratabileceği belirtilmektedir.
UNESCO, bilgiye erişim ve kullanımın eşit olması ve sürdürülebilirliğinin üzerinde önemle durmakta ve bu açıdan da sayısal mirasın korunmasının zorunluluğundan bahsetmektedir. Sürekli olarak erişilebilecek bir enformasyon küreselleşen dünyada kalkınmanın sağlanması açısından da önem kazanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve bilgi toplumunun yaratılmasını amaçlayan UNESCO, çeşitli konularda çalışmalar yapmaktadır. Enformasyona adaletli bir ulaşımın sağlanabilmesi amacıyla 25 Kasım 2019’da Açık Eğitim Kaynakları Hakkında Tavsiye Kararı sunulmuştur.
Bu bildirgeler incelendiğinde küresel anlamda etkin olarak uygulanamayışında birçok neden bulunmaktadır. Bunlardan birincisi yönetim rejimleridir. Her devletin benimsediği bir sistem bulunmaktadır. Devletin işleyiş düzeni de bu doğrultuda ilerlemektedir. Yani her türlü kavram ve toplum için önemli her türlü unsur, benimsenen yönetim sistemine uygun olarak bir ilerleyiş göstermektedir. Sistemin ilerleyişine zarar verecek her türlü durum tehdit olarak görülmektedir. Özgürlüğün ele alınışı ve uygulanışı da var olan sisteme göre değişim göstermektedir.
Totaliter sistemlerde, medya, eğitim, özgürlük, hukuk, yönetim, yasama, yürütme ve yargı tek bir kişinin elinde toplanmaktadır. Eğitim ise var olan sistemlerin devamlılığının sağlanması amacıyla kullanılmaktadır. Verilen eğitim doğrultusunda da sisteme karşı olan hiçbir şeye izin verilmeyecek; sistemin devamlılığını sağlayacak bireyler yetiştirilmektedir.
Otoriter rejimlerde ise özgürlüğün totaliter rejimlere göre biraz daha gelişim gösterdiği, genişlediği görülmektedir. Özgürlüklerin varlığından söz edilebilir fakat bu özgürlükler iktidarın belirlediği düzeyde varlığını sürdürmektedir. Eğitim, mevcut sistemin sürdürülebilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Geleneksel kültürlerin ve yapının varlığından söz edilmektedir ve bunların devamlılığının sağlanması iktidarın sürekliliği için arz edilmektedir.
Demokrasimsi rejimlerde, özgürlük alanının artışından söz edilebilir. Yasama, yürütme, yargı, eğitim, medya, özgürlük bakımından değerlendirildiğinde insanın kendilerini ifade edebilecekleri daha rahat bir ortamın varlığından söz edilebilmekte ancak yeri geldiğinde özgürlüklerin sınırlanabileceği durumlar da bulunmaktadır.
Demokrasilerde ise medya, yasama, yürütme, yargı, eğitim, hukuk, özgürlük gibi gerekli bütün unsurların toplumun istekleri doğrultusunda karşılayacak biçimde gelişim gösterdiği görülmektedir. Özgürlükler açısından oldukça rahat bir oluşum olduğundan söz edilebilir ancak var olan yapıların tümünün sınırlayıcı bir özelliği bulunmaktadır. Çünkü devlet bir yapıdır ve yapıların hepsi yeri ve zamanına göre bir sınır koymaktadır.
Kısacası, her devlet, kendi yönetim rejiminin sürekliliğinin sağlamak amacıyla eğitimi kullanmaktadır. Her devletin benimsediği bir eğitim sistemi vardır ve bu eğitim sistemi ile kendi politika ve yönetim sistemine uygun bireyler yetiştirmeyi hedeflemektedir. Devletlerin özgürlüklerindeki farklılıklar ise kalkınma ve gelişim açısından önem taşımaktadır. Çünkü özgürlükler ekseninde bilim, teknoloji ve sanat da gelişim göstermektedir.
Medya, özellikle de kitle iletişim araçları toplumlar için önemli bir eğitim aracı olarak fayda sağlamaktadır. Bununla beraber kitle iletişim araçlarının kitleleri yönlendirebilme etkisi de yadsınamaz bir gerçektir. Medyanın iktidarın elinde bulunması da yine yönetimsel rejimin devamlılığının sürdürülmesinde etkin bir rol oynamaktadır.
