Hüseyin ALPASLAN'ın 30 Mart 2023 tarihli yazısı: Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in yargılanması - II
İki Ayrı Karar ve Bir Hukuk Garabeti
Nusret Bey’in yargılanmasında karar aşamasına gelen Divân-ı Harbi Örfî’de, mahkeme heyeti arasında verilecek ceza ile ilgili anlaşmazlık çıkmıştır. Son duruşma ile dosyanın tamamen ikmal edilmesine rağmen bir iki gün içerisinde verilmesi gereken kararın tarihi uzamıştır. 10 gün sürüncemede kalan karar, 4 Temmuz 1920 tarihinde çıkmış ve Nusret Bey’e 15 sene kürek cezası verilmiştir [15]. Karar aşamasında Mahkeme Başkanı Nemrut Mustafa Paşa ile üyelerden Fettah Bey, idam cezası verilmesi yönünde oy kullanırlarken, diğer üyeler Recep Paşa ile Recep ve Ferhat Bey’ler ise 15 sene kürek cezası verilmesi yönünde irade göstermişlerdir [16]. Nusret Bey’e verilen 15 sene kürek cezasının sanığa tebliği ile hükmün kesinleşmesi gerekirken, bu cezayı az bulan, hazmedemeyen ve “hunharlık hissine kapıldığı” [17] için illa da idam kararı verilmesi için gayret gösteren Nemrut Mustafa Paşa, Patrik Zaven Efendi’nin çabaları ve aracılığıyla [18] yeni tanıklar getirterek mahkemeyi 20 Temmuz’da yeniden toplamıştır. Yeni yapılan duruşmada, Mahkeme Başkanı Mustafa Paşa, bir önceki kararda 15 sene kürek cezasını uygun gören üyelerden Ferhat Bey’in kendilerine engel olduğu gerekçesiyle görevden azledilmesini ve yerine yedek üye Niyazi Bey’in tayin edilmesini sağlamıştır. Mahkeme, aynı gün daha önce verilen 15 sene kürek cezasın değiştirerek bu defa ittifakla imzalanan karar ile Nusret Bey hakkında idam cezası vermiştir [19]. Aynı davada firarda olmasından dolayı gıyabında yargılanan Teğmen Mehmet Necati hakkında da idam cezası verilmiştir [20].
20 Temmuz 1920 tarihinde yapılan duruşmada mahkeme üyelerinden birisinin değiştirilmesi, daha önce verdikleri kararı muhtemelen çeşitli baskılarla değiştiren iki üyenin varlığı, son duruşma ile yargılamanın neticelenerek karar verildiği hâlde yeni tanıkların ortaya çıkması, Nusret Bey’in Ergani’de görev yaparken muzır ve tahripkâr faaliyetlerinden dolayı Kürt Muhâdenât Cemiyetini lağvetmesi sebebiyle Nemrut Mustafa Paşa’nın Nusret Bey’e beslediği husumetten kaynaklanan [21] taraflı bir tutumun oluşması gibi garabetler, sonuçta bir davada verilen kararın kısa sürede değiştirilerek bir hukuk cinayeti işlenmesine sebebiyet vermiştir.
Kevorkian, eserinde, “Bayburt Katillerinin Davası” başlığı altında Nusret Bey’in yargılandığı davayı anlatırken, Yanyalı Mehmet Nusret Bey ile çete lideri Teğmen Piri Mehmet Necati Bey’in, Bayburt kazasında tehcir sırasında Ermenilerin katliamı, yağmalama ve insan kaçırma gibi işlenen suçlardan dolayı yeni Divân-ı Harp’te General Nemrut Kürt Mustafa başkanlığında yargılandıklarını ve 20 Temmuz’da sanıklar hakkında verilen kararın “beklenildiği gibi” ölüm cezası olduğunu belirtmiştir [22] Kevorkian, aynı başlıklı yazının devamında, karardaki suçlamayla ilgili bilgiler verirken mahkemenin ilk verdiği 15 sene kürek cezası kararından söz etmemiş, İlk karardan sonra mahkeme üyesinin değiştirilmesine, sanığa avukat hakkı verilmemesine, ilk kararın bir gün içinde değiştirilip yeni kararın çıkmasına ve duruşmaların gizli yapılmasına ise hiç değinmemiştir. Mahkemenin sonucunun önceden belli olduğunu ve yargılamanın bir formaliteden ibaret olduğunu ispat edercesine kararın “beklenildiği gibi ölüm cezası” olduğunu ifade etmiştir.
