Sedat SADİOĞLU'nun 19 Ocak 2025 tarihli yazısı: Hayatın Boyutları-2/2: Zamanın Değeri Üzerine

Zamanın Durduğu Zaman

Bir an hayatımın çocukluk, gençlik, evlilik, iş hayatı, içinde bulunduğum zaman dilimini ve geçen zamanı analiz ettiğimde, aşağıdaki sonuçlara ulaştım. Bu makaleyi okuyanların, hangi yaş gurubunda olurlarsa olsunlar, kendilerini o yaş aralığında değerlendirmelerini isterim.

10–25 yaş aralığı: Bu yaşlarda zaman bir türlü geçmez, aylar yıllar gibi gelir. ‘Bir büyüsem, bir liseyi bitirsem, bir üniversiteye girsem, bir üniversiteyi bitirsem, bir işe girsem veya bir evlensem!’ gibi istekler arka arkaya sıralanır. Bazen birden fazlası aynı anda istenir. Bu istekler kişi için çok önemlidir. Bu yaşlar gençlerin kendisini ispatladığı yaşlardır. Ancak, istenenler hemen gerçekleşmediği için moraller çabuk bozulur ve zaman da bir türlü geçmez. 

26–45 yaş aralığı: Bu yaşlar benim, ‘zamanın durduğu zaman’ dediğim yaşlardır. Kişi zamanın nasıl geçtiğini anlamaz, çünkü yapması gereken çok ama çok önemli işleri vardır.

Kişi sonunda bir iş bulmuş ve evlenmiştir. Evliliği yürütmek ilk zamanlarda o kadar da kolay değildir. Memnuniyetsizlikler, şikâyetler, eski alışkanlıklar, bunların dışında maddi sıkıntılar, problemler başlamıştır. Borçları vardır ve borçlarını düzenli olarak ödemeye çalışır. Ancak borçlarına borç eklenir ve bir türlü bitmez. Bunlar bitmeden başka borçlara girilir. Üstelik çocukları olmuştur ve okul çağına gelinceye kadar yorulmuşlardır. Yeni çıkan sistemleri bile takip edemezler. Çocukları bir aksilik olmazsa en erken 25 yaşında üniversiteyi bitirir. Kız ya da erkek olsun, sosyal güvence sisteminden yararlanmak için iş aranmaya başlanır. Sonunda hangi iş olursa bakılır.

Söz konusu aşamaları atlatanlar ancak, sevgi, saygı ve sabırla hayata tutunmayı başaranlardır, umudunu kaybetmeyenlerdir. Bu yaş aralığındaki kişi, zamanın hızla geçtiğini ve hayatın gerçek kıymetini, ancak olgun yaşlarında idrak edebilir. O ana kadar, ömrünün yarısı geçmiştir. Eğer hayatını istediği gibi yaşayamadıysa, büyük bir hayal kırıklığı ve hayata (kadere) büyük bir kırgınlık vardır.

45’den sonraki yaş aralığı: Bu yaşlarda zaman çok hızlı akıp geçer. Yıllar sanki ay gibidir. Hatta yılların çok hızlı geçtiği bilinir ve bu bazen de istenir. Bu yaşta istenmeyen tek şey yaşlanmaktır. Çünkü yaşlılık her türlü sağlık problemlerini beraberinde getirmektedir. Hele günümüzde bir-iki hastalığı olmayan veya her 3 ayda bir ilaçlarını yazdırmak için sağlık kurumuna gitmeyen yok gibidir. Yaşlılıkla beraber merdiven çıkmak, eğilmek, kalkmak, hele hızlanmak ve ağır bir şeyler kaldırmak güçleşmiştir.

Hayat Üniversitesi

Annem ve babam, bizler çocuk iken “Biz hayat üniversitesini bitirdik” derlerdi. Hatta bir gazete tarafından verilmiş diplomalarını da gösterirlerdi. Bizler o zamanlar bunu pek anlamazdık ve babamıza ve annemize takılırdık.

Daha sonra üniversiteyi bitirip iş hayatına atıldıktan sonra ve ilerideki yıllarda anladım ki ailem haklıydı. Onlar gerçekten üniversite mezunuydu hem de en iyisinden ‘Hayat Üniversitesinden’. Bu gerçeği sonraki yıllarımda ancak anlayabildim. Rahmetli Babam (Allah O’ndan razı olsun) şu anda aramızda değil, ancak dağ gibi, bilgi dolu, deneyim dolu annem hala yanımızda, yanı başımda. Üstelik daha donanımlı, daha tecrübeli, daha bilge olarak...

Ne iş hayatında, ne özel hayatta ne de sosyal hayatta başarılı olamamış o kadar çok üniversite mezunu var ki! Benim babam ve annem çocuklarını okuttu. Bizlere sıkıntı yaşatmamaya çalıştı, çırpındı. Ancak, her zaman yüzleri güldü ve gülmeye çalıştı. Her zorluğa göğüs gerdiler, germeye çalıştılar. Annem hala zorluklara direniyor.  Belki resmi bir üniversite diploması olamadı, master yapamadı, ihtisas yapamadı ve bir kitap da yazamadı ancak hayatın kitabını yazdı hem de göklere... (Allah onlardan razı olsun!)