Günümüzde Facebook, Whatsapp, İnstagram, X gibi uygulamalar dünyada tek bir kurumun elinde bulundurulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında tekelleşmenin bütün dünyayı etkisi altına aldığı görülmektedir. Burada sadece basının tekelleşmesinden değil, bütün sektörleri içine alan bir yapıdan söz edilmektedir. Yani çapraz bir tekelleşmenin varlığı ortaya çıkmaktadır. Bu ayrıcalıklı yapının oluşması için de bir elde bir gücün bulunması ve bu gücü kullanarak iktidarla bir uylaşımın sağlaması gerekmektedir. Yani günümüzde son derece önemli bir güç olan medyayı elinde bulunduran kişiler onu iktidarın politikaları ve çıkarları doğrultusunda kullanılacak bir araç haline getirilmesine izin vererek kendi çıkarlarını sağlayacak, ülke içerisinde yer aldığı bütün yatırımlarının önünün açılmasını sağlamayı hedeflemektedir. UNESCO bildirgelerinin uygulanması yapılar çerçevesinde iktidarların sürdürülebilmesi için gerekli olan araçların elinden alınmasına yol açabilmektedir.
Uluslararası tekellere bakıldığında ise hiçbir yapı kendi pazarının, kendi alanının daralmasını istemez. Facebook’un birleştirilmesindeki amaç da budur. Rakiplerin ortadan kaldırılmasını amaçlamaktır. Diğer ortaya çıkacak yapıların engellenmesi veya büyümenin ortadan kaldırılması hedeflenir. Burada medyanın arkasındaki ekonomik politikten bahsedilmektedir. Örneğin, son zamanlarda gündemde olan Mark Zuckerberg ile Elon Musk arasındaki tartışmaların ana nedeni de tamamen pazar alanlarının daralmasına yönelik bir mücadele nedeniyle meydana gelmiştir. Ekonomik gücün sürekliliğinin sağlanması amacıyla gerekli olan araçları elinde bulunduran uluslararası şirketler karşılarına çıkacak her türlü tehdit unsuruna karşı gerekli önlemleri almaktadırlar. UNESCO bildirgelerinin uygulanması sistemin işleyişine zarar vereceği gerekçesiyle sakıncalı görülmektedir.
Ekonomik açıdan bir değerlendirme yapıldığında en büyük sorunlardan birinin de iletişim teknolojilerine erişim konusundaki eşitsizlik olduğu görülmektedir. Her devlet kendi ekonomisi bağlamında etkinlik göstermektedir. Küreselleşmenin büyük anlamda etkisini gösterdiği yeni dünya düzeninde dahi kitle iletişim ve internete ulaşım hususundaki dengesizlik, yine ekonomiye bağlı olarak yetersiz teknoloji de dikkat çeken önemli bir unsurdur. Bildirgelerin etkinlik gösterebilmesinde ekonomik anlamdaki bu dengesizlikler rol oynamaktadır. Örneğin gelişmemiş ülkelerdeki toplumlar su, sağlık ve eğitim gibi zaruri ihtiyaçlarını dahi karşılamakta güçlük çekmektedirler. Gelişemeyen ya da ulaşılamayan teknoloji iletişimi de olumsuz etkiler. Örneğin, düşük gelirli ülkelerde her 20 evden ancak 1 tanesinde internet bağlantısı bulunurken, yüksek gelirli ülkelerde 10 kişiden 9’unun evinde internet bağlantısının bulunduğu saptanmıştır.
Bu durumun en yeni ve somutlaştırılmış örneğini Covid- 19 virüsü ile birlikte değişen dünya düzeninde görmekteyiz. Karantina süreci ile beraber kapanmaların meydana geldiği dönemde yüz yüze eğitime ara verilerek çevrimiçi düzeyde eğitime geçilmiştir. Bu süreçte öğrencilerin internet ve kitle iletişim araçlarına yani kısacası teknolojiye eşit oranda ulaşamayışları bilgiye erişim ve eğitim konusunda büyük problemlere neden olmuştur.