Divân-ı Harbi Örfî’de verilen karardan bilgisi olmayan ve Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan Nusret Bey, suçsuzluğundan emin olarak tahliye edilmesini beklemekteyken, 24 Haziran’daki son duruşmadan bu tarafa uzun bir süre geçmesine rağmen kararın gecikmesinden şüphelenmiştir. Bu şüphesinde haklı çıkacak olan Nusret Bey’in arkadaşlarına, “…Beni hiç olmazsa bir seneye mahkûm edecekler, göreceksiniz. Yakamı kolay kolay bırakmayacaklar” şeklinde konuşması üzerine, arkadaşları; “Kurtuldun, bir sene göz açıp kapayıncaya kadar geçer” diyerek kendisini teselli etmeye çalışmışlar, ancak Nusret Bey, “Nasıl kurtulduk? Ya evdeki karımla çocuklarımı ne yapayım? Daha bir ay burada yatarsam açlıktan ölecekler” demiştir. [23]
Nusret Bey hakkında 24 Haziran’da verilen ilk karardan sonra, 13 Temmuz günü İngilizler bir grup sanığı Malta’ya sürmüşlerdir. İşte bu sürgünden önce isimleri belirlenen kafilenin içinde Nusret Bey’de bulunuyordu. Ancak Nemrut Mustafa Paşa’nın kini öyle büyüktür ki daha 20 Temmuz’da mahkemeyi yeniden toplamadan önce Nusret Bey hakkında verilecek kararı kesin görerek ve emin bir şekilde onun Malta’ya götürülmemesi ve asılması için büyük bir çaba göstermiştir [24].
Bekirağa Bölüğü’nde Nusret Bey’in arkadaşları arasında bulunan Falih Rıfkı (Atay), Nusret Bey’in Malta’ya gönderilmesinin Nemrut Mustafa Paşa tarafından nasıl engellendiğini ve idam kararının ise peşin olarak nasıl verildiğini şöyle anlatmaktadır:
“...Bir gün kendisini acele Merkez Kumandanlığına istemişlerdi. Nusret Bey’in Malta’ya sürüleceği havadisini duyduk ve sevindik. Sapsarı geri döndü. ‘Benden hayır yok, beni öldürecekler…’ dedi. Sonra anlattı; ‘Kulağımla duydum. Yan odada İngilizlerden gelen zabite Mustafa Paşa yalvararak -Onu bırakınız. Birkaç güne idam edeceğiz diyordu. Bu söz üzerine beni tekrar aranıza yolladılar.” [25]
Divân-ı Harbi Örfî’de, 20 Temmuz 1920 tarihinde oy birliği ile imzalanan ve sanıklar hakkında verilen idam kararı, 1 Ağustos’ta, sadrazam ve aynı zamanda Harbiye Nazırlığı görevini beraber yürüten Damat Ferit Paşa tarafından imzalanarak hükme bağlanmış olup, padişah tarafından 4 Ağustos’ta onaylanarak hukuki süreç tamamlanmıştır. Ancak Divân-ı Harbi Örfî’nin Nusret ve Mehmet Necati beyler hakkında verdiği karar, diğer mahkeme kararları gibi resmi gazete olan Takvim-i Vekayi’de yayımlanmamıştır. Karar, çıktıktan iki hafta sonra günlük bir gazete olan Tercüman-ı Hakikat’te yayımlanmıştır. Ancak Sansür İdaresi’nin engellemesiyle, gazetenin mahkeme kararının bulunduğu sayısının dağıtılamaması ise anlamlıdır [26]. Sevr Antlaşması’nın imzalanma aşaması sırasında, Damat Ferit Paşa ile Padişah Vahideddin, Nusret Bey ile Mehmet Necati Bey’in hukuksuz idam kararlarını onaylayan imzalarının arkasında duramamışlardır. Padişah ve hükûmet, kararın resmi gazetede ilan edilmesini sağlayamayarak yasa dışı bir uygulamaya daha cevaz vermişlerdir. İngilizler ve dönemin hükûmeti, Sansür İdaresi vasıtasıyla, günlük bir gazetede yayımlanan Nusret Bey ile Mehmet Necati Bey haklarında çıkan idam kararının okunmasını engelleyerek Türk milletinin, adeta bir faciaya sebebiyet veren bu karara göstereceği tepkiden çekinmişlerdir.