Satranç

Her insanın satranç oyununu bilmesi gerektiğine inananlardanım. Çünkü satranç bir zekâ oyunudur. En azından bir kaç hamle sonrasını görebilmektir. Yaşamımızda pek çok olayla karşılaştığımızda, yapacağımız ilk hamleyi önceden iyi düşünemezken, birkaç hamle sonrasını nasıl düşünebilelim!  Aslında satranç bir oyundan çok stratejidir. Bu strateji, ileriye doğru yapılması gereken doğru eylemlerdir. Şimdilerde buna, bir çeşit ‘yol haritası’ da denilmektedir. Adı ne olursa olsun, insanlar yaşamlarını planlamak zorundadırlar. Bu belki zor görülebilir ancak düzeltici ve önleyici kararlar ile yola devam edilmelidir. Aksi halde her şeyde geç kalınabilir yani hayat bizi ‘mat’ edebilir. Sonra ‘keşke’ler ve ‘eğer’ler başlar. Kendimizi yargılamaya başlarız. Bazen kendimize, ailemize ve çevremize zarar da veririz. İşte bunları engellemenin en iyi yolu, doğru ve yerinde kararlar almaktır.

Bata-çıka, düşe-kalka, çarpa-çırpa yolumuza devam edemeyiz. Çünkü insan, deneme tahtası veya yaz-boz tahtası değildir, aksine üstün özelliklerle donatılmıştır…

Gözümüzün Önündekiler

Gözümüzün önünde olup ilgi göstermediğimiz şeyleri önce yavaş yavaş, bir süre sonra da unuttuğumuzu fark ederiz. Evlilikler de böyledir. Bir süre sonra monotonluk başlayınca, benzer unutkanlıklar baş gösterir. Çevremizde işine çok düşkün insanlar vardır, evlerine yorgun argın gelirler. Kendilerini başka işlere verip (ev işleri, el işleri, hobi işleri, TV izleme, maça gitme, kahvehaneye gitme, lokallere gitme, vb) oyalanırlar. Bu şekilde hem eşlerini, hem çocuklarını ve hem de evin asıl sorumluluklarını ihmal ederler.

Ben, işinde çok başarılı olan ve uzun süredir tanıdığım bir arkadaşımın, evinin akan musluğunu tamir etmediğini ve hatta edemediğini bilirim.

Asıl hazine gözümüzün önündedir ve sevdiklerimizdir. Şartlanmış gibi yapılan işler ve özellikle alışkanlıklar (en kötüsü, zamanın uzun süre televizyon izlemeyle boş geçirilmesi) monotonluğun başlamasına neden olabilir. Bazen güzellikler ve fırsatlar gözümüzün önünden kaçar gider.

‘Evde Tek Başına’ adlı çocuk filmini izleyenler bilir. O filmde ailece tatile giden bir Amerikan ailesi, uçağa bindikten sonra, çocuklarından birini evde unuttuklarını hatırlarlar. İzleyenin, ‘bu kadar da olmaz!’ dediği bu durum, aslında abartı değildir. Gerçekten de buna benzer olmamakla beraber, karısının ve çocuklarının yaş gününü hatırlayamayan ve hatta hangi yılda doğduğunu bilmeyen birçok erkek vardır.

Kısa bir hikâye;

“ Zamanın birinde Mahalleye yeni taşınan iyi giyimli bir kişi, aynı sokakta dilencilik yapan birisiyle göz göze gelir. Dilenci, nedendir bilinmez kaldırım üzerinde duran eski ve kilitli bir sandığın üzerinde oturmaktadır. İyi giyimli adam hergün dilencinin önünden geçmektedir. Yine bir gün adam dilencinin yanından geçerken durur ve dilenciye bakar. Dilenci de kendisine sadaka vereceğini zanneder ve elini uzatır. Ancak adamın niyeti başkadır. Adam dilenciye, ‘o sandığın üzerinde ne kadar zamandır oturuyorsun?’ diye sorar ve ‘uzun süredir’ yanıtını alır, sonra başka bir şey söylemeden yoluna devam eder. Dilenci şaşkın şaşkın önce adamın arkasından sonra da oturduğu sandığa bakar. Neden sonra sandığı açmaya karar verir ve paslı kilidi zorlayarak açar. Sandıkta oldukça çok altın para olduğunu görür…”

Zamanla Azalmayan

‘Zamanla azalmayan duygular, ileride mutlaka çoğalır.’ Bunu daha iyi anlamak için, damlayan bir musluk önüne koyduğumuz bir kabın, ne kadar kısa bir sürede dolduğuna örnek olarak verebiliriz. Yaşadığımız bazı duygular da böyledir ve belki çözülebilecek iken sürekli içimize atarız. Zamanla kıskançlık, kırgınlık, kin ve öfke içimizde giderek artarak büyür. Aslında her şeyi kafamızın içerisinde kurarız, büyütürüz, felaket senaryoları haline getiririz. Oysa ortada çözülemeyecek sorun yoktur. Belki içten bir gülümseme, içten bir özür ya da biraz zaman, sorunları daha kolay çözebilecektir.

‘ Zamanla azalan duygular, ilerde mutlaka unutulur.’

Bu da yukarıdaki ifadenin tam tersidir. Pek tercih edilmezse de yaşandığı bir gerçektir. Doğru olan unutmaktır, doğru çıkarımlar yapmaktır, (belki de) yeniden başlamaktır…

Yalnızlık

Yalnızlığın sadece Allah’a ait olduğunu biliriz. Bu doğrudur. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı yalnız kalan veya kalmaya mahkûm olan insanlar da vardır. Yalnızlık bir kader değildir. Bu tür kişilerin de çıkış noktaları vardır. Bu çıkış noktalarından bazılarını sıralayacak olursak;

·         Taviz vermek

·         Israrcı olmamak

·         Alışkanlıkları değiştirmek

·         Uyumlu olmak

·         Hemen tepki vermemek

·         Saygılı olmak

·         Değer vermek

·         Sabretmek

·         Hataya düşmemek

·         Sabretmek

Yukarıdakilerden en önemlisi sabretmek değil midir…?

(NOT: 2/2. bölümün sonu…)