Betül DEMİR'in 14 Kasım 2024 tarihli yazısı: Önyargılarımız Dünyayı Nasıl Görüyor?
Bazen dünyayı görme şeklimiz, bizim seçimlerimizden, neye inandığımızdan ve neyi doğru bildiğimizden çok, başkalarının bize neyi doğru bildirdiğinden şekillenir. Önyargılar, gözlerimizi körleştiren, zihnimizi daraltan, genellikle farkında bile olmadan içimize işleyen, derinlere kök salan fikirlerdir. Bu fikirler o kadar normalleşir ki, çoğu zaman ne kadar yanlış olduklarını bile fark edemeyiz.
Birini gördüğümüzde hemen bir etiket yapıştırma eğilimindeyiz. Kıyafeti, cilt rengi, duruşu, konuşma tarzı; her şey birer sinyal olarak algılanır ve kafamızda bir yerlerde o kişiye dair bir önyargı oluşur. Kimse masum değildir. Hepimiz, yıllar içinde çevremizden, medyadan, toplumdan, ailemizden aldığımız mesajlarla, başka insanları ve dünyayı bu filtrelerle görmeye başlarız. Kimse bu önyargılardan tamamen arınmış değildir, çünkü bir şekilde hepimize sürekli olarak belirli kalıplar öğretilir.
Birçok insan için dünya, onların baktığı yerden ya da yetiştirilme tarzlarından ibarettir. Eğer küçük bir kasabada büyüdüyseniz, geniş bir şehirde yaşamayı ya da farklı kültürlere açık olmayı anlamanız çok daha zor olabilir. Ve tam da burada önyargılar devreye girer. Farklı olanı anlamak ve kabul etmek çoğu zaman zor gelir çünkü bilinmeyen şeylere dair korkular ve yanlış anlamalar vardır. Başka bir dini inancı olan birini gördüğümüzde ya da farklı bir yaşam tarzını benimsediğini fark ettiğimizde, bu farklar genellikle bizi rahatsız eder. Bu rahatsızlık, çoğu zaman bilinçaltında yer eder ve yavaşça önyargılara dönüşür.
Medya da bu önyargıların pekiştirilmesinde büyük bir rol oynar. Özellikle televizyon dizileri, haber programları ya da sosyal medyada gördüğümüz her şey, kafamızda var olan kalıplara uygun şekilde düzenlenir. Mesela, bir suç haberinde ya da bir dramatik olayda, suçlu genellikle toplumun dışladığı, normlara uymayan bir kişi olarak tasvir edilir. Oysa, bu haberlerin tamamı gerçeği tam olarak yansıtmaz. Ama biz yine de “bu tür insanlar” hakkında bir fikre sahip oluruz.
Bir de önyargılar sadece başkalarına karşı değil, kendimize karşı da gelişebilir. Kendi potansiyelimizi küçümsemek, başarısızlık korkusu yüzünden bir şeylere cesaret edememek de bir tür önyargıdır. Kendi sınırlarımızı başkalarının gözünden görmek, hayallerimize bile engel olabilir. Ve bunu fark etmek bazen yıllar alır.
Bunları düşündükçe, önyargıların ne kadar güçlü ve gizli bir etki yarattığını daha iyi kavrayabiliyoruz. Bu etkiyi kırmak kolay değil. Önyargılar, ne yazık ki, çoğu zaman yaşam tarzımıza, sosyal çevremize ve eğitimimize göre şekillenir. Ama önemli olan, farkında olmak. Kendi düşünce kalıplarımızı sorgulamak ve her yeni karşılaşmayı, her yeni insanı, her farklı durumu, önyargılardan arındırarak değerlendirmeye çalışmak. Sadece bu şekilde, gerçekten dünyayı olduğu gibi görmeye başlayabiliriz.