Hüseyin ALPASLAN'ın 1 Ağustos 2024 tarihli yazısı: Atatürk’ün İttihat ve Terakki Cemiyeti ile İlişkisi
İttihat ve Terakki kelimeleri birleşme ve ilerleme anlamını taşır. İttihat ve Terakki Cemiyeti ve üyeleri hakkında günümüzde kendi meşrebinden bakarak yapılan ve üretilen değerlendirmelerle; İttihatçılar, özellikle 20’nci yüzyılın başlarından Birinci Dünya Savaşı bitimine kadar ülkede meydana gelen tüm olumsuzlukların anası gibi gösterilmektedir. Maalesef bu şekilde iddia edenlerin bu konuda bilgileri kısıtlıdır. İttihatçılığı kendi tarihi karakterinden kopartmadan, yaşadığı zamanda içinde bulunduğu olgunun yarattığı durumlardan kaçmadan, tarihsel bir perspektifle değerlendirmek gerekir düşüncesindeyim ki, bu cemiyetin 1889’da başlayıp 1926’ya kadar süren yaşamı içerisinde birçok kez siyasal fikirlerinin ve amaçlarının değiştiğini görmekteyiz. Cemiyete üye olan Ahmet Rıza, Talat Paşa, Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa gibi isimlerin hangi değerlerde ne kadar ortak olabileceklerini söylemek bile imkansızdır.
Mondros Mütarekesi’nin ardından İstanbul’un işgal edildiği dönemde işgal devletleri ve onların kontrolünde bulunan Osmanlı Hükûmeti tarafından İttihatçılar hainlikle suçlanmış ve adeta İttihatçı avına çıkılmıştır. Birçok İttihatçı hapis ve sürgün cezasına çarptırılmıştır. Bu tarihlerde İstanbul’da bulunan Mustafa Kemal Paşa, yabancıların İttihatçıları kötüleyen sözlerine ve İttihatçılar hakkında soru soranlara karşı şöyle cevap vermiştir; “Başlangıcından çok zaman sonrasına kadar ben de cemiyet içinde bulundum, İttihat ve Terakki’yi yönetenlerin kusurlarına ve hatalarına karşın İttihatçıların vatanperverlikleri her türlü münakaşanın üstündedir” [1].
19’uncu yüzyılın başında Osmanlı Devleti yöneticileri Avrupa’nın birçok alanda kendilerine karşı üstünlüğünü kabullenerek aradaki farkı kapatmak için batılılaşma siyasetine yönelmişlerdir. Yaptıkları ıslahatlarla batıyı memnun etme ve yapılan baskıları azaltmayı amaçlamışlardır. Osmanlı Devleti’nin 1839’da Tanzimat’ı ilan etmesinden sonra bürokrat, gazeteci ve talebelerin Avrupa kültürü ve fikirlerinden etkilenmesiyle beraber Babıali’ye ve Monarşi yönetimine karşı bir muhalefet ve Genç Osmanlılar veya Jön Türkler dediğimiz hareket doğmuştur [2].
1889 yılında Abdülhamit mutlakıyetine karşı çıkan Gülhane Askeri Tıbbiye öğrencilerinin kurduğu ve ismi “İttihad-ı Osmani Cemiyeti” olan gizli bir örgütlenmeyi görmekteyiz. Bu örgüt entelektüel olarak bilimsellik ve erken cumhuriyet fikirlerinden etkilenen, vatan tehlikede söylemini sloganlaştıran İbrahim Temo, Abdullah Cevdet, İshak Sukuti ve Çerkez Mehmet Reşit tarafından İstanbul Gülhane’de Askeri Tıbbiye Mektebi’nin bahçesindeki incir ağacının altında yapılan toplantılardan sonra kurulmuştur [4]. Sina Akşin gibi bazı tarihçiler kurucular arasına Hüseyinzade Ali’yi dahil ederek kurucu sayısını beş askeri tıbbiye öğrencisi olarak ifade etmişlerdir. Cemiyetin amacı; İstibdadın kaldırılması ve askıya alınan 1876 Anayasası ile Parlamentonun yeniden işlerlik kazanmasını sağlamaktır. Görüldüğü gibi İttihad-ı Osmani Cemiyeti aslında Jön Türklerin bir şemsiye örgütüdür. Kuruluşunun ardında birkaç yıl içinde büyüyen cemiyete Edirne’de posta memuru olan Talat Bey (Edirne’de Posta memuru iken 1896 yılındaki darbe girişiminden dolayı iki yıl hapiste kaldı ve sonra Selanik’e sürgün edildi. Daha sonra Selanik’te Posta memuru olmasına izin verildi) ile askeri tıbbiye öğrencisi Selanikli Nazım gibi; 1907 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir çatı altında toplanmasında ve 1908 devriminde önemli rolleri olacak kişiler de dahil olmuştur [5].
