Tuğba EROĞLU'nun 5 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Sinema ve Kadın

Toplumsal cinsiyet, bireylerin rollerinin olduğu ve bu rollerin cinsiyetlerine göre şekillendiği bir tür ‘görevlerdir’. Toplumsal cinsiyet, insanın doğumundan ölümüne kadar toplumun kurallarına göre nasıl hareket edilmesi gerektiğini belirler. Cinsiyet rolleri erkek veya kadın fark etmeksizin kültüre göre şekillenmektedir. Kişinin kişisel özellikleri, tutumları, hal ve hareketleri yaşadığı kültürün ona öğrettiği normlar ve cinsiyetinin getirdiği sorumluluklar dahilinde şekillenmektedir.

Ataerkil sistemde kadından; iyi bir sevgili, iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir çalışan gibi değişik kulvarlarda beklentiler vardır. Burada iyilik kavramının, ataerkil toplumun belirlediği kurallara uymak olduğunu bilmek gerekir. Bu sistemin oluşturduğu kadın imgesi sinemada da erkeğe muhtaç veya cinsel bir obje olarak gösterilmektedir. Çalışmamızda bunu ele alarak Ataerkil bir düzende kadının hem hayatta hem de sinemadaki yerini inceleyeceğiz.

“Günümüzde kadın konusu; kadının statüsü, aile içi ve ev dışındaki kadın ve erkeğin rolündeki değişmeler, kadının ezilmişliği, erken evlilikler, cinsiyetler arasındaki farklar, kız ve erkek çocukların eğitimi ekseninde tartışılmaktadır. Söz konusu konuların bugün de tartışılıyor olması kadın ve aile ile ilgili sorunların geçmişte olduğu gibi günümüzde de devam ediyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle, ataerkil toplumun geleneksel değerleri modern toplumsal yapıda da önemli ölçüde varlığını devam ettirdiğinden kadın için iyi bir eş, iyi bir anne olmak önem taşımakta ve böylece kadın için çifte sömürü veya çifte egemenlik koşulları yaratılmaktadır. Dolayısıyla kadın üzerinde baba ve koca iktidarının yanı sıra, ataerkil toplum değerleri de egemenlik ve baskı aracı olabilmektedir. Bu noktadan baktığımızda kadına ilişkin mevcut tartışmalar, kadın sorunuyla ilgilenen yeni söylem ve pratiklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Dünyada ve Türkiye’de meydana gelen gelişmeler özellikle son yarım asırdır kadının toplumdaki rolünü değişime uğratarak kadını toplumsal hayatta daha aktif bir hale getirmiştir. Modernleşme ve popüler kültür, kadını toplumdan soyutlayan konuların son bulmasında önemli bir rol oynamıştır. Yine de geldiğimiz noktada cinsiyetçiliğin, ayrımcılığın vs. son bulduğunu söyleyemeyiz.

Kadınlar ataerkil kültürlerde özel alanlarına sıkıştırılmış ve yaşam alanları ev ile sınırlandırılmıştır. Ev ise yine cinsiyetçiliğin bulunduğu bir alan olarak işlenmektedir. Evde kadın, çocuklarını ve eşini doyurmak, çamaşır yıkamak, evi toplamak vs. gibi işlerle ilgilenmekle mükellef bir karakter olarak görülmektedir. Toplumun kadına ve erkeğe bakış açısı hem aile yapısını hem de kamusal alanlarda kadınların ve erkeklerin duruşunu belirlemektedir. Toplumun kabul ettiği kurallar ve değerler doğumundan gelişimine kadar her süreçte bireye işlenmekte ve ailenin, akrabaların, arkadaşların sosyal hayata entegre olmada bireye bu kuralları entegre ettiği bilinir.

Medya toplumsal yapılardan yola çıkarak cinsiyet rollerini ekrana yansıtmaktadır. Türk toplumunu baz aldığımız zaman medyada kadının temsili, cinsiyetçi bir temellendirme ile sınırlandırılmış ve özel alanlara hapsedilmiştir. İşlenen bu cinsiyetçilik biyolojik anlamla sınırlı kalmayarak kadınların toplumda edindikleri yeri, görevlerini ve toplum içinde ne kadar kabul gördüklerini işlemektedir. Bu cinsiyetçi yapıyı yalnızca sinemada veya dizilerde değil, haberlerin içeriklerinde, setlerde, kanallarda çalışan kadınların uğradıkları ayrımcılığı görmek mümkündür. Kadınlara çalışsalar da çalışmasalar da toplumda annelik görevi, ev işleri ve kocaya hizmet gibi görevler işlenmektedir ve bu işleri kadın üstlenmesine rağmen iktidar her zaman erkekte olmalı düşüncesi hakimdir.

Televizyon dizilerinde temsil edilen kadın, toplumun kadın hakkındaki düşüncelerini etkilemektedir. Her sezon onlarca dizi yayın hayatına girmektedir. Bu dizilerde genellikle kadınlar, erkeklerin arkasında onların destekçisi ya da erkeklere hizmet etmesi gereken, örf ve adetlere uygun hareket etmesi gereken ve erkeğe eşit olmayan konumdadır. Dizilerde yer alan kadın karakterler genellikle birbirinin yansıması şeklinde, geleneksel söylemlerin ve özel alanlarının dışına çıkamayan kadınlardır. Bu kadın göstergesi, dizi konularında kadın zengin de olsa, fakir de olsa, eğitim almış olsa da olmasa da toplumun baskıladığı role bir süre sonra girmek zorunda kalmaktadır.

Sinema, insanın toplumdaki sosyo-kültürel yapısından beslenerek var olmaktadır. Sinema filmleri bireylerin düşüncelerinin oluşmasına katkı sağlar. Toplumsal kabuller, roller ve alışkanlıklar sinemaya da yansır. Bunun en tipik örneklerini kadın ve erkeğin toplumsal rollerinde ve kadın erkek ilişkilerinde görürüz. “Bu açıdan erkek egemen toplumlarda da sinemadaki kadın temsillerinin, erkek bakışının bir uzantısı olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır. Kadın erkek ilişkileri, kadın ve erkeğe yönelik kalıplaşmış bakış açıları topluma içkindir ve bu doğrultuda sinemada da bunun temsilleri görülmektedir. Türk sinemasındaki kadın temsillerinin de toplumda kadına yönelik kabul görmüş stereotipler temelinde şekillendiği düşüncesi yaygın bir görüştür. Kadının toplumsal hayattaki varoluş mücadelesinin beyaz perdeye de yansıdığı, senaryolardaki kadın karakterlerin erkek bakışının bir ürünü olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir.