Baha YILMAZ'ın 18 Ocak 2024 tarihli yazısı: Afrika Eli, Lahey ve Siz Bizi Alış Verişte Görün!

Bram Fischer adını duydunuz mu? Eminim ki pek çoğunuz duymadı. Doğrusunu söylemek gerekirse Güney Afrika’nın İsrail’e açtığı dava için okumalar yaparken rastladım ben de bu isme... Bram Fischer, Güney Afrikalı, köklü bir ailenin çocuğu, beyaz ırktan hatta dedesi olan Abraham Fischer Güney Afrika’da bir dönem yerel bir hükümete başbakanlık yapmış bir isim. İsimden tahmin edeceğiniz gibi Yahudi asıllı da olabilir. Ancak okuduğum kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlamadım.

İlk gençlik yıllarında İngiltere’de tahsil yaptığı yıllarda aralarında Rusya’nın da olduğu pek çok ülkeyi gezmişti. Ailesine yazdığı mektupların birinde Volga kıyısında konuştuğu Rus köylülerle Güney Afrika’da yaşayan siyahiler arasında hiçbir fark olmadığını belirtmişti. Bu durumdan dolayı psikolojisini ifade eden serzenişlerinin radikalleştiğini ifade ederek tamamlamıştı.

Güney Afrika’ya döndükten sonra Fischer, soylu bir Afrikaner ailesinden gelen ve aynı zamanda Komünist Partiye katılan eşi Molly ile hayatını birleştirdi. Karı-koca hayatlarını Apartheid'in devrilmesi için çalışmaya adadı. Apartheid nedir diye sorarsanız kısaca şöyle açıklayalım: belirli bir ırkın üstünlüğünü savunan kişi ya da yönetimlere verilen ad diyebiliriz.

Fischer, siyasi görüşlerini paylaşmayan çoğu kimseler tarafından bile tam bir dürüstlük sahibi bir adam olarak kabul ediliyordu. Savunduğu görüşleri hayatına aktardı ve bir o kadar da yaşadı. Johannesburg’un Beaumont Caddesi'ndeki evi, o zamanlar benzersiz olan yüzme havuzunda karma ırkların yüzmesi de dahil olmak üzere çok ırklı sosyal ve politik toplantılara ev sahipliği yaptı. Güney Afrika’daki insan hakları mücadelesinin önemli isimlerinden olan Mandela ve Sisulu da bu evin ziyaretçileri arasındaydı. Fischer, küçük kızı Ilse ile aynı yatak odasını paylaşan yetim genç bir Afrikalı kızı gayri resmi olarak evlat edindi. Bunun o dönemin Güney Afrika’sında ne kadar istisnai bir durum olduğunu tahmin edebilirsiniz. Apartheid yönetim tarafından yerleşik hale getirilen ve geliştirilen ırk ayrımı çölünde bu ev, gerçek bir ırksal eşitlik, dostluk ve saygı vahasıydı.

Fischer’i meşhur yapan Mandela’nın da aralarında olduğu 11 kişinin ölüm cezasıyla yargılandığı Rivonia Davası’nda savunma yapan hukukçu ekibin lideri olmasıydı. Savundukları 11 kişinin altısı siyah, biri Hintli ve dördü beyazdı. Mahkeme sekiz ay sürdü. Mahkeme sonunda ölümle yargılanan bu ekipten birkaçı delil yetersizliğinden beraat etti. Ancak geriye kalanların cezaları ömür boyu hapsolarak onandı. Bu sonuç Apartheid yönetime karşı alınmış bir zafer olarak kabul edildi. Bir de bu davada yargılananların ömür boyu dost olmaları da konunun takdir edilecek başka bir yanıydı. Neden diye sorarsanız davada yargılananlar Apartheid rejime karşı mücadele eden farklı grup ve görüşlerin insanlarıydı.

Hani Fischer’in acılarından bahsetmiştik ya. Rivonia Davası'nın sona ermesinin ertesi günü, Fischer'in karısı Molly garip bir araba kazasında göle düşerek boğuldu. Hapishanede Mandela’yı ziyaretinde bu ölümden hiç bahsetmedi. Bunu kendi acılarını başkalarına yüklemek olarak gördü.

Fischer birkaç hafta sonra üyesi olduğu ve bir dönem liderliğini yaptığı Komünist Parti liderliğinden tutuklandı. Londra'daki Privy Council'de bir davayı savunmak için kefaletle serbest bırakıldı. Londra'da kalma çağrılarını reddetti çünkü söz vermişti ve Apartheid’e karşı mücadelede liderlerin, özellikle de beyaz liderlerin ülke içinde bir duruş sergilemesinin hayati önem taşıdığına inanıyordu. Bu arada belirtelim ki, onu komünizme yakınlaştıran dönemin Güney Afrika’sında ırklar arası eşitliği savunan ve oy hakları için mücadele eden komünist gruplardı. Bir diğer husus ise çocukluğunda en yakın iki arkadaşının siyahi olmasıydı.