Tıbbiye dışında Harbiye ve Mülkiye’de hücreler kurarak ağırlığını hissettirmeye başlayan cemiyetin faaliyetlerden Abdülhamit’in hafiye örgütü 3 sene sonra 1892 yılında haberdar olmuştur. Yıldız Sarayı’nın örgütten haberdar olması ile birlikte bazı tutuklamalar yapılmıştır. Cemiyet üzerinde baskının çoğalması üzerine bazı cemiyet üyeleri yurt dışına çıkmaya başlamışlardır. 1878 yılında Osmanlı Anayasası’nın askıya alınmasından sonra yurtdışına giden küçük bir muhalif gurup Paris’te genç Osmanlı hareketinin devamı niteliğinde bir örgütlenme içine girmişlerdi. Bursa Maarif Müdürü ve Pozitivist aydın olan Ahmet Rıza 1889’da Paris’e giderek bu muhalif gurupla beraber olmuş ve liderliğine geçmiştir. Ahmet Rıza, Paris’te 1895 yılında Osmanlı Monarşisine karşı yayın yapan Meşveret adlı yayın organını çıkartmaya başlamıştır. Pozitivizmin ilkeleri sayılan “İntizam ve Terakki” den esinlenen Ahmet Rıza, İttihad-ı Osmani Cemiyeti ileri gelenlerine bu düsturları benimsetmiş ve 1895 yılında sonra İstanbul’da İttihat ve Terakki adını alan cemiyet çığ gibi büyümüştür [6]. Cemiyete birçok asker ve bürokrat dahil olmuş ve gücünün yeterli seviyeye geldiğine inanan İttihat ve Terakki 1896 yılında Hükûmete darbe yapmaya karar vermiştir. Ancak Abdülhamit Hafiye Teşkilatı’nın darbe planını haber alması ile darbe girişimi başlamadan bitirilmiştir. Cemiyetin üyeleri hakkında yapılan tutuklamalar ve sürgünler İstanbul’da örgütün yapısını çökertmiştir.
Özellikle 1895 ve 1896 yılından sonra cemiyet faaliyetlerini yurtdışına kaydırmıştır. 1889’da İttihad-i Osmaniye Cemiyetini kuran kişilerden olan Abdullah Cevdet ve İshak Sukuti 1896 darbe girişiminin arkasından arkadaşlarıyla beraber Trablusgarp’a sürüldükten sonra Cenevre’ye geçerek burada “Osmanlı” isimli yayın organını çıkartmışlardır. 1896 yılında Paris ve Cenevre’de bulunan İttihat Terakki’ni önemli liderleri Ahmet Rıza’dan destek görerek faaliyetlerine devam ettiler. Ahmet Rıza’nın etkinliğine karşı duran ve Mülkiyede çok popüler bir öğretmen ve Jön Türklerin ileri gelen önderlerinden olan Mizancı Murad ise 1895’te Mısır’a kaçarak Kahire’de Mizancı gazetesini çıkartmıştır.
