Baha YILMAZ'ın 20 Ocak 2024 tarihli yazısı: Türkiye’nin Devşirme Uzay Atılımı
Türkiye, uzaya ilk astronotunu gönderdi. Gönderdi göndermesine de ortalıkta fena halde karıştı. Uzaya ilk giden Türk olmadığını açıklayanlardan, Alper Gezeravcı’nın şahsi geçmişiyle ilgili pek çok spekülasyonda ortalığa saçıldı.
Peki Türkiye’nin uzaya çıkması için seçtiği bu adam kimdir? Kabaca biraz tanımlayalım. Alper Gezeravcı, 1979’da Mersin’in Silifke ilçesinde doğmuş. İstanbul Hava Harp Okulu'nda Elektronik Mühendisliği alanında lisans eğitimini tamamlamış. Ayrıca Wright-Patterson Hava Kuvvetleri Üssü'ndeki Hava Kuvvetleri Teknoloji Enstitüsü'nde yüksek lisans yapmış. Türk Hava Kuvvetleri'nde savaş pilotu olarak görev yaparken, aralarında F-16'nın da bulunduğu birçok uçakta 15 yıllık uçuş tecrübesine sahip olmuş. Öz geçmişinden anladığımız kadarıyla Ayrıca Türk Hava Yolları'nda 7 yıl kaptan pilotluk yapmış. Anlayacağınız oldukça tecrübeli bir pilot. Tüm tartışmalara rağmen Türkiye’nin böylesi bir tecrübeye sahip bir insan kaynağına ulaşma isteği ciddiye alınması gereken bir talep.
Türkiye Uzay Ajansı’nın bütçesiyle kıyaslandığında uzaya gönderdiğimiz ilk pilotumuzun 55 milyon dolarlık maliyeti bir yana Türkiye’deki uzay çalışmalarına nasıl bir katkı sağlayacağı ise tartışmalı bir alan. Bir de işin siyasi propaganda tarafı var ki, tam evlere şenlik. Aslında bir nevi aracı bir kurum vasıtasıyla uzaya adam göndermiş olduk. Yani yazımıza da başlık olan devşirme, teknolojisi ya da alt yapısı bize ait olmayan hatta ait olmayı bırakın katkısı dahi olmayan ABD’de gerçekleştirilen bir program vasıtasıyla uzaya ilk insanımızı gönderdik. Okuduklarımızdan anladığımız doğrudan bir programa da eklenemedik. Aracı bir şirket olan Axiom adlı bu kurum işin baş aktörü gözüküyor. Axiom, belli bir ücret karşılığında insanları herhangi bir güvenli roketle uzaya götürme amacı güden ve esas amacı gelecekte uzay turizmini başlatmak olan özel bir şirket. Yani diğer bir değişle 55 milyon doları olan her kurum ya da kişi uzaya gidebilme imkanına sahip olabilir. Tabiki belirli bazı şartları sağlıyor olmak kaydıyla.
Türk kamuoyunun bu meseleyi ciddiyetle ve hassasiyetle tartışmadığını görüyoruz. Meselenin ne artılarının ne de eksilerinin duygusal refleksler dışında ortaya serilmediğini de müşahede ediyoruz. Bu meseleye muhalif ya da tarafgir olan bir grup trol tarafından her iki anlamda da köpürtüldüğünü de üzülerek izliyoruz. Oysaki bu tür programların çok daha derin temellerinin olması gerektiğini ve bu tarz çalışmaları yürütecek ciddi bir insan kaynağınızın olması gerektiği de aşikar. Böylesi bir kaynağımız var mı, yok mu? Bilmiyoruz.
Üstelik bu anlamada ciddi çalışmalara imza atmış. ABD dışında pek çok ülke var. Örneğin Hindistan, Çin, Japonya ve tabiki Rusya. Neden bu ülkelerle değil ABD ile çalışıldığını da bilmiyoruz. Oysaki daha düşük bir maliyetle çalışma ihtimali olabilir miydi ya da sadece uzaya adam göndermek değil teknoloji ve bilgi transferine yönelik iş birlikleri ya da eğitim programları gerçekleştirilebilir miydi? Bunu da bilmiyoruz. Hemen hemen her konuda olduğu gibi bu meseleyi de hamasete bağlamış gözüküyoruz.
Geçtiğimiz ağustos ayında yine bu sayfada Hindistan’ın Ay programı ile ilgili teferruatlı olduğunu düşündüğüm bir metin kaleme almıştım. Bu metinde özellikle Hindistan’ın uzay serüveni ili ilgili bazı konuları aktarmaya çalışmıştım. Sanırım bu yazıyı tekrar paylaşarak bugünün meselesine geçmişten bir bakış sergileyebiliriz:
“Paryalar Ay’a İndi, Bu Tesadüf Olabilir mi?