Oğlunun Cenazesine Gidemeyen Bir Baba

Sözü çok fazla uzatmayalım. Akabinde Apartheid yönetim tarafından vatan hainliğiyle tutuklandı. Savcılık idamla yargılanmasını istedi. Fischer, zalim ve adaletsiz Apartheid sistemi olarak gördüğü şeye razı olmayı ilkeli ve öngörülü bir şekilde reddetmesinin bedelini ağır bir şekilde ödedi. 1966 yılında 58 yaşındayken ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ömür boyu hapis cezası, kendisinin ve eşi Molly'nin tüm hayatı boyunca özveriyle yatalak oğullarına bakamayacakları anlamına geliyordu. Paul yani oğlu; 1971'de 23 yaşında öldüğünde Fischer'in cenazeye katılmasına izin verilmedi.

Pretoria Yerel Hapishanesi'ndeki yetkililer, ona çok sert davrandılar. Tuvaletleri kendi diş fırçasıyla temizlemek zorunda bıraktılar. Kansere yakalanıp uyluk kemiğinde acı verici bir kırılma meydana geldiğinde, duygusuz bir kayıtsızlıkla karşılaştı. Hastalığı ortaya çıkıp banyoda düştükten sonra ağır yaralanmıştı. Hapishane yönetimi haftalar sonra tedavi görmesine izin verdi. 1974'te Fischer'in ölümcül hasta olduğu ve yalnızca birkaç aylık ömrü kaldığı açık olmasına rağmen, Apartheid yönetimi onu serbest bırakmayı reddetti.

Fischer, ağırlaşan hastalığı nedeniyle kardeşinin evine nakledildi. Birkaç hafta sonra 8 Mayıs 1975'te, kardeşinin evinde öldü. Ziyaretçilerin gelmemesi için kardeşinin evi hapishane arazisi olarak tescil edildi.  Ölümünden sonra da küllerine el konularak ailesine verilmedi.

Mandela, Bram Fischer'ı Anma Konuşmasında şunları söyledi: “Vicdanı, onu kendi mirasını reddetmeye ve kendi halkı tarafından dışlanmaya neden oldu.  Özgürlük arayışımda ne kadar acı çekersem çekeyim, gücümü her zaman kendi halkımdan ve kendi halkım için savaşıyor olmamdan aldım. Bram, başkalarının özgürlüğünü garanti altına almak için kendi halkına karşı savaşan özgür ve cesur bir adamdı.”

Tüm bunları niye mi anlattım. Geçmişte pek çok hukuksuzluğu yaşamış, tarihin en önemli insan hakları mücadelelerine sahne olmuş Güney Afrika Cumhuriyeti, Gazze’de katliam yapan İsrail’e Uluslararası Lahey Adalet Divanı'nda hayatının dersini vermek üzere.

Güney Afrika’dan İnsanlık Dersi

Güney Afrika tarafından açılan davada çok sağlam bir dava dosyası hazırlandığını ve soykırım davası olarak görüleceğini kamuoyundan biliyoruz. Uluslararası Lahey Adalet Divanı'nda açılan bu soykırım davasının en önemli özelliği ise bu davaların yalnızca devletlere karşı açılıyor olması. Yani diğer bir değişle burada yargılan Ne Netanyahu ne de İsrailli yetkililer. Doğrudan İsrail devleti yargılanıyor. Bu yönüyle de tarihi bir öneme sahip.

Geçmişinde yaşadıklarından dersler çıkartan Güney Afrika Cumhuriyeti bir insanlık dersi veriyor. Kime diye sorarsanız sadece İsrail’e destek veren batılı devletlere değil, aynı zamanda ölü taklidi yapan Müslüman dünyaya da bir ders veriyor. Hem de neyle? Bir Afrikalının kara eliyle.

Bu dersin önemli bir aktörü olan Bram Fischer yattığı yerde eminim kıpır kıpırdır.

Çünkü Fischer, tüm mücadelesini ülkesini yöneten Apartheid hükümete karşı yaptı. Bugünkü Müslümanlar ya da muhafazakârlar gibi İsrail’in yaptığı soykırıma sessiz ve tepkisiz kalan hükümetlerini suçlamak ya da eleştirmek yerine uzaktan uzağa İsrail’i kınamak ya da göstermelik telin mitingleri yapmadı. Mücadelesini bizzat kendinden olanlara karşı verdi. Kazandı ve bedelini hayatıyla ödedi.