Nusret Bey, hakkındaki idam hükmünün Padişah Vahideddin tarafından tasdik edildiği günün gecesi olan 5 Ağustos’ta saat 02.30’da tutuklu bulunduğu yerden alınarak Beyazıt Meydanı’na götürülmüş ve sabaha karşı idam edilmiştir [27]. Nusret Bey’in idamından 5 gün sonra 10 Ağustos’ta Damat Ferit hükûmeti, Türk milletinin esaretine, Anadolu topraklarının bölünüp parçalanmasına ve Ermenistan kurulmasına izin veren Sevr Antlaşması’nı imzalayarak İtilaf Devletleri’nin, Yunanistan’ın ve Ermenilerin amaçlarına ulaşacak yolun önünü açmıştır. Sevr Antlaşması, yeni Divân-ı Harbi Örfîlerde, kararların hangi siyasi saiklerle verildiğini göstermesi açısından mühimdir.
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Zor Mutasarrıfı Zeki Bey, Hafız Abdullah Efendi ve son olarak Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey hakkında idam kararları verilmesinde; İtilaf Devletleri ile siyasi münasebetlerini düzeltmek ve Paris Konferansı’nda taviz kopartmak gibi hayallere kapılan, aynı zamanda işgalcilere yaranmak isteyen, onların gerçek niyetlerini okuyamayan veya kendi menfaatlerini milletin menfaatlerinden üstün görenler ile Sevr gibi bir esaret antlaşmasını imzalayan Damat Ferit hükûmetleri üzerinde etkisini gösteremeyerek sadece tasdik görevini yerine getiren padişahın zaafları etkili olmuştur.
Sonuçta; Türk milliyetçileri hakkında Divân-ı Harbi Örfî’de yapılan haksız ve hukuksuz yargılamalar ile facialara yol açan kararlar verilmiştir. Özellikle Nemrut Mustafa Paşa döneminde yapılan yargılamalar, bir hukuk garabetidir ve milletin vicdanında derin yaralara yol açmıştır.
Mütareke döneminde Divân-ı Harbi Örfî’nin kararları ile idam infazları gerçekleştirilen vatanseverler, İngilizlere yaranmak isteyen mandacı ve himayeci zihniyetin güttüğü siyasetin kurbanları olan milli şehitlerimizdir.
Milli şehitlerimizin ruhları şad olsun.
Kaynakça
[15] Vakit ,17 Kasım 1920.
[16] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir, s.270.
[17] Ebubekir Hâzım Tepeyran, Zalimane Bir İdam Hükmü, Elips Kitapları, İstanbul, 2022, s. 167.
[18] Samih Nafiz Tansu, İki Devrin Perde Arkası, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2016, ss.340-342
[19] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir, s.271; Vakit, 17 Kasım 1920.
[20] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir s.272; Raymond Kevorkıan, Ermeni Soykırımı, çev. Ayşen Taşkent Ekmekçi, İletişim Yayınları, İstanbul 2015, s.1104.
[21] Merkez Kumandanlığına götürüldüğünde asılacağını duyan Nusret Bey, dayanıklılığını kaybetmeden, “Fakat sebep ne?” Diyerek suçunu öğrenmek için çabalamıştır. Nusret Bey, gerçekte ortada bir suç bulunmazken, “Olsa olsa Ergani’de mutasarrıf iken memleketi yıkacak derecede faaliyetlerde bulunan Kürt Muhadenet Cemiyeti’nin işleyişine son vermesini, Kürt Mustafa Paşa’nın affetmeyişi olabilir ihtimali ile yorum yaparak, bunlar için bir yuva yıkılabilir mi? bir insan asılabilir mi? demiştir.” bk. (Feridun) Kandemir, “Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey Nasıl Asılmıştı”, Tarih Hazinesi, S.11, (İstanbul, Haziran 1951), s.514.
[22] Kevorkıan, a.g.e., s.1104.
[23] Kandemir, a.g.m., s.514.
[24] Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2020, s.232-233.
[25] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, C.I, tarihsiz. 1. Baskı, s.138, akt. Şimşir, a.g.e, s.232.
[26] Kevorkıan, a.g.e., s.1105.
[27] Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir, s.272-273.