Sedat SADİOĞLU'nun 30 Mart 2023 tarihli yazısı: Yaşamsal odaklar
Gören Göz - 9/1: Modern İnsan ve Din
Seyyid Kutub (Allah ondan razı olsun), “Çağdaş Uygarlığın Sorunları ve İslâm” adlı kitabının 140. sayfasında, insan ve din konusuyla ilgili şu tespitleri yapmıştır:
“Modern insan, çevresinin ve içinde yaşadığı toplumun kendisine empoze ettiği yaşama ve düşünme alışkanlıklarının bir sonucudur. Bu alışkanlıkların vücudumuzu ve şuurumuzu nasıl etkilediği malumlarınızdır. Şimdi biliyoruz ki teknolojinin etrafımızda oluşturduğu çevreye, dejenere olmaksızın uyum sağlamak imkânsızdır. Bizim bu durumumuzdan sorumlu olan bilim değildir. Suçlu olan sadece biziz. Yasak olanla olmayanı ayırt etmeyi öğrenemedik, doğanın kanunlarına karşı geldik. Böylece çok büyük bir günah ve hiçbir zaman cezasız kalmayacak günahlar işledik!”
Yazarın bu tespitlerine katılmamak mümkün değildir. Zaafa düşen insanı, yine modern hayatın kendisinin düşürdüğünü ifade etmesi, bir tezat görülmemelidir. Buna rağmen hem modern olup hem günaha düşmemek de mümkündür. Buna en güzel örnek, Endonezyalı ve Malezyalı Müslümanlardır. Genç yaşta evlenip, balayı için hacca gitmeleri, başka nasıl açıklanabilir?
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları modern hayatın cazip olan tuzaklarına düşmeyen, bilinçli olan kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz - 9/2: Yaşamaya Devam
Aşağıda az duyulan bir anonim deyiş bulacaksınız:
“Azrail noktayı koyana kadar, sen virgüle devam et!”
Burada, “Hayatın bir sonu var ancak sen, sana biçilen rolü sürdür, plânlarını adım adım gerçekleştir ve hedefine ulaş” denilmektedir. Elbette burada hedef, “faydalı insan olmak için çabalamak”tır. Ancak hedef, her anın tadını çıkartmak için vurdumduymaz ve inançtan uzak bir yaşam sürmek ise facia var demektir. İnsanın böyle zamanlarda ziyanda olduğuna dair hem çarpıcı ayetler hem de ders verici hadisler ve rivayetler vardır. Neden zamanımızı gereksiz ve faydasız işlerle harcayıp, ziyanda olalım? İşte muazzam bir ayet:
“O hâlde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul (uğraş)” (İnşirah Suresi, 7.Ayet)
Aşağıda, ders niteliğinde bir rivayete yer verilmiştir:
Müfessirlerden biri (sıcak bir günde) pazarda dolaşırken, “Sermayesi hızla eriyen şu adama yardım edin!” diye bağıran bir buz satıcısına rastlamış. Müfessir bundan çok etkilenip, yere yığılmış. Kendisine geldiğinde “Sana ne oldu” diye soranlara, “Eriyen, kişinin sermayesi değil ömürdür. Asr suresinin anlamını şimdi (daha iyi) anladım” demiş.
Müfessir kimdir: Müfessir, sadece tefsir yapan değildir. Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayan derin din âlimi demektir.
Yüce Allah (c.c.), Müslümanları hayatın ve zamanın kıymetini iyi bilen ve zarara girmeyen kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz - 9/3: Allah’tan Korkmak !
“Allah’tan korkmak” konusu, bütün Müslümanlar için çok önemlidir. Bir suç, yanlışlık veya kötülük içerisine düşmeden bile, “Ben Allah’tan korkarım” demeliyiz. Burada, insanın bir beşer olduğunu, suç işleyebileceğini veya yanlış yapabileceğini kabul etmekle birlikte, bunun bilerek sürdürülmemesi esastır (Elbette tövbe yapmak şartıyla). Aşağıda birçok kişinin bildiğini düşündüğüm ve verdiği mesaj açısından ciltler dolusu kitap yazılabilen güzel bir (İslâm) anlayışı değerlendirmelerinize sunuyorum:
“Müslüman, Allah’tan hakkıyla korkandır!” Bu anlayış, İslam’ın temel hukuk anlayışlarındandır. Dünya görüşüne ve imanının merkezine “Allah sevgisini”ni koyan Müslüman (kişi), artık hiçbir şeyden korkmaz olur. Ancak kişi her türlü yanlıştan, kötülükten (ve şüpheli şeyler dâhil) uzak kalmalıdır.
Dosdoğru olan budur ve yukarıdaki anlayışla yaşayan bir Müslüman için yüce Allah da (hiç şüphesiz) koruyucu ve kollayıcı olacaktır.
“Allah’ın dilemesine bağlamaksızın (beklemeden), unuttuğunuz zaman da Allah’ı anın ve şöyle söyleyin, “Umarım ki Rabb’im beni bundan daha yakın bir zamanda dosdoğru bir başarıya eriştirsin!” (Kehf Suresi, 24. ayet)
Yüce Allah (c.c.), Müslümanları Allah’ı seven, günahlardan/hatalardan korkan ve bu bilinçle yaşayan kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz - 9/4: Müslüman ve Kalkınma
Bu başlığı ilk okuduğunuzda, bir Müslüman’ın kalkınmayla ne ilişkisi olduğunu düşünebilirsiniz. Bu konuya, Atatürk’ün aşağıdaki (şu az bilinen) özdeyişi ile vurgu yapmak isterim:
“Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son peygamberi (olan) Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmelidir. Tüm Müslümanlar, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli, İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli(dir). Zira ancak bu şekilde Müslümanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler!”
Atatürk, İslâmiyet’i olduğu gibi yaşayanların sadece kendilerini (cehennem ateşinden) kurtarmayacaklarını, aynı zamanda faydalı çalışmalarıyla, toplumu da kalkındırabileceğini işaret ediyor. Hakkıyla çalışan, çalışmasına ve işine yalan dolan karıştırmayan, çalıştığı işi geliştiren ve kuşaklara aktaran bir Müslümanın hem kendisi hem de toplumu için çok yönlü faydalar olacağı aşikârdır.
Müslüman’ın Bilimle Kalkınması; Müslümanlığın ilk yıllarında özellikle astronomi, tıp ve matematik konusunda İslâm dünyası çok ileri gitmiştir. İslâm âlimlerinin yetişmesinde, Yunan, Çinli ve Hint âlimler çok etkili olmuştur. Kur’an’daki bilimsel dayanakları inceleyen ve etkilenenler ise daha çok Türk ve İranlı âlimler olmuşlardır. Müslüman bilim insanları, daha sonra giderek daha az yetişmiş ve gereksiz yere “koruma” altına alınarak değer verilmeyerek ya da “hor görülerek” bilimsel gelişmelerde etkisiz kalmışlardır. Böylece sınırlı bilimsel gelişme gösterebilmişlerdir.
Oysa Avrupa’daki reform ve Rönesans’ın tetiklenmesini, İslâm âlimleri başlatmışlardır. Bu âlimlerden biri olan Ömer Hayyam, bilimin yanında Kur’an’daki ilmi konular hakkında da çalışmalar yapmıştır. Aşağıda Ömer Hayyam’ın konuyla ilgili özlü bir sözü, veciz bir şiiri ve kısa hayatı yer almaktadır:
“Halkın bilgisi ‘din’dir. Âlimin dini ise ‘ilim’dir!”
Âlim, ilmi öğrenince hem ilmin inceliklerini hem de dinin gerçeklerini iyi kavrayabilmektedir. Oysa sıradan halk (avam), sadece dinini (ibadetsel olarak) bilebilir.
Ömer Hayyam’dan bir deyiş;
Ezel sırlarını ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammalı kelimeyi ne sen okuyabilirsin ne de ben
Perde ardında sen ve ben dedikoduları var amma…
Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben
Ömer Hayyam kimdir? Nişaburlu (İranlı) filozof, şair ve matematikçidir. Ömer Hayyam, 11. yüzyılın en seçkin kişilerindendir. Yunan, Hint ve kendinden önceki İslâm matematikçilerinin çözemedikleri cebir denklemlerini sistemli yöntemlerle çözüp irdelemiştir. Ömer Hayyam’ın bilimsel değerinin en açık örneği, “Fil Berahimi an-el-Mesail el-Cebr vel Mukabele” adlı cebir kitabıyla; astronomi, fizik, meteoroloji, lojik ve felsefeye dair yazmış olduğu orijinal eserdir. Rubaici olarak bilinmesi ise yanlıştır. Rubaileri 30-40’ı geçmez. Takvim-i Celâli adıyla bir takvim düzenlemiştir. Bu takvim, hâlen kullanılan Gregoryen takvimi 3333 sene de bir gün hata yapmasına karşın, 3770 sene de bir gün hata yapmaktadır.
Kısa bilgi: Lojik nedir? Mantık veya mantıkla ilgili olan demektir.
Yüce Allah (c.c.), Müslümanları kendisine, çevresine ve topluma (insanlığa) faydalı olan kullarından eylesin … Amin!
Gören Göz - 9/5: Kötü Söze Önlem
Bir gün Hz. Ebubekir (r.a.), sevgili peygamberimizin (s.a.v.) huzurlarında otururlarken, bir kişi, edepsizlik yaparak Hz. Ebubekir’e dil uzatıp yakışıksız sözler söyler. Peygamberimiz (s.a.v.) böyle zamanlarda bir şey demez ve bazen tebessüm de ederdi. Yine böyle bir gün, edepsizlik yapan kişi haddi aşınca, doğal olarak sinirlenen Hz. Ebubekir, birkaç kötü söz söyledi, bunun üzerine peygamberimiz (s.a.v.) yerinden kalkıp gitti. Hz. Ebubekir de koşarak peygamberimize (s.a.v.) yetişti ve dedi ki, “Ya resulallah! Niçin biri hayâsız edepsizlik edip gönül incitirken, susup bir şey söylemediniz de ben ona söylenince kalkıp gittiniz?” Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ya Sıddık! O hayâsız ve bedbaht sana dil uzatmaya başladığı zaman, Allah-u Teâlâ bir melek gönderdi. O kişiyi kovacak idi. Ama sen, hemen sinirlendin ve söylenmeye başladın. O melek gidip, yerine iblis (şeytan) geldi. İblisin olduğu yerde ben durmam!”
Hz. Ebubekir Sıddık (r.a.) ondan sonra, vakitli vakitsiz söz söylememek için, ağzına küçük bir taş koyardı. Ne zaman söz söylemek lazım gelse önce düşünürdü. Bir söz söyleyecekse de taşı çıkartır, konuşur ve tekrar ağzına koyardı. Zorunlu olmayınca da konuşmaz, sürekli tespih ve tehlil ile meşgul olurdu.
Kısa bilgi: Tehlil nedir? ‘Lâilâhe illallah’ sözünü söylemektir.
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları peygamberimizin (s.a.v.) dediği gibi, “Ya hayır (güzel ve faydalı şey) söyleyin ya da susun! (Çünkü Allah için susmak da hayırdır)” anlayışında olan kullarından eylesin… Amin!
(NOT: Dokuzuncu bölümün sonu…)