Furkan ERKAN'ın 30 Ocak 2024 tarihli yazısı: İnci Taneleri Bir Geldi Pir Geldi
Son 2 senede, bir şekilde gündemimize yerli diziler de dahil olmaya başladı.
Üstelik çoğu daha ekranlarda ilk bölümü yayınlanmadan, gösterilen tanıtımlarıyla gündeme bomba gibi düşüyor.
Hatta bir ortak noktaları daha var ki önce insanların nefretini kazanıyor ya da tepkisini çekiyorlar.
Önce Kızılcık Şerbeti, sonra Kızıl Goncalar şimdi de İnci Taneleri...
Yalnız İnci Taneleri'nin bu ikisinden ayrılan bir farkı var.
Yayınlanan iki tanıtımı da farklı reaksiyonlar yarattı.
Birincisi, ''kadın katillerini'' meşru kılan bir öğretmenin hikayesinden doğan nefret,
İkincisi de hem dansıyla, hem ait olduğu kültür ve mesleğiyle hem de giydiği kıyafetle dillerden düşmeyen Dilber...
Haliyle dizi, reytinglerde 2 grupta da birinci oldu. Survivor bile gerisinde kaldı.
Oldum olası Yılmaz Erdoğan'ın belli bir dönem sinemaya ve Bir Demet Tiyatro ile TV'ye ürettiği, yazdığı yapımları kıymetli bulurum.
Eh tabii biraz, kelime şakaları ve laf cambazlığının içinde olduğu bir mizah anlayışı da bunda etkiliydi.
Ama dijital platformları saymazsak Yılmaz Erdoğan'ı, 90'ların sonlarından itibaren kendisini TV'lerde çok uzun zamandır görememişiz gerçekten.
İnci Taneleri bu 20 yılı aşkın süredir verilen aranın hakkını vermiş mi peki?
Açıkçası biraz kararsızım.
Hali hazırda diziyi gündemde tutan, beraberinde getirdiği tartışmalar...
Özellikle şu pavyon meselesi...
Pavyon dansı, Dilber'in pavyondaki dansı, pavyon kültürü, pavyon dans kursları (!) vs.
Seğmenler Kulübü başkanından siyasi isimlere herkes bir takmış, dizinin Dilber ve pavyon tarafına.
Diyorlar ki ''Ankara, pavyonla anılacak bir şehir değildir''
İyi de dizide 1 kere bile Ankara kelimesi geçmiyor ki... O dansı eden Dilber'in de mesela Ankaralı olduğuna yönelik net bir detay yok.
O halde niye bu kadar Ankara özelinde üstüne alınıyor ki insanlar?
Kaldı ki pavyon kültürü Anadolu'nun her yerinde mevcut. Ama tabii Dilber'in dansının akım haline gelmesi, onun olduğu tanıtımlardan yola çıkılarak pavyon dans kursları açılması, yozlaşmanın bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Temel anlamda İnci Taneleri'nde Yılmaz Erdoğan'ın kaleminden çıkan senaryo da bu yozlaşmayı ele alıyor.
''Kolay gelsin''e karşılık vermeyen insanlar, iletişim yerine teknolojinin kurbanı olmayı seçenler, önyargılar, dağılmış aileler vs. derken bir de pavyon hikayesi var bunların yanında.
Öğretmenin işlemediği bir suçtan hapis yatması ama oradan çıkınca bazılarının ''suçlu'' olduğunu görüp onu kayırması da cabası...
İnci Taneleri böyle bir dizi ve ne yazık ki, bilhassa diziyi izlemeyenler tarafından tek bir tarafına odaklanılıp daha çok tartışılacak gibi.
Keşke bu kopan fırtınada dizinin biraz niteliği de konuşulsa...
20 yıldan sonra Yılmaz Erdoğan'ın yine Yılmaz Erdoğan'ı yazıp oynadığı, veya diğer karakterleri, her bir olgunun temsiliymişçesine karikatürize bir şekilde yansıttığından bahsedilmiyor mesela.
Öyle ki Yılmaz Erdoğan (Azem) ve Hazar Ergüçlü'nün (Dilber) karşılıklı sahnelerini izlerken, Bir Demet Tiyatro'daki Mükremin ve Zülehya'nın diyaloglarını izliyormuşum gibi hissetmekten kendimi alamıyorum.
En azından benim ilk bölüm izlenimim bu şekilde.
Gerçi bir yandan, hem dizinin sonraki bölümlerinde neler olacak hem de yapılan tartışmalar ne yönde ilerleyecek diye merak etmiyor değilim.
Sözün özü İnci Taneleri, bir geldi pir geldi.