Mürvet KARA'nın 24 Ocak 2024 tarihli yazısı: Sükût-u Hayal
Bazen çok büyük hayallerle yola çıkarız. Düşlerle uyur, sabah o düşün mahmurluğuyla uyanırız. O denli tatlıdır, güzeldir ki bir değil bin ömür verseler yine o hayale ulaşmak için harcarız. Yeniliriz, yanılırız, düşeriz ama içimizde tekrar ayağa kalkacak gücü buluruz. Sonra bir gün gelir, hayalleriyle içimizde dünyalar kurup dünyalar yıktığımız o şey bir anda tuzla buz oluverir.
Yaşamın tüm şubelerinde anlamın eridiğini görürüz. Bu hüsran bazen çocukluğumuzdan itibaren bizi ele geçirmiş bir efsunun bozulmasından kaynaklanır. Pek çoğumuz daha küçücükken kurduğumuz bazı hayallerin aslında hayalden ibaret kalması gerektiğini anladığımızda her şeyi ve herkesi bırakmak isteriz. Bir dağ, bir mağara gibi sığınacak bir liman ararız.
Kelime anlamı olarak “sükût”, “düşmek” demektir. Hayalin düşmesi anlamına gelir bu “sükût-u hayal” tamlaması da. Gözden düşmek gibi gönülden de düşmeyi barındırır anlamca. Yani “gönülden düşen hayal” anlamına da gelir. Cümleler anlamsızlaşır. Konuşmak gereksizleşir. İnsanlar sadece ses çıkartan varlıklara dönüşür.
Boşlukta süzülmeye başlarız. Bazen de bu hâle öfkeleniriz. Eğer bu sükût, bir direnç mekanizmasını işler hâle getirmeye başlamışsa, işte o zaman yeni bir mücadeleye girişiriz. “Bu hayal, sükûta uğramadan nasıl ayakta kalabilir” diye çözümler ararız. Harekete geçeriz. Mücadele ederiz. Bu bir bakıma homo sapiensin hayatta kalma mücadelesinin duygusal versiyonudur. Nitekim hayaller anlamları, anlamlarsa dünyayı kurar.
İlber Ortaylı, bu konuyla alakalı bir kitabında, “Umut etmek için, hayal kurmak için, iyi bir ömür yaşamak için hepinize gereken, kendi kendinizi inşa etmenizi öğrenmektir. Hayat denen köprüden ancak bu şekilde geçebilirsiniz” der fakat hayaller mi bizi kurar yoksa biz mi hayalleri kurarız? Ya da biz mi hayallerimizi yıkarız yoksa hayallerimiz mi bizi yıkar? Hangisi sebeptir, hangisi sonuçtur, bunu düşünmek ve iyi tetkik etmek gerekir.
Şimdi bir adım geriye çıkıp düşünme zamanı. Neyin hayaliyle büyüdük? Bu hayalleri gerçekleştirmek için hangi bedelleri ödedik? Hayallerimiz sükûta uğradı mı? O yıkıntının içinden nasıl çıktık? Çıkabildik mi? Ve son soru; hayallerimizi gerçekleştirmek için verdiğimiz tüm bu var olma mücadelesinin arasında “Ben kimim” sorusuna bir yanıt bulabildik mi? Ben, bu hayalleri kuran ben miydi? Bu hayaller için mücadele eden ben miydi? Bu hayaller yıkıldıktan sonra her şeyi bir kenara bırakarak tek başınalığına sığınan ben miydi? Yoksa düşlerin arasında kaybolan ben miydi?