Hüseyin ALPASLAN'ın 30 Ağustos 2024 tarihli yazısı: Türk-Yunan Savaşı’nın Son Safhası ve Türk’ün Büyük Utkusu

20’nci yüzyılın en büyük savaşlarından birisi olan ve Türk-Yunan Savaşı’nda durumu tersine döndüren Sakarya Savaşı’nın sonuçlandığı 13 Eylül 1921 tarihinden, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz ve Türk Ordusunun zafer kazanarak İzmir’e girdiği 9 Eylül 1922 tarihine kadar yaşanan dönem; Başkomutan Mustafa Kemal, TBMM, Türk Ordusu ve Türk Milleti için güçlüklerle geçen, içeride ve dışarıda büyük mücadelelerle dolu yaklaşık bir yıllık bir süreyi kapmaktadır.

Yüzyılın en büyük savaşları arasına giren Sakarya Savaşı’nın zaferle sonuçlanması yurt içinde ve yurt dışında büyük yankılar uyandırmıştır. Mustafa Kemal’e olan güven ve inanç artmış, Padişah tarafından rütbeleri alınmış ve hakkında idam kararı çıkartılmış olan Mustafa Kemal’e 19 Eylül 1921’de TBMM tarafından Gazilik unvanı ve Mareşallik rütbesi verilmiştir.

İtilaf Devletleri tarafından; Sakarya Savaşı’nın ardından Ankara’ya sunulan yeni barış antlaşması Sevr Antlaşmasının yumuşatılmış bir kopyası niteliğini taşımaktaydı[1]. İtilaf Devletleri sundukları anlaşma önerisi ile; politik manevralar yaparak ve Mustafa Kemal’i savaştan yana göstererek, Ankara’yı köşeye sıkıştırmak gayesini güdüyorlardı. Amaçları; içeride savaştan bunalmış halk ile TBMM’de bulunan vekilleri etkilemek ve tuzağa düşürerek Sevr benzeri bir tutsaklık anlaşmasına imza attırmaktır.

İtilaf Devletleri’nin bu hamlelerine karşı Ankara tarafından; 13 Ekim 1921’de Sovyetler ile istişare edilerek Kafkasya Devletleri; Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’la “Kars Antlaşması”, 20 Ekim 1921’de Fransa’yla “Ankara Antlaşması” 23 Ekim 1921’de İngiltere’yle “tutsak değişimi antlaşması” ve 2 Ocak 1922’de Ukrayna ile “Dostluk Antlaşması” imzalamıştır[2].

Mustafa Kemal, içeride ve dışarıda oluşan barış yapma eğilimlerine karşı; savaştan yana olmadıklarını, tüm tarafların iyi niyet göstereceği, adaletin tecelli ettiği onurlu bir barış anlaşması yapmak istediğini göstermek amacıyla; diplomatik girişimlerde bulunmak ve İtilaf Devletleri ile görüşmeler yapmak üzere Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey’i Avrupa’ya göndermiştir. Ancak Yusuf Kemal Bey’in ve sonrasında Ali Fethi Bey’in Paris ve Londra’da yaptığı temaslarda sonuç alınamamıştır[3]. Sakarya Savaşı’nda sonra ortaya çıkan muğlak durum, İstanbul’un Ankara’yı engelleme çabaları, İtilaf Devletleri’nin sinsi politikaları sinirleri bozucu bir süreç yaşanmasına neden olmuştur

Ankara Hükûmeti temsilcileri onurlu ve adaletli bir barış için Avrupa’da temaslarını sürdürürken İstanbul’da bulunan Padişah Vahdeddin’in boş durmadığını görmekteyiz. 6 Nisan 1922’de İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold ile yaptığı görüşmede Vahdeddin şunları söylemiştir: “Barışı yasal bir hükûmetle mi, yoksa bir ihtilal örgütüyle mi yapacaksınız? Biz, Ankara’nın kabul etmediği şartları kabul eden bir barış yapmaya hazırız” [4].

