Sedat SADİOĞLU'nun 23 Aralık 2024 tarihli yazısı: Hayatın Boyutları-1/2: Sosyal Çıkarımlar Üzerine
Terbiye
Halk arasında çok az bilinen anonim bir söz vardır. Şöyle der; “Baba ile annenin terbiye edemediğini, gece ve gündüz (zaman) terbiye eder. Zamanın terbiye edemediğini ise cehennem terbiye eder.” Biraz düşününce, sonucu açısından ürkütücü bir durum gibi gözükebilir. Buradan bazı çıkarımlar yapabiliriz. Bunlar;
Çıkarım 1. Terbiye olmak esasen insanın elindedir.
Çıkarım 2. İnsan, eninde sonunda terbiye olur.
Çıkarım 3. Terbiyenin bedeli ağır olabilir.
Terbiye ise ancak, aşağıdaki gerçeklerin kontrol altına alınmasıyla mümkün olabilir;
- Gözü terbiye etmek,
- Eli terbiye etmek,
- Dili terbiye etmek,
- Mideyi terbiye etmek,
- Nihayet, nefsi (tüm aşırı istekleri) terbiye etmek…
Yarar (Fayda)
“Hayat, iyilerden çok güçlüleri sever.” Şeklinde bir ifadeyi, bir yazarın kitabında okumuştum. Yazar güçlülüğü savunmuyordu ancak, toplumsal algının bu yönde olduğuna işaret ediyordu. Üstelik salt iyiliği de yeterli bulmuyordu.
Biraz düşününce, ifadenin başka yönlere de çekilebileceğini fark ettim. Çünkü eğer güç, her şeyi mubah (geçerli) sayıp elde edildiyse, bir adaletsizlik ve haksızlık olduğunu da göstermektedir. Bir de iyilik; kime, neye ve hangi ölçüde yapılmalı ki, faydalı olsun. Üstelik iyilikte bir göz boyama ve kandırma riski de yok mu?
Bu kez ifadenin “Hayat, iyilerden çok faydalıları sever.” Şeklinde olması gerektiğini düşünmeye başladım. Acaba doğru olan da bu değil miydi? Çünkü faydalı işler yapıp çevresine faydalı olanlar, hem hayat için gereklidirler (yapıtaşları gibi) hem de hayatın içerisinde istenirler.
Burada kazanım iki boyutludur; doğrudan toplum (insanlar) veya kişinin kendisidir. Kişi için kazanım, yaşarken ve ölüm sonrası diye ikiye ayrılabilir. Bu dünyadaki kazançlar her zaman kazançtır. Dünyada faydalı işler yapıp kazançları öbür dünyaya kalmışların mükâfat alacağı da yüce Yaradan tarafından açıkça bildirilmektedir. Anlaşılacağı gibi, yararlı insanlar için her şartta kazanç vardır.
Burada felsefeyle bağlantılı şu yorum yapılabilir;
“Faydanın, insan için olanı ‘makbul’ olanıdır.” (Sedat Sadioğlu)
Doğayı korumak için ağaç dikmek iyi bir iştir. Aç bir köpeği doyurmak da iyi bir iştir. Ancak tüm bunlar insan için ikincil, ya da dolaylı bir fayda getirebilecek türden sayılır.
İnsan odaklı olmak, insancıl olmak, insana faydalı olmak (hiç şüphesiz) birincil amacımız olmalıdır…
Ödül (Taltif)
Hayatta ‘ödül’, insan için her durumda verilebilecek takdir ve taltiflerdir. Ödül, mantıklı, kolay ve ucuz bir yöntemdir. Motivasyonun sağlanması ve başarının artması için, kişilerin ya tek tek, ya da gruplar halinde ödüllendirilmesi gerekir. Bu görüş, desteklenen ve kabul gören bir yöntemdir.
Ödüllendirme yöntemi yıllardır, yerleşik düzene çok erken geçen ve sosyal gelişimlerini tamamlayan gelişmiş ülkelerde yoğun olarak kullanılmaktadır. Bunlardan bazıları;
- Maddi ödül vermek (nakit para, hediye, harcama çeki, ikramiye, vb)
- Sembolik ödüller vermek (plaket, belge, başarı belgesi, vb)
- Paye vermek (rütbe, madalya, şilt, vb)
- Onursal ödüller (ayın insanı, haftanın insanı, en temiz oda, vb)
- Statü yükseltmek (terfi, yüksek not, müstakil oda, sekreter veya şoför vermek, vb)
Görüldüğü gibi çalışanı motive edebilecek pek çok ödül mekanizmaları vardır. Bunların hepsi basit çözümler olup, fazla yük de getirmezler. Aksine getirileri çok yüksektir. ‘İnsanı kazanmak’ amaç olduğuna göre hem insanı teşvik etmek hem de işin geliştirilmesini sağlamak gibi, olumlu yanları vardır.
