Baha YILMAZ'ın 6 Şubat 2024 tarihli yazısı: Alev Alatlı ve Konuşamadıklarımız
1990’lı yılların başıydı. Okulu bitirmek yeterli değildi. Aynen bugün olduğu gibi iş telaşı beni ve tüm akranlarımı sarmıştı. Bütün dünyamız iki görüş arasına sıkışmıştı: Laiklik ve şeriatçılık. Bugün olduğu gibi o gün de beka, millilik vs. bir sürü tartışma almış yürüyordu. Kamuoyu her gün yeni bir gerilime uyanıyordu. Kendimizi anlamak yerine, olan biteni anlamaya çalışıyorduk. Ön koşullarımız ve ön yargılarımız vardı. Tüm bunlara rağmen idealisttik. Boyumuzdan büyük hayallerimiz vardı.
İşte tam bu dönemde Günay Rodoplu girdi hayatımıza. Hayatımıza dediğime bakmayın ben ve birkaç arkadaşım bu kahramanı ve yazarını yani Alev Alatlı’yı anlamaya çalışıyorduk. Zaten bir solukta okumuştuk kitabı. Viva la Muerte: Yaşasın Ölüm. Orda Kimse Var mı? serisinin ilk kitabıydı. Kitaptan altını çizdiğimiz satırları, paragrafları tartışıyorduk. Etkilemişti bizi, ardından serinin diğer kitaplarını okuduk. Ancak hepimiz Alev Alatlı’yı konuşuyorduk. Kimdi bu kadın? Bizi, içine düştüğümüz sıkıntıları, memleketi nasıl bu kadar iyi okuyabiliyordu?
Yıllar sonra bir röportaj için gittiğim Ankara dönüşünde uçağın kalkış saatini beklerken ona rastladım. Hemen tüm heyecanımı yendim ve yanına gittim. Sanırım uçak için beklemem gereken 1,5 saatin nasıl geçtiğini bilmiyorum. Konuştuk, konuştuk…
Sanki yeni tanışmış iki yabancı değildik de 40 yıllık iki dost gibi. Kâh ben derdime yandım kâh o beni teselli etmeye çalıştı. Ardından uzunca bir süre diyaloğumuz devam etti. Aralıklı da olsa görüşüyorduk. Hatta o dönemde çalıştığım yayın grubunun amiral gemisini yönetiyordum. Rusya ile ilgili bir araştırma çalışması yayınlayacaktık. Ancak biraz Rus insanını tanımlayalım dedik. Bize kim iyi yazar diye düşünürken Alev Alatlı geldi aklımıza. Hemen kendisiyle görüştüm, yazıyı memnuniyetle yazacağını ifade edince çok rahatladım. Ardından muhteşem bir yazı aldık kendisinden… Harika bir analiz yazmıştı. Rus insanının psikoportresini çıkarmıştı. Üstelik tarihsel bir süreç içinden analiz ederek. Tam bir Alev Alatlı yazısıydı.
Aradan yıllar geçti. Bugün yayın yönetmenliğini yaptığım Fikir Coğrafyası Youtube kanalında aydın-devlet ilişkisini tartışalım dedik. Meseleyi Alev hanımla konuşmak üzerine program ortağım Tolga Avşar ile kavilleştik. Kendisini aradım, uzunca bir süre görüşememiştik. Meseleyi kendisine açmam biraz vakit aldı. Açık bir yüreklilikle kendisinin içinde olduğu pozisyonu ve bizlerdeki karşılığını anlattım. Doğrudan kendisine şöyle dediğimi hatırlıyorum. “Siz artık bizim değil devletin aydınısınız. Bu yüzdendir ki, eleştiriye de muhatap olmayı göze alarak, bize aydın devlet ilişkilerinde gerçekleştireceğimiz sohbette eşlik eder misiniz?” Hiç duraksamadan “tabii ki” dedi ve ekledi: “Ben de pek çok konudan rahatsızım” Ardından bugün paçozluk olarak tanımladığı pek çok husustan dert yandı. Rahatsızdı, buna emin olmuştum. Rahatsızlığı aslında paçozlukla birlikte bir şeyler yapamamanın iç sıkıntısı gibiydi.
Akabinde sohbeti gerçekleştirdik. Dileyenler Fikir Coğrafyası Youtube kanalında bu sohbete ulaşabilir. Bütün bunları niye mi anlattım. Biz Alev hanımı tanıdığımızda gençtik ve bizi anladığını biliyorduk. Tüm isyanımızın, itirazlarımızın kaleme gelmiş eseriydi. Her şeye kafa tutan, entelektüel bir okuma yapabilen, ince ayrıntıları gözden kaçırmayan ama gözümüze de sokmadan yani bizi kör etmeden anlatan kişiydi. Bizim, sokağın, yaşadığımız toplumun sesiydi. Sonrasında ne oldu. İktidara yakınlaştığını gördük. Söylemleri değişmeye başladı. Çevreden değil merkezden konuşuyordu. Bize dair yani muhafazakâr, milletçi kitlenin aklı başında kabul ettiği birkaç yazarından birini kaybettiğimizi düşündük. Öyle oldu nitekim. Artık ne bize, ne de bizden olana dem vurdu. Yoksulluğumuza, kimsesizliğimize, mahzunluğumuza hatta ötekileşen halimize bakmaz oldu.
Yayın esnasında sormayı düşündüğüm zor soruları kendisine sordum. Kırmamaya özen göstererek, dikkatli ve üslup dairesinde yönelttim suallerimi. Zaten telefonda da söylemiştim soracağım muhtemel soruları. Ancak yayında telefondaki gibi bir mukabele ile cevaplamadı sorularımızı. Bu tavrından dolayı bir gün olsun ne kalbimde ne de aklımda yargılamadım Alev hanımı… Şunu çok iyi biliyorum. Kapadokya Üniversitesi onun için çok önemliydi. Önümüzde bir Şehir Üniversitesi örneği vardı zaten. Hangi süreçlerle kapatıldığını biliyoruz. Sanıyorum ki, çocuğu gibi emek verdiği üniversitesine bir şey olmasından endişe etti.
Artık Alev Alatlı yok. Çok üzgün olduğumu belirtmeliyim. Onun için rahmet dilemekten başka bir şey gelmez elimden ve biliyorum ki herkes kendi kaderine koşar. Kulaklarımda yavrucum ya da evladım dediği sesini hep duyacağım. Bir de onu hatırlamak istediğimde “Orda kimse yok mu?” serisini tekrar tekrar okuyacağım. Çünkü benim tanıdığım Alev Alatlı o kitapları yazan kadındı. Rahmeten vasia…