İtilaf Devletleri’nin sürekli olarak Sevr benzeri bir antlaşma dayatmaya çalışmaları ve İstanbul’un izlediği tavizkar, ikircikli politikalar neticesinde; Mustafa Kemal ve arkadaşları, adil ve onurlu bir barışın düşmanın Anadolu’dan temizlenmesinden sonra yapılabileceği düşüncesine sahip olmuşlardır. Bu nedenle 13 Eylül 1921’de Türk Ordusu’nun zaferiyle sonuçlanan Sakarya Savaşı’ndan hemen sonra sabırla ve gizlilik içerisinde zafere giden taarruzu planlamışlardır. Büyük Taarruz için yaklaşık bir yıl öncesinde öngörüde bulunan Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya 15 Ekim 1921 tarihinde bir talimat göndererek; “Kış başlamadan Sakarya yenilgisinin etkilerinden kendini sıyırıp yeniden kuvvetlenmesine fırsat vermeden düşmana kesin bir darbe indirmek gerekir. Bu nedenle bir savaş planı hazırlanmalıdır” demiştir[5].

            Büyük Taarruz öncesi asker ve malzeme ihtiyacını karşılamak için yoğun uğraş verilmiştir. İstanbul’da bulunan silah ve cephane depolarından Batı Cephesi’ne gizlice silah cephane getirmek, Sovyetler ve Fransa’dan silah, cephane, araç ve gereç temin etmek orduya yeni asker almak yapılan en mühim işlerdir. Sovyetler ve İtalyanlardan daha önce alınan savaş araç ve gereçlerinin yanı sıra Ankara Antlaşması sonrası Anadolu’nun Güney bölgesinden çekilen Fransa; Cresot toplarının da içinde bulunduğu büyük silah stoklarını 200 milyon Frank bedelle Türkiye’ye satmıştır. Satılan malzemeler içinde: 8000 tüfek, 10 uçak, 5000 at, 10.000 takım askeri giysi, sağlık gereçleri ve ilaçlar vardır[6]. Fransa, Ankara Antlaşması gereği Türkiye’ye sattığı silahlarla İtilaf Devletleri’nin iki büyük gücünden birisi ve batılı bir devlet olarak; Millî Mücadele’yi ve Ankara Hükûmetini doğrudan tanımış ve Sakarya zaferini onaylamıştır[7].

Yunanlıların Afyon ve Eskişehir civarında bulunmaları, demiryollarının birçoğunun kullanılmaz durumda olması, yok denecek kadar az karayolunun bulunması nedeniyle; silah, cephane, araç ve gereçlerin Batı Cephesi’ne ulaştırılmasında güçlüklerle karşılaşılmıştır. 1922 yılının haziran ayından sonra Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın talimatıyla Türk ordusunun büyük kısmı bütün zorluklara rağmen geceleri sessizce intikal ederek Afyon’un güneyine ulaşmayı başarmıştır.

Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa bir çalışma yaparak, Mustafa Kemal Paşa’nın talimatına uygun bir şekilde “düşmana fırsat vermeden kesin darbe indirecek”, imha savaşı diyebileceğimiz, “SAD” adını verdiği bir saldırı planı hazırlamıştır. Bu plana göre; savunmada bulunan Yunan kuvvetlerine, hazırlıksız bulunduğu ve beklemediği bir zamanda, aniden, hızlı bir şekilde, 1’nci Ordu kuvvetleri tarafından Afyonkarahisar ilinin güneybatısından kuzeye doğru olacak şekilde taarruz edilecektir.  Afyonkarahisar ilinin doğusu ve kuzeyinde bulunan 2’nci Ordu kuvvetleri de taarruzla kesin sonuç alınmak istenen 1’nci Ordu bölgesine düşmanın kuvvet kaydırmasına engel olacak ve düşman kuzeye doğru geri çekilmeye zorlanarak cepheden yarılacaktır. Süvari Kolordusu ise  Ahır Dağları'ndan aşarak düşmanın yan ve gerilerine taarruz ederek düşmanın merkezle olan iletişimini ve demir yolu irtibatını kesecek, böylece çembere alınan düşman imha edilecektir[8].

Büyük Taarruzdan önce Batı Cephesi Komutanlığı; 1 ve 2’nci Ordu ile 5’nci Süvari Kolordusundan müteşekkildir. 200 bin civarı asker, 98.596 tüfek, 2025 hafif, 839 ağır olmak üzere 2864 makineli tüfek ve 323 topa sahip olan Türk ordusu, Yunan ordusunun asker ve silah gücüne yaklaşmıştır[9].

