Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 5 Ekim 2024 tarihli yazısı: Gelir Dağılımındaki Dengesizlikler
Türkiye ekonomisi 2000 yılından itibaren önemli dönüşümler yaşamış, ekonomik krizler ve reform süreçleriyle şekillenmiştir. Ancak bu süreçte büyüme ve kalkınma hedefleri arasında gelir dağılımındaki dengesizlikler önemli bir sorun olarak varlığını günümüze kadar sürdürmüştür.
2000'li yılların başında Türkiye ekonomisi, 2001 ekonomik kriziyle sarsıldı. Bu kriz, toplumsal refahı ciddi şekilde etkileyerek gelir dağılımında daha fazla dengesizliğe yol açtı. Krizle birlikte işsizlik oranlarının artması ve reel gelirlerin düşmesi, toplumun alt gelir gruplarının üzerindeki baskıyı artırdı. Özellikle tarım sektöründe çalışan kesimler, bu krizden olumsuz etkilendi ve yoksulluk oranı yükseldi.
2001 krizinin ardından uygulanan IMF destekli programlar, ekonominin toparlanmasını sağladı ancak bu toparlanma gelir dağılımındaki eşitsizlikleri tamamen çözmedi. İstikrar programları ve büyüme süreci daha çok sermaye sahiplerine ve büyük şirketlere fayda sağladı, düşük gelirli kesimler bu büyüme sürecinden yeterince yararlanamadı.
2002-2007 yılları arasında Türkiye ekonomisi hızlı bir büyüme sürecine girdi. Ortalama %7 civarında büyüme oranları yakalanmış, ihracat artışı ve yabancı yatırımlarla ekonomik faaliyetler genişlemiştir. Bu dönemde ekonomik büyüme toplumsal refahı artırsa da gelir dağılımındaki dengesizlikler devam etti. Büyüme daha çok büyük şehirlerde ve sanayi sektörlerinde yoğunlaştı, kırsal kesimlerde ise refah artışı sınırlı kaldı.
Gini katsayısı, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri ölçmek için kullanılan önemli bir göstergedir. 2000’lerin ortasında Türkiye’nin Gini katsayısı, gelir dağılımının adaletsiz olduğunu ortaya koyan yüksek seviyelerde seyretti. Özellikle İstanbul ve İzmir gibi metropoller, ekonomik büyümeden daha fazla pay alırken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu gibi bölgelerde ekonomik faaliyetler sınırlı kaldı. Böylece bölgeler arası gelir farkları artmaya devam etti.
2010'lu yıllar, Türkiye ekonomisi için siyasi belirsizliklerin ve küresel ekonomideki yavaşlamanın etkili olduğu bir dönemdi. Bu dönemde Türkiye'de gelir dağılımı üzerindeki dengesizlikler daha da belirgin hale geldi. Özellikle 2013’ten sonra yaşanan siyasi istikrarsızlıklar ve 2016 yılındaki darbe girişimi, ekonomik büyümeyi yavaşlatırken, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri derinleştirdi. Yüksek enflasyon ve döviz kurundaki artış, düşük gelirli kesimlerin satın alma gücünü daha fazla düşürdü.
Bu dönemde Türkiye'nin sosyal güvenlik harcamalarında ve asgari ücret artışlarında iyileştirmeler yapılmasına rağmen, gelir dağılımındaki bozulma kalıcı hale geldi. Özellikle finansal ve sanayi sektörlerinde büyük firmaların karları artarken, düşük gelirli hanelerin ekonomik kazançları sınırlı kaldı. Bu da gelir uçurumunu artırdı.
2018 yılında Ekonomist Mehmet KÜÇÜKEKEN’in Yeni Dünya Düzeni adı altında kutuplaşan dünya siyasetinin gölgesinde kalan uluslararası ticaretinin geleceğini ve ticaret savaşlarının küresel bazlı etkilerinin ülke ekonomileri üzerindeki yansımalarını analiz ederek hazırladığı, maliyet içermeyen, kendi kendini finanse eden ve hemen uygulamaya alınabilir makro iktisat projelerinin Türkiye Ekonomisi’nin diğer ülke ekonomilerinden pozitif yönlü ayrışması kapsamında devreye alınması yönlü talebinin ekonomi yönetimi ve kurmaylarınca ötelenmesi devletimizin ve milletimizin yüksek menfaatleri ve ekonomik kazanımları yönlü büyük kayıplara neden olmuştur. Makro ekonomi modelleri halen siyasi ve bürokrasi yönlü makamlarda beklemektedir.
2020 yılında başlayan COVID-19 pandemisi, dünya ekonomisini derinden etkilediği gibi Türkiye'de de gelir dağılımındaki dengesizlikleri derinleştirdi. Pandemi sürecinde alınan kısıtlama tedbirleri, özellikle hizmet sektöründe çalışan düşük gelirli bireyleri büyük ölçüde etkiledi. KOBİ'ler, küçük esnaflar ve turizm sektörü büyük darbe aldı. