R. Bülend KIRMACI'nın 23 Şubat 2024 tarihli yazısı: Tek Yol Sanayileşmek
Soğuk savaş yıllarında toplumumuz da bazı sloganlardan etkilendi:
“Tek yol devrim” dendi; “Tek yol Kızıl elma” dendi; “Huzur İslam’da” dendi…
Siyasetin ekonominin ayağına pranga olduğu, ekonominin siyaseti taşıyamadığı yıllardı.
O yılların “izleri” halen kısmen “yaşıyor”; ancak…
21.yüzyılda gerçekçilik bizi daha doğru yaklaşımlara zorluyor.
Slogan nedir? Eylemin, etkinliğin bittiği yerde başlayan ve yerli yersiz kullanıldığında topluma pek de bir yararı olmayan seslerin yükseltilmesidir.
Tabiidir ki, yerli yerinde slogan da çok işe yarar!
Fakat asıl-olan seslerin değil sözlerin yükseltilmesi ve hayatın her alanının verimlilik anlayışıyla tanzim edilmesidir…
Yani; plandır, organizasyondur, takvimdir, etkinliktir; özcesi icraattır!
Yeni bir seçim dönemini yaşıyoruz; elbet, çeşitli sloganlar da kullanılacak; ancak şu var: yurttaşlar tercihlerini büyük ölçüde ekonomiye bakarak yapar oldular; dolayısıyla, seçmeni ekonomik programıyla “ikna eden” parti ve adaylar başarılı olacak…
Önümüzdeki yerel sonrasındaki genel seçimde de madem ki “ekonomi” baş rollerdedir o zaman ekonominin asli çekirdeğine de odaklanmak gerekir: O da sanayileşmedir…
Toplumumuz arkada kalan yıllarda pek duymadığı bir şeyi duymak, ona inanmak, planıyla programıyla belediyesinden merkezi yönetimine bu konuda siyasete güvenmek istiyor:
İşte “tek yol sanayileşme” diyecek, ekonomiyi bütün kurum ve kurallarıyla çağdaş anlamda işletecek bir yapının ve anlayışın gereği de bu noktada beliriyor… Bu gereği kavrayan ve tasarımlayan unutmayalım ki bundan böyle rakiplerine oranla her yarışa birkaç adım önde başlayacak ve “ipi” daima önde göğüsleyecek…
Evet değerli okurlarım,
Daha kaliteli bir yaşam için, daha düzgün bir gelir dağılımı için, daha nitelikli sağlık hizmetleri, daha eşitlikçi eğitim olanakları için sanayileşmek tek yoldur…
Sanayileşmek, teknolojiye dayalı katma değer sağlamak bunu iç pazarda dolaşıma sunduktan sonra artanı dış pazarlarda satmak, üretim kodları içinde yerli hammadde ve ara mamulün yüzdesel payını çoğaltmak, pasaportu daha değerli, vatandaşı daha saygın bir devlet ve toplum olabilmektir…
Bunların yanı sıra sanayileşme aynı zamanda kültürel kalkınma ile eş anlı ve karşılıklı etkileşim halinde bir sürecin de oluşmasıyla, her yaşam alanında halkın, kütüphane, tiyatro, sinema, müze ve ören yerlerinden daha çok yararlanması sonucunu da beraberinde getirir…
Daha da ötede, ne kadar “sanayi toplumu” iseniz, dünya edebiyatına o kadar yazar kazandırabilir, sporda o kadar başarılı olabilir: sanatçılarınızın uluslararası arenada daha çok rağbet gördüğüne tanık olabilirsiniz…
Tekrar edeyim, milyon kere de yazsam aynı şeyi yazacağım:
Türkiye’mizin doğasıyla, maden varlıklarıyla, akarsu yataklarıyla, ovasıyla dağıyla, ama aynı zamanda kentleri, kasabaları ve köyleriyle daha müreffeh ve mutlu bir ülke olabilmesinin tek yolu: sanayileşmektir…
Şimdi diyen olacak ki, “efendim organize sanayi bölgelerinden teknoparklara, küçük ve orta ölçekli sanayi birimlerinden kamusal destek yapılarına sanayileşmek adına birçok adım attık” Doğrudur! Ancak, yetmez!
Daha çok, daha etkin, daha verimli yatırımlar yapmalıyız ve bu konuda devleti sahaya iyi bir planlamacı ve iyi bir uygulamacı olarak sürmeliyiz!
Ben 7/24 yaşanılan, kentleri ışıl pırıl parlayan, kalkınmayı köylere de yayan, tarım endüstrisini geliştiren, endüstri ile mesleki teknik eğitimin bağını daha yakından kuran, yazılımdan robot kullanımına kendi mühendislerinin ürünlerini dünyaya açan, dünyadaki rekabetten daha çok yararlanan başı dik, mağrur, mücadeleci, halkı ve devleti giderek güçlenen bir Türkiye özlüyorum…
Hangi görüşten olursak olalım bu memleketi aşkla seven her yurttaşımın da aynı özlemde birleştiğini görüyorum, biliyorum, duyuyorum…
Öyleyse gelin hep beraber sözlerimizi yükseltelim ve bu yüzyıla yaraşır ve memleketimizin ihtiyacı olan sloganı birlikte seslendirelim: Tek yol Sanayileşmek!