Tuğba EROĞLU'nun 11 Mayıs 2023 tarihli yazısı: Türk Kültürünün Kökenleri

Yıl dönümleri ve mevsim değişiklikleri tarım ve hayvancılığa bağlı ilkel toplumlar için çok önemli olgulardır; canlanan doğa ve güneşin doğuşu, törenlerle kutlanır. Birçok toplulukta birbirine benzeyen bu tarz törenler görüldüğü gibi, İslamiyet öncesi Türk topluluklarında da görülmektedir. Genel olarak Nevruz; yeniden canlanışın, baharın ve bereketin sembolüdür. Bu bayram, tarih boyunca Anadolu’da da çeşitli adlarla kutlanmıştır. Bugün Anadolu’daki Nevruz kutlamalarını, Türklerin İslamiyet öncesi başka adlarla kutladıkları bahar bayramları ve Anadolu’daki bahar şenliklerinin biçimlendirdiği söylenebilir. İslamiyet öncesi Türklerde, Nevruz’la ilişkilendirilen Yayık kaldırma töreni vardır. Bu tören adını insanların koruyucu ruhu olan Yayık’tan almaktadır. Tören, ilkbaharda, davarların ve kısrakların sağılan ilk sütüyle bulgurun karıştırılmasından oluşturulan lapanın saçılması şeklinde yapılır. Bunun, baharın gelişini kutlama (Yeni Gün/Nevruz) uygulamalarıyla ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır. Nevruz ateşinin de İslamiyet öncesi Türk topluluklarında görülen ateş kültüyle ilgili olduğu aşikârdır. Doğayı canlandıran güneşin uzantısı olan ateş, arındırıcı özelliği olan bir külttür; yeniden dirilişin kutlandığı bugünde, kötülüklerden arınmanın sembolüdür. İslamiyet sonrasında Nevruz’un kutlandığı gün olan 21 Mart’a yeni anlamlar yüklenmiştir. Allah’ın yeryüzünü 21 Mart’ta yarattığı, bugünün Hz. Muhammed’in peygamber olduğu gün olduğu, Alevi-Bektaşi inançlarında Hz. Ali’nin doğum günü olduğu öne sürülerek İslami bir kimlik kazandırılmıştır. Sonuç olarak yeni yılın gelişini kutlayan bir bayram olan Nevruz, bir bahar bayramı olarak yerini ve önemini korumuş fakat farklı kültürlerle tanışmasından dolayı yeni anlamlar da kazanmıştır.

Hıdrellez için de tam olarak aynı durum söz konusu olmuştur. Hıdrellez de Nevruz gibi yeni yılın başlangıcının, yazın gelişinin ateşle kutlandığı mevsimlik bir bayramdır. Hızır ve İlyas efsanesiyle İslami bir biçime bürünen ve adını da bu sözcüklerin birleşiminden alan Hıdrellez, içinde gül ağacı, yeşil bitkiler, ağaçlar ve su motiflerinin olması ve benzer unsurların Orta Asya’daki kutlamalarda da kullanılması sebebiyle Orta Asya kaynaklı görünmektedir. Su ve ağaç kültü, İslami renge bürünen Hıdrellez’de de ana unsur olmuş, Orta Asya’nın bu bahar bayramı, Anadolu’nun İslami motifleriyle birleşerek günümüze ulaşmıştır.

Hıdrellez ve Nevruz kutlamalarının önemli bir unsuru olarak belirttiğimiz ateş, Türkler için çok önemli bir külttür. Ateş; temizler, kötü ruhları kovar. Kötü ruhları kovmak için ateş ve tütsüler yakılır. Ocaktaki ateş kutsaldır; su dökülerek söndürülmez. Türklerin ateşe olan bu saygısı devam etmekte ve geçmişteki asıl anlamı bugün unutulsa da hâlâ tütsüler kullanılmakta, Hıdrellez ve Nevruz gibi bayramlarda ateşin üzerinden atlanmaktadır.