Taarruz hazırlıkları devam ederken, Sakarya Meydan Muharebesi'nden önce çıkartılan, Meclis tarafından üç defa uzatılan ve 4 Ağustos'ta 1922 tarihinde süresi sona erecek olan Başkomutanlık yasası Meclis’te yeniden gündem olmuştur. Mustafa Kemal Paşa 20 Temmuz'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmada, “Ordunun maddi ve manevi gücünün millî gayeyi tam bir güvenle gerçekleştirecek düzeye ulaştığını bu sebeple yüce meclisin yetkilerine ve yasadaki olağanüstü maddelere gerek olmadığını” söylemiştir. Mustafa Kemal’in Meclisin yetkisini ve yasada bulunan olağanüstü maddeleri istemediğini bildiren konuşması muhalefeti etkilemiş ve şaşırtmıştır. Mecliste yapılan oylamada Başkomutanlık yasası oy birliğiyle süresiz olarak uzatılmıştır [10].

İsmet Paşa’nın Taarruz Planının Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa tarafından onaylanmasından sonra gizleme tedbirleri arttırılmış, 17 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa gizlice Ankara’dan ayrılarak Konya’ya oradan da cepheye geçmiştir[11].

19 Ağustos’ta Yunanlıların dikkatini dağıtmak için Buldan tarafına küçük çaplı bir şaşırtma saldırısı düzenlenmiştir.

20 Ağustos’ta Mustafa Kemal’in Ankara’dan ayrıldığının anlaşılmaması için Hâkimiyet-i Milliye gazetesi tarafından Mustafa Kemal Paşa’nın Çankaya Köşkü’nde bir çay ziyafeti vereceği haberi yapılmıştır. Aynı gün Mustafa Kemal Paşa Konya’dan Akşehir’e geçerek Batı Cephesi Karargâhında bir toplantı yapmış ve İsmet Paşa’ya “26 Ağustos 1922 sabahı taarruz için” emir vermiştir.

21 Ağustos’ta gece yürüyüşü yapan Türk kuvvetleri mevzilere gizlice yerleşmiştir.

22 Ağustos’ta Kocaeli bölgesinde bulunan Türk birlikleri Yunan kuvvetlerine şaşırtma amaçlı bir saldırı düzenlemiştir.

24 Ağustos’ta Başkomutan ve Batı Cephesi karargâhı gizlice Akşehir’den Şuhut’a geçerek tertiplenmiş, 1’nci Ordu Komutanı Nurettin Paşa Taarruz için gerekli hazırlıkları tamamlamıştır. Süvari Kolordusu çok zorlu yollardan Sandıklı’ya varmıştır[12].

25 Ağustos’ta Fevzi Paşa’nın cepheyi gezip tüm hazırlıkları kontrolünden sonra; Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşalar toplantı yaparak yarın yapılacak taarruz için son raporları incelemişlerdir. Başkomutan Mustafa Kemal Kocatepe’ye çıkarak cepheyi ve birlikleri izlemiştir. Mustafa Kemal’in talimatıyla Anadolu’nun İstanbul ve dış dünyayla tüm haberleşmesi kesilmiştir.

26 Ağustos sabahı tüm cephelerden saldırıya geçilmiştir. 05.00 sıraları top atışı ile başlayan taarruz piyade ve süvari saldırısıyla devam etmiştir. Yunan Süvarisi tüm cepheleri denetleyemediği gibi havadan gözlem yapılmasını ise İtalya’dan alınan “Spad” uçakları engellemiştir[13]. Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Taarruzu 1’nci Ordu’nun gözetleme yeri olan Kocatepe’den izlemişlerdir. Taarruz başladığında, Afyon’da yapılan balodan henüz dönen Yunan subayları büyük bir şaşkınlık yaşamışlardır. 20 kilometre derinliği bulan Yunan Cephesi’nde kanlı çatışmalar yaşanmış, aynı gün Tınaztepe, Belentepe ve Türkmentepe Türk Ordusu tarafından ele geçirilmiştir[14].

