Furkan ERKAN’ın 19 Eylül 2023 tarihli yazısı: Bir Amatörün Gözünden: Basketbol

Geçtiğimiz haftalarda ‘’Bir Amatörün Gözünden’’ başlığı altında Formula 1’e dair bir yazı kaleme almıştım hatırlarsanız.

Bu haftaki yazımda da aynı başlık altında basketbola dair izlenimlerimi aktarmaya çalışacağıım.

‘’Bir Amatörün Gözünden’’ diyorum çünkü birçoğumuz vakıf olmasa da bazı alanlarda ucundan kıyısından bilgi sahibiyizdir. Bu denli kısıtlı derecede söz konusu alanla ilgili bilgi sahibi olmak da o alana karşı farklı bir bakış açısıyla bakmamızı sağlar.

Elbette eksik bilgiyle bir yerden sonra tıkanırsınız ama sınırlı da olsa farklı yönleriyle o konuyu ele alabilme kabiliyetiniz varsa o zaman çok da problem yok demektir.

Neyse biz konumuza dönelim.

Çocukken Kanal D’nin sabah ve öğle sonrası yayınladığı Looney Tunes (bizde ‘’Sevimli Kahramanlar’’ olarak yayınlanan) kuşağı vardı. Sanırım o zamanlar en çok sevdiğim çizgi film oydu.

Bir gün oradaki karakterlerin olduğu yarı animasyon yarı gerçek oyuncuların birlikte yer aldığı o meşhur filmle karşılaşmıştım.

Evet Space Jam! Michael Jordan adındaki bir basketbolcu ve sevdiğim karakterler dev uzaylılarla kıyasıya bir basket maçı yapıyorlardı.

Filmi defalarca izlemiştim. Ancak başroldeki Michael Jordan’dan da bu filmi görene kadar pek haberdar değildim. Benim için Michael Jordan adında bir basketbolcuydu kendisi sadece…

Çarşıda, pazarda o meşhur kırmızı boğa logolu basketbol takımını görmenin dışında Jordan’a dair bilgim sıfırdı.

Sonra İlkokul’da ödev olarak bir spor müsabakasını izleyip bunun notlarını almamız istenmişti.

Ödevi 12 Dev Adam maçlarından biri üzerine yapmıştım.

Bu vesileyle ‘’4 Periyot’’, ‘’Smaç’’, ‘’Ribaund’’, ‘’Blok’’, ‘’Perdeleme’’, ‘’24 saniye’’ gibi kavramları da öğrenerek basketbol dünyasına ufaktan bir giriş yapmıştım.

Aradan biraz zaman geçince mahalledeki bazı arkadaşlarla maçlar yapmaya başladık. Bu beni biraz yoruyordu açıkçası. Boy uzama konusundaki etkisinin de farkındaydım ama kan ter içinde kalıyordum.

Üstelik karşımdaki kişiler benden daha kondisyonlu, daha uzun boylu ve yaşları da daha büyüktü.

Bunun yerine biraz daha sıfırdan başlayıp profesyonelliğe doğru ilerlemek için kursa yazıldım.

Acemiler grubundaydım ve 4-5 ay gayet iyi giderken Yıldızlar tarafına kaymama da ramak kalmıştı.

Taa ki kursun tanıdığımız müdürü oradan ayrılana kadar…

Kendisi ayrıldığı an benim de Yıldızlar’a girme hayalim biraz sekteye uğramıştı.

En sonunda ben de kurstan ayrıldım ve basketbola dair ilgimi kaybetmeye başlamıştım.

Tek tük izleyebildiğim NBA maçlarına da bakmaz olmuştum.

Ama yine de basketbola dair ilgimi kaybetmediğim bir şey vardı o da tabii ki 12 Dev Adam maçlarıydı.

Ne olursa olsun o maçları büyük bir heyecanla oturup izliyordum. Tabii Athena’nın takım için yaptığı o özel şarkıyı da unutmamak lazım.

Yanlış hatırlamıyorsam 2008 ya da 2009 olması lazım. 12 Dev Adam maçları NTV’deydi ve neredeyse ülkece maçı birlikte izliyorduk.

Bazı AVM’lerde özel etkinlikler düzenlenip akşamları büyük ekranlarda o maçların izlendiği bile oluyordu.

Hidayet Türkoğlu, Ersan İlyasova, Semih Erden ve o finaldeki hareketiyle maçı anlatan spikerin defalarca ismini zikrettiği Kerem Tunçeri…

İşte ben bu yıldız isimlerle bu birliktelik ve heyecan duygusuyla basketbolu yeniden sevmeye başlamıştım.

Yalan yok bu maçlar dışında yine basketbolu pek takip edemedim. Ama benim için her daim özel bir spor olarak yerini korumaya devam ediyordu.

Aradan yıllar geçti ve Netflix’te izlediğim 2 yapım artık basketbol konusunda bende bir kırılma yaratmaya yetmişti.

Adam Sandler’ın oynadığı Uncut Gems filmi ve The Last Dance belgeseli…

İlkini zaten merakla bekliyordum. Beklediğimin de fazlasını aldım. Orada özellikle Boston Celtics oyuncusu Kevin Garnett’ın kendisini oynaması ve basketbola dair bahislerin senaryoda yer alması epey ilgimi çekmişti.

Fakat The Last Dance’i izlemekle birlikte artık bu spora dair belki de bugüne dek yaşayamadığım tüm yoğun duyguları soluk soluğa hissediyordum.

Yazının başlarında Michael Jordan adında bir basketbolcu demiştim ya işte o gerçekten büyük bir basketbolcuymuş aslında.

Ve o belgeselde zamanında çekilmiş bir el kamerası görüntüleri sayesinde 90’lı yıllardaki maçları sahada yeniden izliyormuşçasına bir deneyim yaşatılıyordu. Taraftarların psikolojisi, soyunma odasındaki gerginlikler ve inişleri çıkışlarıyla o büyük NBA takımları…

Belgeselden etkilenmemden birkaç ay sonrasında Formula 1’de olduğu gibi NBA maçlarını paralı kanallar üzerinden takip etmeye başladım.

Takımların durumuna bakma, Lakers maçlarına hangi ünlüler gelmiş derken müptelası olmuştum iyice.

Evet yazıyı çok uzattığımın farkındayım. Zaten yine basketbolu çok sıkı takip ettiğimi söyleyemem ne yazık ki.

Dile kolay en sıkı maçlar sabahın 3’ünde yayınlanıyor. Ertesi güne kaydedip izlemeye çalışsam bu sefer de ne tamamını bitirebileceğim ne de canlı olmadığı için pek keyfini çıkaramayacağım.

Ama gördüğünüz üzere ara ara olsa da basketbolla ilgili yaşadığım kısa süreli etkileşimler bu spora olan ilgimi, sevgimi mümkün mertebe hiç kaybettirmedi. Bunun birçok alanda da geçerliliği olduğunu düşünüyorum.

Basketbolu da bir amatör gözle neden sevdiğimi soracak olursanız parlak ışıklarla ve ünlülerle dolu bir sahada, takım oyununun hakkını veren bir müsabaka izlemenin kendine has zevki diyebilirim sanırım.