Bu gelişmeler yaşanırken Selanik’te bulunan 3’ncü Ordu merkez olmak üzere ordu içerisinde İttihat ve Terakki’nin fikirlerini benimseyen orta ve düşük rütbeli subaylar çoğalmıştır. 1895 sonrasında Balkanlar, Cenevre, Paris ve Kahire’de Jön Türkler ayrı ayrı muhalif gruplar oluşturmuştur [7]. Jön Türklerin ayrıldığı ve teşkilatlarını tamamen yurt dışına kaydırdığı bu zor dönemde Padişahın damadı Mahmut Celâlettin Paşa iki oğluyla beraber Fransa’ya kaçmıştır. Damat Mahmut Paşa’nın oğlu Prens Sabahattin öncülüğünde tüm muhaliflerin bir araya geldiği Birinci Jön Türk Kongresi 4 Şubat 1902’de Paris’te toplanmıştır. Kongrede, Adem-i Merkeziyet ve dış müdahale ile Osmanlı Devleti yönetimini ele geçirme fikrini savunan Prens Sabahaddin öncülüğündeki gruba Ahmet Rıza, Yusuf Akçura ve Dr. Nazım karşı çıkmıştır [8]. Kongrede bulunanlar Prens Sabahattin’in grubu ile, merkeziyetçi fikri savunan Ahmet Rıza öncülüğündeki grup arasında ikiye bölünmüş ve kongre bir karar alamadan dağılmıştır. Kongreden sonra Ahmet Rıza Bey'in temsilcisi olduğu grup, Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında, Prens Sabahattin’in temsil ettiği görüşleri savunanlar ise onun liderliğinde kurulan Teşebbüs-i Şahsî ve Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti çatısı altında faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
1906 yılının Eylül ayında Selanik'te yönetimini Mehmet Talat, İsmail Canbulat ve Rahmi Bey’in üstlendiği “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” kurulmuştur. Aynı günlerde Mustafa Kemal, Şam'da Beşinci Ordu subayları arasında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı örgütü kurmuş ve hemen ardından kısa bir süre için Selanik'e gidip orada bir şube açmıştır. Mustafa Kemal’in Selanik’ten ayrılmasından sonra Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik şubesi, Talat Bey ve arkadaşlarının kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne katılarak birleşmişlerdir. Cemiyete, 9 Ekim 1906 yılında 3’üncü orduda görevli Yüzbaşı Enver’de üye olmuştur. Paris’te bulunan Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin temsilcisi olarak Selanik’e gelen Dr. Nazım’ın girişimleriyle Paris ve Selanik cemiyetleri birleşerek önceleri Terakki ve İttihat Cemiyeti adını almıştır[9]. Ancak daha sonra cemiyetin ismi İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak benimsenmiş ve kullanılmıştır. Paris, cemiyetin dış merkezi; Selanik ise iç merkezi olarak kabul edildi. Bu birleşme ile İttihat ve Terakki siyasi niteliğinin yanı sıra askeri bir nitelik de kazandı. 1907 yılında birleşen cemiyet vurucu bir güce kavuşmuş ve Yahya Kemal’in deyimiyle Jön Türklükten komitacılığa evrilmiştir [10].
1908 devrimi ile beraber cemiyet bir parti niteliği de taşımıştır. İktidar yıllarında meclis grubunun fırka oluşturmasına karar verilmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Türk siyasal yaşamının bir numaralı belirleyicisi olarak Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar mevcudiyetini sürdürmüştür.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin amacını kuruluşundan sonra dört dönem halinde değerlendirmek gerekir; İlk üç dönemi olan 1889-1895, 1895-1902, 1906-1908 tarihlerinde cemiyetin amacı Abdülhamit’in mutlakıyet idaresini sonlandırmak, askıya alınan Anayasal ve parlamenter sisteme yeniden işlerlik kazandırmak ve ülkeye yabancı müdahalesini engellemektir. Son dönemi olan 1908-1918 tarihlerinde ise “İnkılabı azim” denilen köklü bir değişimi ve ülkenin her tarafında örgütlenerek mutlakıyete tamamen son vermeyi, sivillerin iktidarını kurmayı amaçlamışlardır.
İttihad-ı Osmani Cemiyeti’nin kurulduğu 1889 yılı Mustafa Kemal’in İstanbul’da Harbiye’ye talebe olarak başladığı tarihtir. Osmanlı Devleti’nde siyasi hayatın kaynadığı bir dönemde Mustafa Kemal Harbiye’de askeri öğrencidir. Mustafa Kemal’de diğer öğrenciler gibi Jön Türklerin fikirlerinden etkilenmiştir. Anayasal düzeni ve Parlamenter sistemi savunan Cumhuriyetçi ve bilimsel fikirlerin yoğunlukta olduğu kitapları okuyan ve arkadaşlarıyla tartışan Mustafa Kemal, Harbiye’nin ardından Harp Akademisi’ni bitirerek 1905 yılında Kurmay Yüzbaşı olmuş ve Şam’da bulunan 5’inci Ordu’ya atanmıştır. Burada Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuştur [13].
