Mürvet KARA'nın 21 Şubat 2024 tarihli yazısı: Haddi Aşmamak Önemlidir

İnsanlar, iletişim kurarken sınırlarını bilmelidir. Her insan bir diğerinin hayatında bir vasfı gereği bulunur. Bununla beraber birbirimizin hayatında çeşitli roller oynarız ve her rolün de sınırları vardır.

Bir anne, arkadaşlık rolünün sınırlarına kadar bunu oynayabilir. Bir iş arkadaşı, iş arkadaşlığı tanımının sınırları içerisinde kalmalıdır. Misalen, bir insanın evine gittiğimizde yatak odasına girmememiz gerekir. Kapısı kapalı bir oda varsa o odaya kapısını çalınmadan, destur alınmadan girilmemesi gerektiği gibi...

Herkes birbirinin hayatındaki yerini ve sınırlarını bildiğinde insanların arasında kırgınlık, dargınlık, kızgınlık olmaz. Bu bilinci hemen hemen herkes sözel olarak bilir. Gayet tabii. Ancak uygulama noktasında neden sorun yaşıyoruz? Muhtemelen iyi niyetimizden.

İyi niyetle yaptığımız bazı şeyler, haddi aşmaktır. Bu haddi aşan biri olursa, gereken cevap, usulüne uygun bir şekilde verilmelidir. Güzellikten anlayan biriyse, üslubunuzu sertleştirmenize gerek kalmaz. Ama eğer ki laftan sözden anlamayan biriyse, o zaman biraz daha anlayacağı dilden konuşmanız gerekir ki karşı taraf haddini bilsin.

Örneğin, iş dolayısıyla bir insanla ilişkiniz varsa, bu insan, sizin işle alakalı olmayan yeteneklerinizden/yeteneksizliklerinizden bahsedememelidir. E ama oluyordur illa ki bu tür şeyler. İnsanlara rollerini hatırlatmak da bir seçenek aslında. Çünkü öteki türlü bir daha yüz yüze bakamayacak insanlara dönüşmemiz olasıdır.

Kalp kırmadan ve ilm-i siyaset ile yani politik davranarak kimseyi incitmeden sorunları çözmemiz gerekir. Buradaki en büyük hata, insanların incelikli söz söylemeyi veya incelikli davranmayı bilmemesidir.

İncelik dediğimde “kibarlıktan kırılmak”tan bahsettiğim anlaşılmasın, ince ve kimsenin görmediği ayrıntıları fark edip bu ayrıntıları yöneterek karşımızdakinin moralini etkileyip problemli dokuyu temizleyip, söyleyeceğimiz sözü şifalı bir merhem gibi üzerine sürmekten bahsediyorum.

Öteki türlüsü bize de karşımızdakine de eziyet olacaktır. En büyük derdimiz de zaten birbirine eziyet eden insanlar değil midir? “İnsan, insanın cehennemidir” diyen bir filozofun aslında anlatmaya çalıştığı şey, böyle bir şey midir?

Haddini bilmeyen insanlara geri dönersek, haddini bilmeyen insan, hayatta her şey hakkında konuşma hakkına sahip olduğunu zanneden insandır. Hayatta her şey hakkında söz sahibi olan hiç kimse yoktur. Özellikle de bir başka insanın hayatına, düzenine, nizamına, bir nesneyi tutuş biçimine söz söyleyebilmek için öncelikle o insanın size bunla ilgili müsaade etmesi gerekir. Bu nedenle destur almadan kimse ne kendisinin ne de başkasının haddini aşmasın. Çünkü tüm savaşlar, bir vatan hududunun aşılmasıyla başlar. O taciz, iki insan arasında olmadık kırgınlıklara veya küskünlüklere sebebiyet vermesin. Ne demiş Aşık Yunus? “Sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz.” Ben de diyorum ki “Haddimizi bilelim, bilmeyenlere bildirelim, sonra kırgınlıkların arkasını toplamak kolay olmaz.”