Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 4 Ağustos 2024 tarihli yazısı: Durumsal Analiz

Hayatın adaletsizlikleriyle yüzleşmek, insan ruhunun derinliklerinde karmaşık ve yoğun duygular uyandırır.

Hakkını alamayan bir kişinin içinde bulunduğu duygusal durum, sadece bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda evrensel bir insanlık dramıdır.

Tarihin sayfaları, haksızlığa uğrayan kişiler gibi toplumların da acı dolu hikayeleriyle doludur. Bu hikayeler, bazen soykırım, işgal, zulüm ve bazen de ekonomik ve sosyal adaletsizlikler şeklinde karşımıza çıkar.

Zulme ve şiddete maruz kalan bir toplumun ve milletin içindeki duygusal durum, yalnızca bireylerin değil, aynı zamanda kolektif bir bilinçaltının da derin yaralarını yansıtır.

Haksızlığa uğramış bir toplumun en belirgin duygusal durumlarından biri umutsuzluk ve kederdir. Adaletin sağlanmadığı, hakların çiğnendiği ve insanların baskı altında olduğu bir ortamda, bireyler derin bir umutsuzluk hissine kapılırlar. Bu durum, karanlık bir gecede kaybolmuş bir yıldız misali, insanların geleceğe dair umutlarını yitirmelerine neden olur.

Umutsuzluğun yanında, haksızlığa uğrayan bir toplumda öfke ve isyan duyguları da güçlü bir şekilde kendini gösterir. Haksızlık karşısında sessiz kalmak, zamanla yerini öfkeye bırakır. Bu öfke, adaletin sağlanmaması durumunda toplumsal bir isyana dahi dönüşebilir. Öfke, bir yanıyla yıkıcı olsa da, diğer yanıyla değişim ve dönüşüm için bir motivasyon kaynağı olabilir.

Zulme ve şiddete uğrayan bir toplumun ve milletin içindeki duygusal durum, umutsuzluk, keder, öfke, isyan, korku ve güvensizlik gibi negatif duyguların yanı sıra dayanışma ve direniş gibi pozitif duygularla da şekillenir. Bu duygusal durumlar, toplumların tarihini, kültürünü ve kimliğini derinlemesine etkiler. Edebi eserler, bu duygusal durumları en iyi şekilde yansıtarak, haksızlık karşısında insan ruhunun direncini ve gücünü gözler önüne serer. Haksızlığa uğrayan toplumlar, bu duygusal zenginliklerini, tarihsel ve kültürel bir miras olarak geleceğe taşır ve bu miras, onların mücadele azmini ve direncini besler.

Ancak, haksızlığa uğrayan bir toplumun içinde dayanışma ve direniş duyguları da güçlü bir şekilde yeşerir. Zulüm ve şiddet karşısında birlik olma, birbirine destek olma ve birlikte mücadele etme isteği, toplumun direnç mekanizmalarını harekete geçirir. Bu dayanışma, toplumsal bağları güçlendirir ve bireylerin birbirine olan güvenini yeniden tesis eder.

Halide Edib Adıvar'ın "Ateşten Gömlek" romanında, milli mücadele dönemindeki dayanışma ve direniş ruhu şu sözlerle ifade edilir:

"Birlikte yandık, birlikte dirildik. Ateşten gömleklerimizi giydik, ama birlikte zaferi kazandık."

Bu dayanışma ve direniş ruhu, haksızlığa karşı en güçlü silahlardan biridir ve toplumların ayakta kalmasını sağlar.

Bu ruh, birçok masum millet için umut olmamış mıdır?

Günümüzde de Dünya genelinde bunun örnekleri yok değil midir?

Birey olarak karşı karşıya kalınan ya da uğranılan haksızlıklara ne demeli?

Hakkını alamayan bir kişinin içinde bulunduğu duygusal durum, umutsuzluk ve keder gibi yoğun duygularla doludur. Ancak, bu duygusal süreç aynı zamanda bireyin yeniden doğuşuna ve daha güçlü bir kişilik kazanmasına da vesile olabilir.

Hakkını alamayan bireyin yaşadığı en derin duygularından biri, umutsuzluktur. Geleceğe dair umutlarını yitiren kişi, keder denizinde kaybolmuş hisseder kendini. Umutsuzluk, bireyin motivasyonunu ve yaşama sevincini törpüler. Keder, her gün biraz daha ağırlaşan bir yük gibi biner bireyin omuzlarına acımasızca.

Bu duygusal karmaşa içinde, mağdur kişi içsel bir çatışma yaşar kendi benliğinde. Bir yanda hakkını arama ve mücadele etme isteği, diğer yanda ise bu mücadelenin zorlukları ve yoruculuğu vardır. Ancak, bu çatışma bazen bir yeniden doğuşa da vesile olabilir. Birey, yaşadığı zorlukları aşıp yeniden ayağa kalkma kararlılığı gösterdiğinde, bu süreç onu daha güçlü ve dirençli bir kişilik haline getirir.

“Küllerinden yeniden doğan Anka kuşu misali, içsel çatışmalarının alevlerinden sıyrılıp yeni bir güne uyanır insan…”

Bu duyguların edebi bir perspektiften incelenmesi, insan ruhunun derinliklerine inerek, adalet arayışının evrensel ve insanî bir mücadele olduğunu gözler önüne serer.

Normal bir insan görebilir mi bunları?

Sıradan bir insan; görmeden bakar, duymadan dinler, hissetmeden dokunur, tat almadan yer, fark etmeden hareket eder, kokuları ayırmadan nefes alır, düşünmeden konuşur.

Haksızlığa uğrayan milletlerin, toplumların, camiaların, grupların ve bireylerin halini anlamak için ehil olmak gerekir. Amma velakin, hangi tür ehil?

YAL EHLİ : Bu tip insanlarda yeme, içme ve haz boldur, hesapçılık ve menfaat ön plandadır.

KAL EHLİ : Bu tip insanlar ise lafını eder, konuşur ama yapmaz, teori sağlam gözükür, pratikleri sıfır ve yalanları boldur.

HAL EHLİ : Ahlaklı olup az yer, az konuşur, söylediğini yapar, karakter sahibidir, dertlidir, adamdır.

LAL EHLİ : Yal ve Kal ehline derdini, mağduriyetini, istek ve taleplerini ifade edip, çözüm bekleyenlerin düştüğü ebedi suskunluk durumu.

Sizin çevrenizde de lal ehli olanlar çok değil mi?

Özellikle bir camia var benim dikkatimi çeken!

Acaba hangisi?

Sizce?