27 Ağustos’ta 1’nci Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın Afyon’a girmesiyle Yunanlılar Sincanlı ovasına dağınık bir şekilde çekilmişlerdir. 57’nci Tümen Komutanı Yarbay Reşat Bey, Çiğiltepe’yi emredilen zaman içerisinde alamadığı için intihar etmiştir. Çiğiltepe Reşat Bey’in son nefesini vermesinden kısa bir süre sonra ele geçirilmiştir. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal tarafından Afyon’un düşmandan alındığı müjdesinin verilmesiyle beraber Ankara’da zafer haberleri ve yurtta sevinç gösterileri dalga dalga yayılmıştır.

28 Ağustos’ta Sincanlı düşmandan kurtarılmıştır. Başkomutan Mustafa Kemal halkın sevgi gösterileri arasında Afyon’a girmiş ve Belediye binasında kalmıştır. 29 Ağustos’ta İsmet Paşa’nın, 1’nci Ordu ve 3’ncü Süvari Tümeni’ne; düşmanın yardım için gönderdiği takviye kuvvetler ve cephane ikmalinin engellenmesi ile Yunan kuvvetlerinin imhası yönünde verdiği harekât emri eksiksiz yerine getirilmiş ve Türk Ordusu, çekilen Yunan kuvvetlerini takip ve imha için Kütahya tarafına yönelmiştir.

Büyük Taarruz ’un beşinci günü olan 30 Ağustos’ta Yunan kuvvetleri sabaha doğru dağınık bir halde Çalköy’de toplandılar. Takviyeler ulaşmamış mevcutları azalmıştı. Batı cephesi Harekât şubesi Müdürü Tevfik (Bıyıklıoğlu) Bey, Yunanlıların durumunu harita üzerinde Mustafa Kemal’e göstererek bilgi verdi. Başkomutan Mustafa Kemal, düşmanın çevrilmeye ve imhasına elverişi bir durum olduğuna karar vererek Fevzi ve İsmet Paşalarla bir toplantı yapmıştır. Mustafa Kemal toplantıda Genelkurmay Başkanı’na ve Batı Cephesi Komutanı’na; “sabaha karşı düşmanın kuşatılarak Dumlupınar’ın alınması” talimatını vermiştir. Daha sonra tarihimize “Başkomutanlık Meydan Savaşı” olarak geçecek Dumlupınar Savaşı‘nda Yunan Ordusu çember içine alınarak, Yunan Birliklerinin Komutanı Trikopis ve 2’nci Ordu Komutanı General Diyenis teslim alınmıştır. Yunan Ordusu’na karşı zaferle sonuçlanan Dumlupınar Savaşı sonunda Kütahya, Çivril, Demirci ve Gördes ve Uşak kurtarılmıştır.

 1 Eylül 1922 tarihinde Başkomutan Mustafa Kemal’in “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz” emri ile Türk ordusunun takip harekâtı başlamıştır. Muharebelerden kurtulan Yunan birlikleri;  İzmir'e, Dikili'ye ve Mudanya'ya doğru düzensiz olarak geri çekilmeye başlamışlardır. Geri çekilen Yunan birlikleri 31 Ağustos’ta Uşak, 2 Eylül’de Alaşehir, 5 Eylül’de Turgutlu, 6 Eylül’de Manisa’yı yaktılar ve önlerine çıkan Türkleri öldürdüler. Yunan vahşetini önlemek için hızlı hareket eden Türk Ordusu birer gün arayla bu kentlere girmiş ve Yunan işgalinden kurtarmıştır. Türk ordusu bu muharebede, 15 günde 450 kilometre mesafe kat ederek 9 Eylül 1922 sabahı Türklerin sevinç gösterileri içinde  İzmir'e girmiştir. İzmir yaklaşık 3 yıl 4 ay süren esaretten kurtulmuştur. Sabuncubeli'nden geçen 2’nci Süvari Tümeni, Mersinli yolu ile İzmir'e doğru ilerlerken, solunda bulunan 1’nci Süvari Tümeni de Kadifekale'ye yürüdü. Bu Tümenin 2’nci Alayı, Kordon boyuna ulaşmıştır.  Yüzbaşı Şerafettin Bey  İzmir Hükûmet Konağı'na, 5’nci  Süvari Tümenin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Komutanlık Dairesine, 4’üncü Alay Komutanı Reşat Bey de Kadifekale'ye Türk bayrağını çektiler[15].

