Sedat SADİOĞLU'nun 31 Aralık 2024 tarihli yazısı: Hayatın Boyutları-1/3: Şartlar ve Zorluklar Üzerine
Şartlar (Koşullar–Ortam)
“Hayat kısa bir battaniye gibidir. Yukarı çekersin ayak parmakların üşür, aşağı çekersin omuzların titrer. Yine de, kendisiyle barışık ve mutlu insanlar dizlerini yukarı çekerek rahat bir uyku uyumayı başarırlar.”
Yukarıda, ortak bir tecrübe aktarılmaktadır. Aslında bu yazı, ilk okunduğunda, mutlulukla ilgili mesaj verdiği zannedilebilir. Oysa tecrübe, şartlarla ve ortamla doğrudan ilgilidir.
Buradan çıkan dersler şunlar olmalıdır;
· Şartlarımızı iyi bilmeliyiz.
· Şartlarımızı iyileştirmeli ve geliştirmeliyiz.
· Şartlarımız belki de kaderimizdir.
· Şartlarımızı değiştiremiyorsak, kabullenebiliriz.
· Ortamı iyi bilmeliyiz.
· Sonuç; ayağımızı yorganımıza göre uzatmalıyız...
Dil
Bir bilgeye sormuşlar;
- Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız?
- Konuşmasından.
- Peki ya hiç konuşmazsa?
- O kadar akıllı insan yoktur ki!
Yukarıdaki hayat dersinden de anlaşılacağı gibi dil, bağlasan durmaz bir özelliktedir ve kemiği de yoktur. Bir silah gibi, herkes dilini çekinmeden kullanabilir. Kundaktaki bir bebek, konuşamadığı halde, anlaşılmaz birçok şey söyler durur. Yaşlıların ise sıkıntıları çoktur ve doğal olarak da konuşma ihtiyacı duyarlar. Çok bilenler de, az bilenler de çok konuşur. Onların derdi de bildiklerini göstermektir.
Konuşanın, dinleyenden çok olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Büyüklerimiz ne güzel söylemişler; “ söz gümüş ise sukut altındır” diye.
Bir de konuşma dilinin dışında yazı dili vardır ki, bunun en iyi uygulayıcıları şüphesiz edebiyatçılardır. Konuşmada sözler uçar, inkâr edilebilir veya unutulabilir. Ancak yazılanlar hiçbir zaman inkâr edilemez ve kalıcıdır…
“Güzel Türkçemizde dil; tat alma duyusunu gerçekleştiren ve sesleri çıkartmaya yarayan organ anlamına gelirken Farsçada ‘gönül ve yürek’ anlamına gelir. Dil, kalbin ürettiklerini seslendirir. Kalp, dilden nasıl konuşmasını isterse dil de ona tercüman olur. Büyüklerimiz; ‘ağzın kirlenmesi, kalbin kirlenmesinden olur. Fesad-ı kalp olmazsa fesad-ı lisan olmaz’ der ve bu gerçeğe işaret ederler.”
Bu ifadeler Faruk Çetin’in, ‘Dilini Tutan Kurtuldu’ adlı kitabından alınmıştır. Yazar, konuya bu girişi yaptıktan sonra şöyle devam etmektedir;
“Atalarımız dilin, insan gönlünde yaptığı kalıcı olumsuz etkiyi ‘kılıç yarası onulur, dil yarası onulmaz’ ve ‘dil ile düğümlenen diş ile çözülmez’ sözleriyle, ne güzel ifade etmiştir. Evet, bazen olur ki, ağızdan çıkan bir sözcüğün incittiği gönül, uzun yıllar geçmesine rağmen tam olarak iyileşemez.”
Söz bir ‘oktur’ ve yayından çıktıktan sonra geri dönmesi zordur. Hasar kolaydır, tamir ise çok zordur. Bir dost kazanmak için bir yıl yetmez iken, bir dost kaybetmek için bir dakika yeterlidir. Bununla birlikte dil, yeni dostluklar inşa etmek ve var olan dostlukları devam ettirmek için de kullanılmalıdır…
‘Dil’ ile ilgili söylenmiş sözlerden bazıları;
· Dil ile düğümlenen, diş ile çözülmez. (Kaşgarlı Mahmut)
· Tatlı dilli olanların dostları her gün biraz daha artar. (Hz. Ali)
· Dizginsiz (kontrolsüz) dil bela getirir. (Aiskbylos)
· Tatlı dil, her kapıyı açan sihirli bir anahtardır. (Montaigne)
· Başların belası, dillerden gelir. (Nizami)
· Kullanıldıkça keskinleşen tek alet dildir. (Washington Irwing)
· İnsan topluluklarının gelişmesi, her şeyden önce dil ve edebiyatlarının ilerlemesine bağlıdır. (Namık Kemal)
· İnsan dilinin altında gizlidir. (Hadis-i Şerif)
Hz. Mevlana’dan dil ile ilgili ders alınacak seçme sözler;
- Ey (ağzımdaki ufacık et parçası olan) dilim!
Sen beni ölümlere duçar (mecbur) ettin! Bana zehirler saçarak çok zarar verdin. Şimdi ben sana ne diyeyim?
- Ey dilim! Sen hem ateş, hem de rahmetsin! Bu ateşi nasıl rahmete çevireceksin?
