Tuğba EROĞLU'nun 9 Kasım 2023 tarihli yazısı: Bozkırın Tezenesine Ufak Bir Mektup

“Aydost” deyince yeri göğü inleten, 74 yıllık ömrüne en çok yoksulluk bir o kadar da “garip”lik sığdıran ustama saygı ve sevgiyle…

Mektup, çağımızın neredeyse unutulan bir iletişim aracı olmasına rağmen benim için çok özel ve kişisel bir gönül bağı yoludur. Gönülden gönle bir sevgi varsa bunu yazıya dökmek marifet ister ve marifet elbet ustalara yakışır fakat ben de naçizane kendi çapımda size olan hayranlığımı ve özlemimi yazıya dökmek istedim. Bozkırın o kara sıcağını da kuru ayazını da yemiş bir genç kız olarak belki de yaşımın ötesinde derin şeyler düşünüyorum sizin o anlamlı türkülerinizde.

Kültür denen o eşsiz mozaiğin en güzel telinde sayenizde yer almak ne kadar onur verici bilemezsiniz üstadım. Ta küçükken babamla beraber o sarı buğday tarlalarının arasında tek şeritli köy yolunda araba ile yol alırken sizin kasetlerinizi dinlerdik. O zamanlar sözlerin derinliğini anlayacak yaşta değildim tabii. Ezgiye kapılır, bazen ellerimi şıklatır, varacağımız yere ayrı bir heyecan ile varırdık.

Büyüdükçe sizi aileden biri gibi görüp bahseder olduk. Hatta öyle ki Neşet baba, Neşet dede gibi söylemler dolandı dillerde. Konserlerde gösterdiğiniz o incelik, her zaman vurgulamış olduğunuz insanlık ve ortak dilimiz olan sevgi, yüzünüze de sazınıza da o kadar yansımıştı ki sizi sadece bozkır değil Ege’nin bir köyünde zeytin toplayan Mehmet amca, Kars’ta kaz peşinde koşturan Ayşe teyze de dinler olmuştu. Peki kanınızdan olmayan, bir kere sohbet bile etmediğiniz bir insanı neden bu kadar çok seversiniz? Biz seni o kadar kendimizden gördük ki Neşet baba, sanki aileden, sanki içimizden biriydin. Biz dertlendik seni dinledik, sen dertlendin bize çaldın. Bize içini açtın. Aç kaldığın, açıkta kaldığın günleri samimiyetle anlattın.

Hiçbir zaman para kazanmak ya da zengin olmak değildi niyetin. Sen nice gönüller kazandın da gittin. Her zaman gönül kazanmanın mülk kazanmaktan çok daha zor olduğunu söyledin. Yanmadığı sevdanın, çekmediği çilenin türküsünü söylemeyen, ne yaşadıysa onu sazına, sözüne, sesine, döken, Anadolu’ya fısıldayan üstadım. Sen kendine “garip” demişsin, aslında garip olan sen değilsin üstadım. Garip olan, senin sesinden, senin telinden, senin o sıcak gülüşünden mahrum olan bizleriz.

Peki nasıl oldu da babasının peşinde kâh yalınayak o köyden o köye ekmek peşinde koşan bu garip çocuktan, bütün ülkeyi bir araya getiren büyük bir ozan var oldu? Sanıyorum bu soruyu size sorsam mütevazı bir duruşla bana gülümser ve şu sözü fısıldardınız: “Hak bildiğim yoldan ayrı gitmedim, koğular getirip gıybet etmedim, gönülleri kırıp can incitmedim, bir garip sazımı çaldım, giderim.”

Evet maalesef gittiniz, gönüllerde ve yüreklerde derin izler bırakıp da gittiniz. Acılar, sevdalar, küskünlükler, gördüğünüz vefasızlıklar sanki sizi ve ruhunuzu besleyerek gittiniz. Yaşadığınız her şeye rağmen hayatın gerçeğini kavrayıp vefasızlık, sevgisizlik ve acımasızlık barındırmadınız. İnsanların yüreklerine giden gönülden gönle bir bağ olduğunu, her şeyin gönülle yapılacağını, gönülsüz olanın olmayacağını biz gariplere duyurmak için bağıra çağıra gittiniz.

Evet şimdi anlıyorum türkülerinizdeki o anlamlı sözleri. “Keşke bu kadar yokluk, çile çekmeseydi. Keşke daha çok değeri bilinseydi” diyorum ama seni de sen yapanın bunlar olduğunu biliyorum. Belki çile çekmesen o saza öyle dertli vurmayacak, belki bizi bu denli mest etmeyecektin. Bu dünyada çok gülemedin, hepimizi sözlerinle ve gidişinle ağlattın. Ama sen orada çok huzurlusun biliyorum, çünkü seni hep güzel anıyoruz.

Ustam, hemşehrim, örnek aldığım can Neşet babam... Ruhunda çiçekler açsın…