05 Eylül 1922 tarihli  New York Times Gazetesi, Yunan Ordusunun kayıplarının ve Türk Ordusunun ele geçirdiklerinin 910 savaş topu, 1.200 kamyon, 200 otomobil, 11 uçak, 5.000 Makineli tüfek, 40.000 tüfek ve 400 vagonluk cephane olduğunu, 20.000 Yunan askerinin de esir düştüğünü, devamında Yunan Ordusunun savaşın başında 200.000 kişiden oluştuğunu, askerlerinin yarısından fazlasını kaybettiğini ve Türk süvarilerinden dağınık halde kaçan Yunan asker sayısının ise ancak 50.000'i bulabildiğini yazmıştır[16]. Büyük Taarruz boyunca Türk Ordusu, 26 Ağustos’ta taarruzun başlangıç gününden, 9 Eylül İzmir'in kurtuluşuna kadar 2.318 şehit vermiştir.  9.360 yaralı ve 1.697 kayıp veren Türk Ordusu’ndan 101 asker ise esir düşmüştür[17].

26 Ağustos’ta Afyon’da başlayan Büyük Taarruz; 30 Ağustos 1922’de yapılan Dumlupınar Meydan Savaşı’nda büyük kayıp vererek kaçan Yunan kuvvetlerinin takip edilerek İzmir’de denize döküldüğü 9 Eylül 1922 tarihinde son bulmuştur. Anadolu Yunan işgalinden kurtarılmış, Yunanlıların Anadolu hayalleri bir daha yerine gelmeyecek şekilde sonlandırılmıştır. Millî Mücadele kuvvetlerinin sürdürdüğü, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda yaşanan sıcak savaşlar, yerini diplomasiye bırakmış ve Yunan mağlubiyeti üzerine İtilaf Devletleri ateşkes önerisinde bulunmuştur.

Mustafa Kemal ve Ankara Hükûmeti; İstanbul Hükûmeti ve Padişah dışında herkes tarafından Türkiye’nin içeride ve dışarıdaki tek temsilcisi kabul edilmiş olup tüm yurtta birlik ve beraberlik sağlanmıştır. 

Türk Milleti’nin 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlarım.

Hüseyin Alpaslan

Tarihçi-Yazar.

Dipnotlar

[1] Alev Coşkun; “Asker İnönü”, s.487, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018, İstanbul.

[2] Metin Aydoğan; “Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı”, s.345-346, İnkılap Kitabevi, 2017, İstanbul.

[3] Sina Akşin; “Kısa Türkiye Tarihi”, s.166, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015, İstanbul.

[4] Sina Akşin; “Kısa Türkiye Tarihi”, s.167.

[5] Alev Coşkun; “Asker İnönü”, s.491.

[6] Aydoğan; “Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı”, s.352.

[7] Lord Kinross; “Atatürk”, s.339, Altın Kitaplar Yayınevi, 2011, İstanbul.

[8] Alev Coşkun; “Asker İnönü”, s.491.

[9] Aydoğan; “Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı”, s.354

[10] Coşkun; “Asker İnönü”, s.535.

[11] Taha Akyol; “Ama Hangi Atatürk”, s.336, Doğan Egmont Yayıncılık,2008, İstanbul.

[12] Fahrettin Altay; “İzmir’e Doğru Doludizgin”, s.130, Atlas Tarih Dergisi, Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı: 2019/1, İstanbul.

[13] Salahi R. Sonyel; “Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı III. Cilt”, s.1655, Türk Tarih Kurumu, 2008, Ankara.

[14] Zeki Sarıhan; “Kurtuluş Savaşı Günlüğü lV”, s.599, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996, Ankara.

[15] Sarıhan; “Kurtuluş Savaşı Günlüğü lV”, s.647.                                                                                                                      

[16] “New York Times”, 05.09.1922 (İngilizce).

[17] İbrahim Artuç: “Büyük taarruz Başkomutan Meydan Muharebesi” s. 287, Kastaş Yayınları 1986, İstanbul.