Ancak, günümüzde pek çok geri kalmış veya geri bıraktırılmış ülkede, bırakın ödüllendirmeyi, halen cezalandırma ve kısıtlamalarla sonuca gidilebileceği sanılmaktadır.
Yukarıda sayılan ödül uygulamaları ve önerileri; karar verme mekanizmalarını yani resmi otoriteyi, eğitim kurumlarını (çoğu okullar) ve işletme yönetimlerini doğrudan ilgilendirmektedir. En başta ise ‘toplumun en küçük yapı taşı’ olan aile kurumu gelmektedir.
İnsanı, önce ’insan’ olarak değerlendirmeli, her insanın farklı hisleri, farklı fikirleri, farklı hedefleri, farklı kişilikleri olduğunu anlamalı ve doğru değerlendirmeler yapılmalıdır.
İster kabul edelim ister kabul etmeyelim; insanın yaradılışından kaynaklanan bir hareket özgürlüğü ve serbestliği vardır. Bu yüzden insanları sınırlandıran bütün kurallara (toplumsal yargılar, kanunlar, dini kurallar, ahlaki değerler, vb) uymada sıkıntılar ve zorluklar yaşanır. Bunu herkes bilir ancak kabul etmekte zorlanır. Şöyle ki;
“Kemer takmadığım için kafamı ön cama çarptım. Gittiğim yol 100 metre bile değildi. Bundan sonra 10 metre bile gitsem mutlaka kemerimi takacağım!”
Bu konuşmaya, Ankara Metrosu’nda yolculuk ederken kulak misafiri olmuştum. Trafik kurallarına uymaya çalışan birisi olarak, bu kemer takma işini bile, direksiyona geçtiğim günden beri uyguluyorum ve herkesin de uygulamasını tavsiye ediyorum. Birçok ölümlü kazanın emniyet kemeri takılmadığı için yaşandığını biliyoruz ve sonuçlarından üzülüyoruz...
Hayatı Anlamak
‘Hayatı anlamak’ konusunda ciltler dolusu roman, yorum, değerlendirme ve araştırma kitapları yazılabilir. Çünkü konunun sosyal yönü kadar felsefi yönü de vardır, ‘Hayat’ konusunda çok değişik görüşler olsa da hepsinin anlatımı çoğunlukla dünya yaşamıyla ilgilidir. Ancak ben sizlerle, oldukça ilgimi çeken bir Fransız Atasözünü paylaşmak istedim. Çünkü okuduğunuz zaman çok derin anlam ifade ettiğini sizler de göreceksiniz;
“İnsan, hayatın ne olduğunu anlayana kadar, ömrünün yarısını tüketmiş olur.”
Madem hayatın ne olduğunu anladığımızda, ömrümüzün yarısı geçmiş oluyor, o halde geri kalan kısmını dolu dolu değerlendirelim. Sanki bir yıllık ömrü kalmış birisi gibi yaşamaya çalışalım, paylaşımcı olalım, duygudaşlık (empati) yapalım. O zaman ne maddiyat ne çıkarlar ne de hırslar önemli olacak ve sadece hayatın geriye kalanı anlamlı yaşanacaktır…
Engeller (Maniler)
Hayattaki engeller (maniler), bizim için kazanılan bir deneyim olduğu gibi, bize fırsatlar veya kazançlar da sağlayabilir. Aşağıda bu konuyla ilgili kısa bir anonim hikâye yer almaktadır;
“Zamanın birinde şatosunda yalnız yaşayan bir derebeyi varmış. Derebeyi zengin, akıllı ve civarda sevilen birisiymiş. Birgün şatosunun girişindeki yolun tam ortasına büyük ve ağır bir taş yerleştirmiş. Sonra durumu penceresinden izlemeye başlamış. Akşama kadar pek çok tüccar, saray görevlisi ve yolcu, iri taşın etrafından dolaşarak, yoldan geçmişler. Üstelik derebeye söylenmişler. Ancak kimse taşı yoldan çekmek için girişimde bulunmamış. Akşam saatlerinde sebze satan bir köylü, şatonun önüne geldiğinde durmuş ve küfesini indirip, zar zor da olsa, büyük taşı kenara çekmeyi başarmış. Tam yoluna devam edecekken, taşın eski yerinde bir çukur, çukurun içinde de bir kese olduğunu far ketmiş. Hemen keseyi almış, açmış ve içinin altınla dolu olduğunu görmüş. Ayrıca kesenin içinde, derebeyin kısa bir notu varmış; bu altınlar, taşı kenara çekene aittir…”
Bazen kısa bir söz veya kısa bir hikâye, bir hayat dersinin özeti olabilir. Bir tane hayat dersini, binlerce kitap okusanız da çıkartamayabilirsiniz. Ancak iyi bir analizci (gözlemci) iyi tespitler yapabilir…
(NOT: 1/2. bölümün sonu…)