1906 yılında Selanik’e giderek Şam’daki cemiyetin bir şubesini yakın arkadaşları; Ömer Naci, Hakkı Baha (Pars), Hüsrev Sami (Kızıldoğan), Bursalı Mehmet Tahir ve İsmail Mahir ile birlikle açan Mustafa Kemal tekrar Şam’a dönmüştür. Mustafa Kemal Şam’da bulunurken 1906 yılında Mehmet Talat ve arkadaşlarının kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti içine Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni alarak birleşme sağlanmıştır. Hatta Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin üyelerinden Bursalı Mehmet Tahir 1 kod numarası ile Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne geçmiştir. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin üyeleri, bir müddet sonra Paris ve Selanik Cemiyetlerinin birleşmesi ile oluşan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne geçmişlerdir [14].
Mustafa Kemal 1907 yılında Selanik’e tayin olup geldiğinde Vatan ve Hürriyet Cemiyeti şubesinin halen mevcut olduğunu sanmıştır. Ancak Cemiyet’in İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birleşerek lağvolduğunu öğrenmesi ile sarsılmıştır. Mustafa Kemal kurucusu olduğunu düşündüğü, ancak kendisi yokken farklı bir durum alan örgüte tekrar sıradan birisi olarak girmeyi çok istemese de yakın arkadaşlarının ısrarı ile 29 Ekim 1907’de Hakkı Baha’nın evinde yapılan törenle İTC üyesi olmuştur. Selanik’te karşılaştığı bu durum Mustafa Kemal’in İTC’ye ve yöneticilerine her zaman mesafeli ve soğuk olmasına yol açmıştır [15].
Mustafa Kemal 1908 devriminde İTC’ye mensup birçok subaydan birisi olarak arka planda kalmıştır. Mustafa Kemal, 1908 devrimden sonra; İTC’nin amacını halka açıklamak, örgütlenmeyi ve üyeler arasında koordineyi sağlamak maksadıyla İTC’nin genel merkezi tarafından Trablusgarp’a görevlendirmiştir. Trablusgarp’tan 1909 yılında dönen Mustafa Kemal İTC’nin 22 Eylül 1909 tarihinde Selanik’te yapılan ikinci kongresine katılmıştır. Kongrede yaptığı konuşmada; Ordu ile siyasetin ayrılmasını savunan görüşlerini anlatmıştır. Mustafa Kemal’in bu görüşüne karşı üyelerin yoğun muhalefeti olmasına rağmen yine de ordu ile siyasetin ayrı olması konusunda ilke kararı alınmıştır [16]. Birinci Dünya Savaşı’nda İktidarda olan İttihat ve Terakki ileri gelenleri; Çanakkale’de ve sonrasında 2’nci ve 7’nci Ordu’da gösterdiği başarılara rağmen Mustafa Kemal’e karşı soğuk ve mesafeli olmuşlardır.
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile beraber İtilaf Devletleri ve Osmanlı Devleti arasında yapılan antlaşmalardan sonra; İngiltere, Fransa ve İtalya ile aveneleri Yunanistan Osmanlı Devleti’ni işgal girimlerine başlamış, İşgale başkaldıran Mustafa Kemal önderliğinde Türk Milleti, 1919 yılında bağımsızlık mücadelesinin kıvılcımını yakmıştır. Mustafa Kemal, milletin bağımsızlık mücadelesinin İttihatçılarla özdeşleştirilmemesi gerektiğinin bilincinde olarak Sivas Kongresinde; “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve üyelerinin İTC ve diğer partilerle ilişkisi olmadığını açıkça duyurmuştur.” Millî mücadele sırasında Mecliste yer alan Enver Paşa taraftarı İttihatçılar, Mustafa Kemal’in başarısızlığı durumunda Enver Paşa’nın Millî Mücadelenin başına geçmesini istemiş ve beklemişler, ancak bekledikleri olmamıştır.
Ülkenin işgalden kurtulması ve Cumhuriyet’in kurulmasından sonra da Meclis’te İttihatçı vekillerin mevcut olduğu görülmektedir. Mustafa Kemal’e karşı 1926 yılında İzmir’de yapılan başarısız suikast girişiminin ardından İttihatçılar İstiklal Mahkemesinde yargılanarak Türkiye’nin siyasi hayatından tamamen çıkartılmışlardır. Bu tarihten sonra Türk siyasi hayatında İttihatçı ve Milliyetçi ayırımı özellikle vurgulanmıştır.