- Ey dilim! Şu ruhum senden şikâyetçidir. O, senin her dediğini yaptığı halde senin elinden neler çekiyor!
- Ey dilim! Bazen has kulların lisanı gibi tükenmez bir hazinesin, ama de -el aman- fasıkların zehirli lisanı gibi dermanı bulunmaz bir dert oluyorsun!
- Ey insafsız! Ey yılanı ininden, insanı dininden çıkaran! Bana hiç mi merhamet etmeyeceksin ki, helâkime kastedip yayını germişsin.
- Kalbi ile sözü bir olmayan kimsenin yüz dili bile olsa, o yine dilsiz sayılır…
Aşağıda bir dostuma ait dörtlük de düşündürecek türdendir;
- Sana senden olur
- Her ne olursa
- Başın rahat eder
- Dilin durursa… Turgay Şendur (iş arkadaşım)
Zorluklar (Güçlükler)
“Şunu daima hatırlayınız ki, hayatın ne kadar zor olduğunu düşünürseniz, hayat bir o kadar daha zorlaşır.”
Dr.Murray Banks’ın (Amerikalı psikolog), yukarıdaki yazısını okuduğumda, dünyada sabah kalkıp, günü yaşaması gereken ne kadar çok insan olduğu aklıma geldi. Gözüm korktu ve karamsarlığım daha da arttı.
Hayat, tabiatı gereği zaten zordur. Eğer bu zorluğu daha baştan kabullenerek hayata küsersek veya isyan edersek her şey daha da zorlaşır. Fakir bir insanın fakir olarak doğması, fakirlik içinde yaşaması, zorluklarla mücadele etmesine engel değildir. Günümüzde fakirlikten gelerek, zengin veya başarılı olmuş birçok insan vardır…
Zamanlama
Dalga yokken yüzmek kolaydır, zevklidir, hatta denizden çıkmak istemezsiniz. Ancak herkesin bildiği gibi genellikle deniz dalgalı olur. Dalgalar biraz arttığında yüzmek zorlaşır, direnciniz azalır ve bir süre sonra denizden çıkmanız gerekebilir. Azgın dalgaları önünüzde görüp, kendinizi göz göre göre dalgalara atamazsınız, çünkü boğulma riskinden korkarsınız. Dalgaların iki metreyi aştığı durumlarda ise bırakın denize girmeyi, denizin yanına bile yaklaşmak istemezsiniz. Dalgalar zamanla sakinleşecektir, siz de uygun şartlar oluştuğunda denize girebilirsiniz. Azgın sular öyle tehlikelidir ki, suda boğulan birisini bile kurtarmak mümkün olamayabilir.
İşte zamanlama böyledir. Zamanlamanın iyi ve yerinde yapılması bizlere, özellikle uzun vadede çok şey kazandırır. Belki kısa vadede biraz mal, para, mevki ve zaman kaybettirebilir. Ama buna ve her şeye rağmen hayatta sabırlı olma zorunluluğu vardır ve bu değişmez bir kuraldır…
İnsan ve Çelik
İnsan ile çelik arasında sıkı bir benzerlik gözüme çarptı. Metalürji Mühendisi olarak mesleğimi 15 yıldan fazla yaptım. Mesleğim gereği metallerle çok işim oldu. Bilindiği üzere, ‘çelik’, tüm sektörlerin neredeyse ana girdisi (hammaddesi) niteliğindedir. Hele bir de ‘paslanmaz çelik’ var ki, tek başına bir malzeme harikasıdır.
Çelik, üretim sırasında, yumuşar, eğme, bükme, kesme, kaynak edilebilme ve çekme türü işlemlere çok uygun hale gelir. Böyle olmakla birlikte, eğer bir hata sonrası düzeltilip, tekrar tekrar aynı yerden eğilir, bükülür ya da çekilirse, işte o zaman kırılır. Bu da çeliği kırılgan yapar ve malzeme ıskartaya (hurdaya) ayrılır.
Çeliğin, insanoğlu ile bağlantısı da bu noktada başlar. İnsan yaradılışı itibariyle istisnai (özel) ve üstün sayılabilecek özelliklerle yaratılmıştır. Hatta ‘meleklerden’ bile üstün kabul edilmiştir. İnsanın bu özellikleriyle bir başka insana kul-köle olması söz konusu olamaz. Çıkarı için başkalarına kul-köle olan insanlar vardır. Ancak böyle davranan bir insan, eğilen, ezilen ve bükülen bir insan durumundadır. Alçakgönüllü olmak şüphesiz doğru olandır, ancak sırf çıkarı için üstün özelliklerini kaybeden birisi artık ıskartaya çıkmıştır. O farkında olmazsa bile, herkes onu kınar ve küçük görür. O, iyi şeyler yaptığını zanneder. Belki kendi kırılmaz, ancak hassas toplumlarda, dönemi biten ve aşırıya giden kişi dışlanır.
Bu tip kişileri bekleyen muhtemel tehlikeler şunlar olacaktır;
Kişinin itibarı kaybolur,
Kişi yalnız bırakılır,
Kişiyle selamlaşma kesilir,
Kişi toplum içerisinde kaybolur…
Ne yazık ki! iş hayatında, sosyal hayatta, yönetimsel ve bürokratik kademelerde böyle insanlar vardır…
(NOT: 1/3. bölümün sonu…)