Nesrin Yarım Özoğlu'nun 17 Şubat 2023 tarihli yazısı: Biz Küçükken
Biz küçükken sokaklarda özgürce oynayan, annemizin komşumuza gönül rahatlığıyla emanet ettiği, tek korkusu karnesinde gelecek kırık not olan, gülen, çok gülen, umut dolu çocuklardık. Sonra ne mi oldu? Milenyumun bizi daha çok mutlu edeceğine inandırıp, hayaller kurdurdular ve milenyum biz çocuklara hiç de iyi gelmedi.
Bu yazım 90’lı yıllarda çocukluk yaşayanlara istinadendir. İstanbul’un göbeğinde 90’lı yıllarda mahalle okuluna yanında anne babası olmadan gidebilen, okula giderken de arkadaşları ile gülüp eğlenen, okul çıkışlarında erkek arkadaşlarının futbol maçına tezahürat yapan, çok gülen, etrafından kötülük beklemeyen, güven dolu çocuklardık. O dönemler kafamıza 2000’li yılların mucizeleri ve kerametleri yeni yeni sokulmaya başlıyordu. 2000 yılını dört gözle beklemiştik. Son üç-beş yıl milenyum hayalleriyle geçti. 2000’li yıllar yani yeni bir yüz yıl, yeni bir bin yıl başladığında her şey çok değişecekti. Teknolojik gelişmeler uzun uzun anlatılıyor, bunun yanında kıyamet senaryolarının da biri bitip biri başlıyordu. Biz uzay çağını yaşacağız diye hayaller kurarken hiç de öyle olmadı. Sonraki her yıl daha kötü bir felaket yaşayacağımızı bilmeden 1999 yılında en büyük sandığımız o felaketi yaşadık. Küçücük bedenimizle korkunun içinde kendimizi bulduk. Merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesi olan 7.4 büyüklüğünde bir deprem gerçekleşti. Ankara’dan İzmir’e kadar geniş bir alanda etkili olan ve resmi raporlara göre 18 bin 373 kişinin yaşamını yitirdiği Marmara Depremi, en büyük felaketlerden biri olarak tarihe geçmişti. Sonrası mı? Biz küçükkenden çok çok başka geçti.
2000’li yıllar felaketler ile mi geldi bilinmez ama artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı. O kadar kısa sürede o kadar büyük acılar, olağanüstü olaylar yaşadık ki... Küçükken nasıl bir dünyada yaşadığımızı unutuverdik. Ekonomik krizler, depremler, ciğerlerimizi yakan, günlerce söndürülemeyen devasa orman yangınları, ardı arkası gelmeyen, bitmeyen maden kazaları, bizden aylarımızı, yıllarımızı ve binlerce canımızı alan pandemi, şehirleri birbirine katan seller, taşkınlar... Ve aklıma gelmeyen, her yeni felaketin bir diğerini unutturduğu nice olay. Son olarak ise 35 binin üzerinde canımızı alan, bu rakamın daha da artacağını düşündüğüm, tüm yaşadığımız acıları unutturan, asrın felaketi olan, bir değil 10 ilimizi birden vuran bu deprem...
Bu sefer ateş düştüğü yeri değil, tüm Türkiye’yi yaktı. Üşümekten, yatmaktan, yemekten utanır olduk. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen nice canı düşündükçe uyumaya korkar olduk. Kundaktaki bebekleri, hikâyesi yarım kalan gençleri düşündükçe yaşamaktan utandık. Bu sefer bambaşkaydı dedik ya, şehirlerin yerle bir olduğu, köylerin ikiye bölündüğü, dev yarıkların oluştuğu, otoyolların patladğı, 500 atom gücü etkisinde olduğu belirtilen korkunç bir felaket yaşadık. Tüm Türkiye bu felaketin etkisinde kaldık. Bu sefer “Daha ne görebiliriz ki” demeye de korkar olduk.
1999 depreminin üzerinden 24 yıl geçmesine rağmen gördük ki tedbir almayı hep bir kenara koymuşuz. Deprem ülkesi olduğumuz kafamıza vurula vurula söylense de depreme hazırlıklı olmamız hep geride durmuş. Yetersiz denetimlerden geçen, inşaat sırasında eksik malzeme kullanılarak yapılan binalar kaderimiz olmuş. Bilim, aşırı kâr hırsına yenik düşmüş. Ders almak şöyle dursun, unutmak en iyi bildiğimiz iş olmuş. 2023 yılında 10 ile etki eden bu deprem tekrar gösterdi ki bu ülkenin en büyük gerçeği deprem. Ancak bir an önce buna odaklanarak bilim insanlarının ışığında bu felaketle baş edebilriz.
Kısacası 2000’li yıllar bize hiç iyi gelmedi. Yaşadığımız felaketler bir yana, artık okula elini kolunu sallaya sallaya giden çocuklar yok. Komşusuna, eşine dostuna çocuğuınu emanet edebilen ana babalar da yok. Çocukların kahkahaları sokakları da inletmiyor artık. Tek korkuları karnelerinde gelen kırık not hiç değil. Çocuklar güvensiz, umutsuz, mutsuz... Ne oldu da böyle oldu? Bunu bilen de yok.