Ebrar ÇELİK'in 6 Ekim 2024 tarihli yazısı: Türkiye'de "Kadın" Olmak
Kadın olmak, her gün yeniden var olabilmek için verilen bir savaşın ta kendisidir. Türkiye'de kadın olmak, iki kat daha fazla çalışmak, sürekli fedakârlık yapmak, hep sabretmek, ancak buna rağmen en az takdiri görmek demektir. Peki neden?
Çünkü yaşadığımız toplum, kadını yalnızca bir destekleyici olarak görürken, onun yeteneklerini ve potansiyelini göz ardı eder. Bu sistem, kadınların kariyer hedeflerine ulaşmalarını zorlaştıran görünmez engellerle doludur.
İş hayatında kadın olmak; bir erkeğin sıradan çabalarıyla takdir aldığı, terfi ettiği bir dünyada, kendi yeteneklerinle değil, cinsiyetinle yargılanmaktır. Üstelik kadınlar çoğu zaman, hem anne hem iş insanı olmayı başarsa bile, "yeterince iyi anne" ya da "yeterince fedakâr çalışan" olmamakla suçlanır.
Evde kadın olmak ise bambaşka bir meydan okumadır. İş yerinden eve döndüğünde, kadın hâlâ kadındır. Beklentiler değişmez. Yemek yapmak, çocuk bakmak, evin düzenini sağlamak... Tüm bu yükümlülükler, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlara dayattığı bir başka sorumluluktur. Ancak bu emeğin adı konmaz; sadece yapılması gereken bir görevdir. Tıpkı hiç sorgulanmadan kabul edilen birçok eşitsizlik gibi...
Peki ya kadının bedeni? Bir erkek bedenine sahip olmak, toplumda öyle ya da böyle bir özgürlük sunarken, kadınlar bedenleri hakkında karar alma hakkına bile sahip değilmiş gibi davranılır. Kendi bedeni üzerinde söz sahibi olmak, kadınlar için büyük bir mücadele alanıdır. Kadınların neyi giyebileceği, nasıl hareket edeceği, nereye gidebileceği hatta nasıl doğurması gerektiği bile hep bir sınırlamayla karşılaşır. Çünkü her şeyden önce kadındır. Bu etiket, kadının kimliğini ve varlığını tanımlarken, onun tercihlerini ve bireyselliğini hiçe sayar.
Kadın olmanın en karanlık tarafı ise şiddettir. Kadını yalnızca itaat etmesi gereken bir varlık olarak gören bu zihniyet, şiddeti bir "cezalandırma" yöntemi olarak meşrulaştırmıştır. "Seviyorum" bahanesiyle atılan tokatlar, "kıskanıyorum" diyerek kısıtlanan hayatlar ve öldürülen binlerce kadın…
Kadın cinayetleri, toplumsal vicdanın karanlık bir yüzüdür. Her bir cinayet, yalnızca bir kadının değil, hepimizin ruhunda derin bir yara açar. Öldürülen kadınlar, yalnızca istatistiklerde bir rakamdan ibaret gibi gösterilse de, her biri yarım kalan bir hayat, solmuş bir umut ve kaybedilmiş bir gelecek demektir.
Türkiye'de kadın olmak, yalnızca var olmanın bile bir direniş olduğunu anlamaktır. Sesinin duyulmadığı, susturulmak istendiği her anda daha da yüksek sesle konuşmak zorunda olmaktır. Kadın, sadece kadındır ama onun hayatındaki her seçim, her davranış, her varoluş biçimi bir mücadeledir.
Her gün, karşılaştığı tüm zorluklara rağmen, engellerle dolu bu dünyada ayakta kalmayı başaran canım kadınlar... Umarım bu mücadele bir gün son bulur ve bizler, hikâyemizi acılarımızla değil kahkahalarımızla doldururuz.
Bütün kadınlara, kocaman sevgiler...