Sibel BAY'ın 28 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Korku Sinemasının Tarihsel Gelişimi
İlk korku filminin ''Trenin Gara Girişi'' (1895, Louis Lumiere) olduğu söylenmektedir. Çünkü bu ilk film, sinemada gösterimde olduğu anda insanları oldukça korkutmuştur. Daha sonra 1903’te ''Büyük Tren Soygunu'’nda da (The Great Train Robbery, Edwin S. Porter) karakterin kameraya yani izleyiciye dönük olarak ateş etmesi de izleyicilerin korkmalarına sebebiyet veren başka bir örnektir. Bununla birlikte korku türünün belirleyicisi olarak çok daha farklı unsurların ortaya çıkması ile bu tarz oluşumların yalnızca korku filmlerinde ortaya çıkabileceğini göstermektedir.
Sinemanın ilk yıllarından itibaren fantastik ögeler ve düşsel varlıkların kullanımı filmlere aktarılmıştır. Öte yandan bundan çok daha önce büyülü fener aracılığıyla, ışık gölge oyunlarında fazlaca korku öyküsü görüntülenmiştir. Özellikle hareket unsurunun da kullanımı korkutucu niteliğin güçlenmesini sağlamıştır.
Sinema, teknik doğası nedeniyle, korku türünün oluşumunu ve gelişimini sağlayacak bir aygıt olarak oldukça önemliydi. İlk olarak Kuzey Avrupa ülkeleri kültürel ögelere uygun şekilde gerilim yüklü filmler yapmışlardır. Özellikle hayalet öyküleri sıklıkla kullanılmıştır. Amerikan film şirketleri tarafından yayınlanan şok edici örnekleri ise korku filmleri niteliğinde sayılmaktadır.
Korku sinemasına katkıda bulunulan gelişmelerden biri de 1920’li yıllarda gerçeküstücülerin saldırganlık ve şiddet unsurlarına, yapıtlarında yer vermeleri olmuştur.
Karanlık ve kasvetli bir atmosfer içerisinde biçimlenen Alman sessiz filmleri, içinde barındırdığı kader, ölüm, gizem ile beraber korku sinemasının gelişimini sağlamıştır. Bu filmlerde yer alan öteki karakterler de (vampir, robot, psikopat vb) korku türünün alanını genişletmiştir. Dönemin en büyük örneklerinden birini de ''Dr. Caligari’nin Muayenehanesi'' (1920) oluşturmaktadır.
1920’li yıllarda korku türü belirlenmiş yıldız oyuncularla beraber sınırlarını keskinleştirmeye başlamıştır, aynı zamanda ticari açıdan da önem kazanmıştır.
Fransa’da aynı dönemde yapılan gerçeküstü bazı filmler de barındırdıkları saldırgan görüntülerle korku türü içerisinde yer almaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında ''Endülüs Köpeği'' (1928, Un Chien Andalou, Luis Bunuel, Salvador Dali) türün en önemli örneğidir.
1930’lar ile korku türü tüm türsel karakterleriyle, Universal Stüdyosunun başarısına katkı sağlamıştır. Bununla birlikte karakter üzerine kurulan devam filmleri çekilmeye başlanmıştır. Daha sonraları ise bu karakterlerin bir araya geldiği örnekler ortaya çıkmıştır.
Korku sinemasının en önemli özelliklerinden biri de düşük bütçeli filmlerin ticari şansının yüksek oluşu, korku filmlerinin üretiminin kolaylaşmasını sağlamıştır.
1970’li yıllarda korku filmlerinin büyük şirketler haline gelmesi ancak söz konusu olmuştur. Bununla birlikte daha pahalı filmlerin yapılması sağlanmıştır ve böylece türün, izleyiciyi çekme gücü artmıştır.