Yılbaşı kutlamaları ve çam ağacı geleneğinin Orta Asya kökenli olduğu ise Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın yaptığı araştırmalar sonucu açığa çıkartılmış yeni bir bilgidir. Çığ, bugünkü Noel Bayramı’nın eski Türklerde “Yeniden Doğuş-Çam Bayramı” olduğunu belirtmiş ve Noel’in geçmişteki adının “Nardugan” olduğunu söylemiştir. Türkler için güneş çok önemlidir ve gecelerin kısalıp, gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece, gündüzle savaşır. Uzun süren bu savaştan sonra gündüz galip gelir ve bu, güneşin yeniden doğuşu olarak algılanır. Türkler bu bayrama “Nardugan” derler. Nar, güneş; tugan da doğan anlamına gelir. Türkler de güneşin zaferini ve yeniden doğuşunu onlar için kutsal olan Akçam ağacı altında büyük şölenlerle kutlarlar. Nardugan Bayramı’nın Hun akınlarıyla birlikte Avrupa’ya taşındığını belirten Çığ, Hristiyanlıkla birlikte bu törenlerin İsa’nın doğumuyla ilişkilendirilip, Noel olarak kutlanmaya başladığını söylemiştir. Bu araştırmayla birlikte “Hristiyan adetleri” olarak eleştirilen Noel’e ilişkin uygulamaların kökeninin Orta Asya olduğu açığa çıkartılmış ve Hristiyanlıkla bir ilgisi olmadığı dile getirilmiştir.

Günlük hayatımızın bir parçası hâline gelmiş batıl inançların kaynaklarını öğrenmeye çalışmak bizi kültür kökenlerimizle tanıştırmaktadır. Geceleri tırnak kesmek, kapı eşiğinde durmak, akşamları saç kesmek ve köpek ulumasına yüklenen anlamlar, kökleri hep Şamanist inançlarda olan uygulamalardır. Bir Altaylı kam olan Yuguşeva, bu inançların hepsinin kendi kültürlerinde de olduğunu belirtmekte ve ardındaki sebepleri açıklamaktadır. Örneğin, Altaylarda geceleri tırnak kesilmez ve kesilen tırnaklar toplanıp gömülür. Sebebi, tırnakla birlikte insanın ruhunun da kaybolacağına inanılmasıdır. Akşamları saç da kesilmez, saç çöpe atılmaz. Tarandıktan sonra toplanır ve bir yere saklanır, çünkü öldükten sonra insanın ruhu bütün dünyayı dolaşıp o saçı bulmalıdır. Ayrıca çocukların ilk saçı, hayat boyu saklanır. Bunun yanı sıra kapı eşiğinde durulmaz, çünkü Erlik-biy’in kızları insanın canını alıp götürebilir. Canı çalınan bu insan da hastalanıp ölebilir. Köpek ulumasının, ölümün habercisi olması da bir başka inançtır. Bunun sebebi, köpeklerin iyi, kötü ruhları ve insan ruhunu görebiliyor olmasıdır. Köpek herhangi bir ruhu görünce de ulumaya başlar. Köpeği çok uluyan evde de yakında insan öleceği düşünülür. Bu tip inançların hepsi Anadolu’daki Müslüman Türkler arasında da yaygındır fakat bunların ardındaki mitler unutulmuş ve mantıklı açıklamaları olmayan batıl inançlar olarak yaşamaya devam etmişlerdir. Bu inançların Altaylardaki Şamanist inançlar arasında yerini alması, bunların bizlere Orta Asya kökenli atalarımızın mirası olduğunu düşündürmektedir.

Anadolu’da evliya, dede, eren olarak bilinen kişiliklerin mezarlarının sık sık ziyaret edilip, bu mezarlara adak olarak çaputlar bağlandığına şahit oluruz. Bu mezarların ziyaret edilmesini eski Türk inanışlarındaki atalar kültüyle bağdaştırabiliriz. Atalar kültü, ölmüş atalara saygı gösterme, onlara kurbanlar sunma âdetidir. Bu kültün temeli, ölen ataların, özellikle de babaların ruhlarının geride kalanlara iyilik ya da kötülükleri dokunabileceği inancı ve onlara duyulan minnet duygularıdır. Çaput bağlama ise ağaçlara da sık sık uygulanan, İslamiyet öncesi inanışlarda dağ, orman, ağaç ve su ruhlarına adanan adakların bir uzantısıdır.

Günümüzde yeni doğan çocuğa verilecek olan isim, büyük önem taşımaktadır. Özellikle koyulacak olan ismin aile büyüklerinin isimleri arasından seçilmesi sık sık karşılaşılan bir durumdur. Bu durumun atalar kültüyle ilişkili olduğu açıktır. Çocuğun ismini taşıdığı atasının özelliklerine sahip olması istenmektedir. “Yani ismin içerdiği anlamı ve niteliği sahibine geçirdiğine inanılmaktadır.” Bu bağlamda çocuklara koyulan isimlerin anlamları da çok önemlidir.