Tuğba EROĞLU'nun 20 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Türk İnanışında Nazar ve Ölüm

Toplumların belli bir disipline tabî olmaksızın kulaktan kulağa naklettikleri, kimi zaman yazılı da olabilen ancak yazarı çoğunlukla anonim olan kaynaklardır diyebiliriz. Bu kaynaklar ekseriyetle toplumların yaşayış şekillerini, kültürlerini, teoloji ve mitolojilerini, korkularını ve temennilerini ifade etmekte, kimi durumlarda ise toplum nezdinde etki oluşturan belli bir olayı konu edinmektedir. Sözlü tarihin en büyük kaynağı insandır.

Günümüzdeki ölümle ilgili adetlerde de eski Türk inanışlarının izlerine oldukça fazla rastlanmaktadır. Mezar yapıları, ölünün ardından dağıtılan yemekler, ölünün belirli günlerde anılması ve gömülmeyle ilgili adetler hep eski Türk inanışlarından izler taşımaktadır. Eski Türklerde önemli birisi öldüğü zaman önce bir süre yurtta bekletilir, kurgan veya mezar inşa edildikten ve törenler tamamlandıktan sonra da mezara gömülürdü. Bunun yanı sıra mezarların üzerlerine dikilen “taşbaba”, “taşata” ya da “taşnene” adı verilen heykeller de bugünkü mezar taşı geleneğinin temelleridir. Mezar taşı geleneği İslamiyet’e ait bir unsur değildir. Ayrıca toplu mezar ziyaretleri de ölüler kültüyle alakalı eski Türklerden günümüze ulaşan bir adettir. Ölü gömmeyle ilgili bir diğer adet ise ölülerin güneş battıktan sonra gömülmemesidir. Bunun sebebi eski Türklerde güneş battıktan sonra yerin mühürlendiğine ve bu vakitten sonra yer kazılırsa kötü ruhların dışarıya çıkacağına olan inançtır. Eski Türk inanışlarındaki ölülere ilişkin uygulamalardan günümüze ulaşanlardan biri de ölü aşıdır. Bugün ölen kişilerin ardından dağıtılan helva ya da yemek, eski Türklerdeki “yoğ” törenlerinin bir devamı şeklindedir. İltar, yoğ törenlerini, “Eski Türkler, ölülerine aş vermeyi en önemli görev sayar ve yoğ adını verdikleri törenler düzenlerlerdi. İlk çağlarda aş doğrudan doğruya ölüye verilir yani mezarına koyulur veya dökülürdü” şeklinde açıklamaktadır. Anadolu’da kişi, ölümünün kırkıncı, elli ikinci, nadiren de üçüncü ve yedinci günlerinde yemekle anılır. Bu sayılar günümüzde bize bir şey ifade etmese de eski inanç sisteminde belirli anlamları vardır; “inanışlara göre ölüler ancak ölümlerinden üç, yedi ya da kırk gün sonra verilen cenaze şöleninin ardından bir daha dönmemek üzere ölüler âlemine giderler.” 

Nazar ile ilgili uygulamalar da halk arasında oldukça yaygın olan ve kökleri eski Türk inanışlarına dayanan uygulamalardır. Kurşun dökme, göz değmesine karşı nazar boncuğu takma ve “tu-tu-tu”lama bunların en yaygın olanlarıdır. Şamanizm’de “kut dökme” ya da “kut kuyma” olarak anılan kurşun dökme, “kötü ruhlardan birinin çaldığı kutu, yani ‘talih, saadet unsurunu’ geri döndürmek için yapılan bir sihri ayindir.” Günümüzde de talihi kötü giden insanlar için kurşun dökülerek talihleri açılmaya çalışılır. Göz değmesi inancı da kişinin ruhunun Erlik’in (şeytanın) buyruğu altına girdiği inancıyla ilintilidir. Kişi bu durumda her kötülüğü yapabilmekte ve kimi zaman bunun farkına varmakta, kimi zamansa varamamaktadır. Kötü iyeyi (ruhu) uzaklaştırmak için en sık mavi boncuk kullanılır. Türkler bu nesneyi çok eski zamanlardan beri kullanmaktadırlar. Boncuğun mavi olmasının sebebi, Türkler arasında mavi göze çok seyrek rastlanması ve mavi gözün olağanüstü güce sahip olduğuna inanılmasıyla ilintilidir. Bu sebeple çocuklarını mavi gözlü kişilerden saklama gereği duymuşlardır. Günümüzde de hâlâ mavi gözlü kişilerin nazarının değdiğine inanılmaktadır. Nazara karşı alınan bir diğer tedbir ise beğeniyle bakılan canlı veya cansız varlığın olduğu yöne doğru “tü-tü-tü” şeklinde tükürür gibi yapılmasıdır. Bu davranış, içinde varlığını bildiği kara iyeyi şaşırtmaya yönelik bir davranıştır. Böylelikle beğeniyle bakılan varlık, kişinin içindeki kötü ruhlardan korunmaktadır.