1950’lerde korku filmleri oldukça yaygınlaştı, zamanla gençlere doğru yönelmeye başladı. Korku filmlerinin barındırdığı tehlikenin sınırları da artarak farklı biçimlerde etkinlik kazanmaya başladı. Dünyanın istila edilmesi durumu ortaya çıktı. Bu filmler çoğunluklu olarak uzaylıların dünyayı istila etmesini anlatmaktaydı. Japonlar da aynı şekilde kendi yarattıkları karakterlere ilişkin filmler çekmektelerdi. Atılan atom bombasının yıllarca uyumakta olan tarih öncesi yaratık Godzilla ile dev bir yaratık olan Gialla’nın hikâyeleri anlatılmaktadır. Yine bu dönemde İngiliz yapım şirketi olan Hammer, televizyon için korku dizileri ve sinema filmleri yapmıştır.
Hammer’ın 1960’larda yaptığı filmler olağanüstü karakterle, dini inanç ve ritüelleşmiş şiddetler bir arada verilmiştir. Güçlü ama kolaylıkla ortadan kalkabilen tehdidi ortadan kaldıran bireysel kahramanlık ön plana çıkmıştır.
Korku sineması tarihinde öteki kavramı her zaman olağanüstü niteliklere sahip olan varlıklar olmamakla birlikte sıradan insanların katil olduğu, başka bir deyişle öteki olduğu filmler yapılmıştır. Böylelikle dış görünüşün aldatıcı olduğu, güvenin sembolü olan evlerin de içerisinde tehlike barındırdığı etkisi yaratılmaya çalışılmış ve orta sınıf aile çevresi odak olmuştur. Alfred Hitchcock’un yönetmenliğini yaptığı 1963 yapımlı ''Kuşlar'' filminde de tehlikesiz olduğu düşünülen hayvanların da yok edici nitelikte bir öteki haline geldiği görülmektedir. George A. Romero’nun ''Yaşayan Ölülerin Gecesi'' (1968, Night of The Living Dead) ve Roman Polansky’nin yönettiği ''Rosemary’nin Bebeği'' (1968, Rosemary’s Baby) toplumsal ve siyasi göndermelere sahip olduğu ve Amerikan korku sinemasının da modern örneklerini oluşturduğu söylenebilmektedir.
1960’lı yıllarda Amerikan korku sinemasında etken olan beş uylaşımın bulunduğu söylenmektedir. Bunlar arasından psikopat olan öteki insan, doğanın intikamı, şeytanla mücadele, korkutucu çocuk ve kanibalizm bulunmaktadır.
Korku sinemasının altın çağını ise 1970’li yıllar oluşturmaktadır. Bu yıllarda korku türü daha da korkunçlaşmış ve şiddet, iğrençlik olgusu daha da artırılmıştır. Bu dönemde toplumun temel kurumları sinemanın ve korkunun malzemesi haline gelmiştir. Bunlar arasında aile, kilise vb. bulunmaktadır. Diğer taraftan kapitalizmin aldığı biçim, ekonomik endişeleri beraberinde getirmiş ve felaket filmleri işlenmeye başlanmıştır.
1980’ler filmlerinde ise olay kimin, neden canavar olduğu, neden öldürme eyleminde bulunduğunu irdelemenin aksine kimlerin, nasıl bir sırayla ve hangi şekillerde öldürüleceği merak konusu olmuştur. Bu dönemde çoğunluklu olarak merkezdeki karakterlerle devam filmleri çekilmiştir. Görsel ve işitsel özelliklerin gelişmiş olması korku sinemasına da katkı sağlamıştır.
Korku filmlerinin popülerliği 1980’lerin ortalarına doğru azalmaya başlamıştır. 1980’lerin ilk yarısında daha tutucu sayılabilecek, maneviyatın en üstte tutulduğu filmler üretilmiştir. 1980’lere ve 1990’lara gelindiğinde eski popülerliğini yitirmiş olan korku sineması, yeni endişelerin, korkuların dışavurulduğu bir biçim olarak varlığını devam ettirmektedir.