Sibel BAY'ın 4 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Felsefe ve Düşünce İlişkisi
Felsefe, düşüncenin normal işleyişine müdahale etmektir. Düşüncelerimizi sözle, yazıyla ya da sinematik imajlarla da anlatabiliriz. Sinemanın belirleyici özelliği, onun hareket-zaman bloklarından oluşmasıdır. Düşünce, sinemaya girdiğinde hareket-zaman bloklarına göre biçim alır. Sinemanın temel taşlarından söz ediyorsak ya Deleuze’ün bahsettiği gibi hareket-zaman blokları kavramını, ya da sinematik imaj, sinematografik imaj gibi kavramları kullanabiliriz. İmaj, zihnin ürettiği gerçeklikten bağımsız psikolojik bir olgu değildir. İmaj, kendine ait gerçekliğe, bir duruma gönderme yapar. Hareket-imaj sinemasıyla ve duyu-motor şemasıyla ilişkisi vardır. Belirtildiği üzere duyu-motor mekanizması da otomatik tanımaya ya da alışkanlık belleğine benzer tarzda işler. Hareket-imaj sinemasında ise kahraman ya da kahramanların motivasyonlarının nedenlerini ve sonuçlarını görürüz.
Hareket-imaj, duyu-motor mekanizmasına göre işlemektedir. Sebep-sonuç ilişkilerinin olduğu, rasyonel bağlantıların, kahramanların aksiyonlarla değişiklik yarattıkları sinema... Zaman-imaj sineması ise duyu-motor şemasını bozan imajlarla karşılaşmak, içinde yer aldığımız bizi çevreleyen yapıları ve kendimizi anlamada ve yeni olanı bulmada bize daha fazla olanak sunmaktadır. Zaman-imajların görmemize sağladığı bu katkı keşfetmek değil, icat etmek, yaratmak anlamına gelen “düşünce”ye yepyeni bir açılım sunmaktadır.
Duyu-motor mekanizması Deleuze’ün hareket-imaj sinemasının belirleyici kriterleri arasında yer alan algıya uyumlu aksiyonun tipik özelliğidir. Bir şey algıladığımızda ona uygun hareket etmek beklendik bir durumdur. Örneğin susadığımızda su içmek duyu motor mekanizmasına uygun bir eylemdir.
Hareket-imajda mutlaka bir değişim vardır. Bazı seçim anlarımızda paradokslar vardır. Bara giden insanın süt içmek istemesi motor-duyu mekanizmasına aykırı hareket etmektedir. Ancak içmeyip örneğin sadece seyretmek beklendik bir eylem değildir. Otomatik Portakal filmindeki Alex’in davranışı buna örnektir.
İmaj konusunda bu kararsızlık ve emin olamama hali Deleuze’ün “kristalleşme” olarak verdiği duruma gönderme yapar. Duyu-motor şemamızın bozulduğu bir kararsızlık anı: Kristal-imaj. Nihayetinde motor-duyu mekanizmamızı arızaya sokan bir durumdur.
Sinema, öznelliğin ötesinde bir konumda, içinde yer aldığımız oluş ve değişim halindeki zamanı hareket-imaj sinemasıyla dolaylı, zaman-imaj sinemasıyla doğrudan bize vermektedir. Değişim olan zaman öngörülemez olan, yaratıcı, yeni olaylara imkân vermektedir. Deleuze, hareket-imaj sinemasının dahi öznelliğimiz ötesinde bir tinsel-otomat gibi çalıştığını söylemiştir. Varoluşsal olan imajlar bize yerimizi hatırlatmaktadır. Bizim düşünmediğimiz düşünceler sinema sayesinde bedenimize nüfuz etmektedir.
Alain Badiou bize aslında felsefenin paradokslar üzerine düşünmek olduğunu söylemektedir.
Paradokslar ve paralellikler, biyolojik refleksimizin yanı sıra kültürel bir doku içerisinde ezberlediğimiz kalıpları da bozar ve motor-duyu mekanizmamız paralize olur. Her sinema filmi sanattır. Ancak paradoks ve problem durumunda ortaya çıkan “düşünce” duyu-motor mekanizmamızı bozabilir.
Filmlerdeki imajları sınıflandırmak felsefi bir etkinliktir. Filmlerdeki karakterler arasındaki karşılaşmalar çatışmalarda paradoks olarak yer alır. Çatışmanın olduğu yerde paradoks vardır. Alain Badiou farklı paradoksların olduğunu söyler. Sokrates ile Kalikles arasındaki adalet örneği Arşimet’in ölümündeki iktidar-güç yaratıcılık çatışması bu paradokslara örnektir. Burada bir yarık vardır, çatışma vardır. Felsefe bu mesafenin üzerine düşünmek zorundadır.