Baha YILMAZ'ın 2 Şubat 2024 tarihli yazısı: Can Atalay ve Tünelin Ucundaki Işık!

Geçtiğimiz günlerde meclis oldukça karışık ve kaotik saatler yaşadı. Saatler dediğime bakmayın. Meselenin ön hazırlığı aylara varan bir süreç barındırıyor. Kaosa ve sert tartışmalara sebep ise Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesine yol açacak Yargıtay kararının mecliste okunmasıydı. Aslına bakarsanız Türk demokrasisi ve parlamenter tarihi için yeni bir utanç sayfası oluşturdu.

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay hakkında verdiği hak ihlali kararını Yargıtay’ın yok sayması, üstelik kararlarına uymakla mükellef olduğu Anayasa Mahkemesi'ne direnmesi ve meydan okuması, açık bir şekilde planlı ve organize bir anayasa ihlali, sistem içi bir darbeydi, diyebiliriz.

TİP Başkanı Erkan Baş’ın fezlekenin okunması öncesi yaptığı konuşmada bir cümle oldukça manidar ve bir o kadar da süreci anlatan, niyeti ifade eden bir açıklamaydı. “Can Atalay 9 aydır milletvekili idiyse niye tutuklu? Yok eğer milletvekili değilse bu fezlekeyi niye okuyorsunuz? Aslında bu cümleler meselenin çok daha farklı yönlerinin olduğunu gösteriyor. Herkes bu farklı yönlerin oldukça bilincinde, kimin, ne için, ne yaptığını biliyor.

Bu kavganın sonucunda olan anayasaya oldu. Artık yok hükmünde bir anayasamız ve bu anayasayı korumakla görevli bir mahkememiz yok.

Bu ağır durumun, ki bu konu uzun yıllar tartışılacak bir konudur. Mecliste gerçekleşen, diğer bir tabirle milletin iradesinin tecelligahı olan makamda olması meselenin daha da vahim noktasıdır. AK Partili meclis başkanının yani Numan Kurtulmuş’un yurt dışına gittiği yoksa kaçtığı mı demeliydik, idare etmeye çalıştığı, bu konunun çevresinde ne kadar az gözükürsem o kadar iyidir dediği bir ortamda gözü kara bir başkanvekili bulundu. Gözü kara dememizin sebebi diğer başkan vekillerinin okumayı kabul etmediği Atalay’a ilişkin Yargıtay kararını okuyacak bir kişiydi. Meclis Başkan vekillerinden Bekir Bozdağ, kararı meclis genel kurulunda okutarak Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesini sağladı.

Halk oylarıyla seçilmiş bir kişinin milletvekilliği, Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen, anayasaya aykırı bir şekilde düşürüldü.

Şimdi bu kadar vahim olan bu durum karşısında “sokakta bir karşılığı var mı?” diyecek olursanız eğer tabii ki yok. Çünkü sokak kendi canının derdine düşmüş durumda. Zamlardan, enflasyondan, düşük gelirden bir hayli hırpalanmış. Peki sokak bu haldeyken muhalefet ne yapar? Hiç demek haksızlık olmasa gerek. CHP’nin yani ana muhalefet partisinin eylem çağrısına hiçbir tepki verilmedi. Sokakta karşılığı olmayan, teşkilatı olmayan bir tabela muhalefet ile karşı karşıyayız.

Görünen o ki, Türkiye yeni bir otoriter rejimin eşiğinde… Evrensel olan her alanla bağları kopan, kendi içinde tutarlılığı üst düzeyde olan bu yeni rejimin adını ilerleyen yıllarda tarihçiler yazarlar. Biz görür müyüz? Bilmem. Öyle anlaşılıyor ki, bu yeni rejimin ihtiyacı olan artık yeni bir anayasadır.

Bir süre sonra daha demokratik(!), yerli ve milli anayasa çağrılarını görmeye başlarız. Artık her şey hazır gözüküyor. Etkisiz bir muhalefet, devreden çıkarılmış ve iradesi söndürülmüş bir parlamento, tüm gücü eline toplamış bir yürütme, bu yürütmeye tabi olmuş bir yargı…

Yazının başlığında tünelin ucundaki ışık demiştim. Sakın o üstümüze doğru gelen tren olmasın…