Geçtiğimiz çarşamba günü ülkemizde pek hissedilmeyen ancak bütün dünyada büyük bir heyecanla karşılanan bir gelişme oldu. Hindistan, Ay’a iniş gerçekleştirdi ve üstelik bu inişini de Ay’ın güney kutbu bölgesinde gerçekleştirdi. Peki bu ne anlama geliyor? Öncelikle Ay’ın karanlık tarafının etkisi altında olan bu bölgede donmuş su olup olmadığını araştıracak Hindistan. Ayrıca eğer suya ulaşırsa Ay’da bir uzay üssü kurulup kurulamayacağını araştıracak. En azından basından öğrendiğimiz bu. Bu anlamda yazıya attığım başlık sizi yanıltmasın, bu bir küçümseme ya da tahkir içermiyor. Tam tersine bir hayranlık ifadesi barındırıyor.
İlanla uzay adamı arayan ülkemizi bir kenara bırakırsak Hindistan bu noktaya nasıl geldi biraz ona bakalım. İlk uzay çalışmalarına 1962 yılında başlıyor Hindistan. Oldukça da küçük bir bütçeyle hatta müstakil bir kurum bile değil o zaman. 1969 yılında, yani Amerika’nın Ay’a iniş gerçekleştirdiği yıl Hindistan Uzay Araştırmaları Kurumu (ISRO) kuruluyor. Kuruluşunun üzerinden 6 yıl geçmeden Sovyetlerin teknik ve ekipman desteği ile ISRO ilk uydusu Aryabhata'yı Nisan 1975'te başarılı bir şekilde uzaya fırlatıyor. Hemen akabinde Sovyetlerin 1984'deki Soyuz T-11 uzay aracının üç mürettebatından birisinin Hintli astronot Rakesh Sharma olduğunu görüyoruz.
Bağlantısızlar Hareketinin Avantajı
Ruslarla yapılan bu iş birliğinin siyasal bir karşılığı var. Hindistan’ın bağlantısızlar hareketinin bir üyesi olması onu her ülkeyle iş birliği yapabilecek bir konuma getirdi. Yani sizin anlayacağınız ISRO hem Ruslarla hem de Amerikalılarla iş birliği yapabilecek bir avantaj elde etmiş oldu. Bugün Hindistan bu anlamda her ülkeyle iş birliği yapabiliyor.
ISRO aktif olarak uzay çalışmaları alanında yürütmekte olduğu dört misyon ile
Mars (Mangalyaan),
Venüs (Shukrayaan),
Ay (Chandrayaan) ve insanlı uzay misyonu (Gaganyaan) ile ABD, Rusya, Çin ve AB'nin yanı sıra dünyanın ilk 5'inde yer almakta. Çarşamba günü başarılı oldukları Ay(Chandrayaan) programı birden bire başarıya ulaşmış bir proje değil. Hatta üçüncü denemelerinde başarılı oldular. Chandrayaan 1'i Ekim 2008'de Ay'ın yörüngesine göndermeyi başardığını biliyoruz. Hazırlık aşamalarını da düşünürsek sadece Ay projesi için 16-17 yıllık bir başarı ve istikrar öyküsüyle karşılaşıyoruz.
Mühendislerin, Fizikçilerin ve Yüksek Matematikçilerin Başarısı
Peki, bu başarının arkasında ne var? Pek tabii ki, Hindistan’ın yetiştirdiği mühendislerin, yüksek matematikçilerin, fizikçilerin yani diğer bir değişle üstün insan kaynağının varlığı var. Mars (Mangalyaan) projesi ise bu nitelikli insan kaynağının bir başarısı olarak görebiliriz. Tüm yokluklara ve imkansızlıklara rağmen Mars’a ulaşan ilk ülke olma unvanını elde eden bir başarı öyküsü. Hatta bu başarıdan dolayı ISRO’nun 50’nci yıl kutlamalarına istinaden bu başarının konu edildiği bir film de yapıldı. Bu satırları okuyanların filmi seyretmelerini öneririm. Mars görevinin ardındaki malzeme bilimcilerinin, iletişim mühendislerinin, tasarım mühendislerinin ve matematikçilerin, fizikçilerin başarısını anlatan bir film: Mission Mangal.
KM’si 7 Rupi’ye Gelen Mars Projesi
ISRO 1,8 milyar dolarlık bütçesi ile dünyanın en mütevazı uzay araştırmaları merkezi olma özelliğini de taşıyor. ISRO’nun rakibi olarak görebileceğimiz NASA'nın bütçesi ise 21,5 milyar dolar. Hatta ISRO'nun Ay misyonunun maliyeti yaklaşık 150 milyon dolar iken, 2014'de Hollywood yapımı uzay filmi Yıldızlararası'nın bütçesi 165 milyon dolar civarıydı. Konuyu biraz daha abartalım, 2018 yapımı diğer bir uzay filmi Avengers: Sonsuzluk Savaşı'nın bütçesi ise 356 milyon dolardı. Daha açık bir ifade ile Hindistan, Hollywood'un uzay filmleri bütçesinin yarısına yakın bir bütçe ile uzay misyonlarını gerçekleştirebiliyor. ISRO’nun 50. yılı için çekilen Mission: Mangal filminin son bölümünde şöyle bir maliyet mukayesesi yapılıyor. Ahmedabat’da 1 km mesafenin ulaşım maaliyeti 10 rupi iken Mars’a gidiş maliyetinin km başına 7 rupi oluğu ifade ediliyor. Evet her şey para değil ama yine de bir maliyeti var. Bugün ISRO’nun yıllık bütçesi 1,8 milyar dolar.
Her şey Para Değil ama Yine de Bütçe Önemli
Gelelim ülkemize, Türkiye Uzay Ajansı 2018 yılında kuruldu. Ajans kurulduktan sonra kamuoyunda pek çok tartışma ve polemik de yaşandı. Tartışmaların odağında kurulan ajansa yüklenilen misyonlar ve bu misyonlar karşılığında verilen bütçeler vardı. Plan ve Bütçe Komisyonu 2022 yılı toplantılarında dönemin CHP Milletvekili Tacettin Bayır’ın tutanaklara geçen ifadelerine bakalım: “Şimdi, bizdeki Uzay Ajansında 2023 ödeneği 1 milyar 618 milyon lira, 2024 tahminî ödeneği ise 1 milyar 868 milyon lira, 2025 tahminî ödeneği ise 2 milyar 75 milyon lira olarak öngörülüyor. Ayrıca, şu önemli tabii: Sadece Uzay Ajansı kurumunun değil, tüm devlet kurumlarının uzay ve havacılık alanındaki toplam ödenekleri ise şöyle: 2023'te 3 milyar 572 milyon, 2024'te 4 milyar 311 milyon, 2025'te 4 milyar 928 milyon. Şimdi bu rakamları niye verdim? Dedim ya, dikkat çekmek istiyorum. Peki, dünyada uzayla ilgili çalışma yürüten ülkelerde durum nedir? Mesela, astronot göndermiş bazı ajansların bütçeleri şu: NASA'nın 23 milyar dolar yani 460 milyar TL, ESA'nın 6 milyar euro yani 120 milyar lira, Rusya Uzay Ajansının 1,7 milyar yani 34 milyar lira, Almanya Uzay Ajansının 1,1 milyar euro yani 22 milyar lira. Bu rakamlara baktığımız zaman, işin doğrusu, dünyada uzayla ilgili bütçe ayırıp da çalışma yapan ülkeler ile bizim ülkemizdeki rakamlar arasında uçurumlar var, neredeyse 10 misli, 100 misli gibi rakamlar var. Dolayısıyla bu böyle olunca... Şimdi, mesela, Çin Uzay Ajansına yılda 8 milyar dolar bütçe aktarıldığı tahmin edilirken Hindistan'da bile 2 milyar dolar civarında kaynak aktarılıyor; yanlış anlaşılmasın, 2 milyar dolar yani 40 milyar lira. Peki, bizdeki rakamlar ne civardaydı? 3 milyar, 4 milyar vesaire. Bu rakamlara göre, Sayın Bakanım, uzay, bizim için sadece hayal olmaktan ibaret kalıyor.”
Bayır, kendince yaptığı bu kaba hesabı daha da detaylandırarak sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Uzaya çıkmak için 2022 bütçesinde Türkiye Uzay Ajansına ayrılan kaynak sadece 61 milyon 293 bin lira; bunun zaten 17,3 milyon lirasını personel ve SGK giderleri olarak düştüğünüzde elinize kalır 44 milyon lira para.”
Hayaller Mars Gerçekler Ankara
Evet, büyük hayaller kurmak güzeldir ancak hayallerinizin gerçekleşme ihtimali, o hayaller için ne yaptığınızla ve ne kadar istediğinizle alakalı bir süreç. Türkiye Uzay Ajansı’nın kurulmuş olması ve bir şekilde yola çıkılmış olması önemli bir adımdır. Ancak Türkiye Uzay Ajansı’na ayrılan bütçeleri gördüğümüzde ne kadar gerçek olduğunu ya da ne kadar siyasal bir vaat içerdiğini anlayabiliriz. Bugün ISRO’da 17 bin civarında personel çalışıyor. Diğer ülkelerin uzay ajansları mukayese edildiğinde mütevazı bir bütçe de söz konusu. Ancak Hindistan örneğinden biliyoruz ki bir şeyi yeteri derecede isterseniz başarı kaçınılmaz. Yetiştirdiğiniz insan kaynağı bu başarı için temel anahtar görevi yapabilir. Öte yandan Hindistan’ına çok kültürlü ve çok dinli bir ülke olduğunu da unutmamak gerekiyor. Oysa bize baktığımızda değil bir böylesi bir hedefe odaklanmış bilim insanlarımızı çalıştıralım. Mevcut yetişmiş insan kaynağımızı dahi elimizde tutamıyoruz. Daha rahat, daha özgür ve daha adil bir hayat için yurt dışında çalışmayı tercih ediyorlar.
Fark ettiniz mi? Talepleri ne kadar basit… Bu talepleri neden karşılayamadığımızı düşünmenin zamanı gelmedi mi?”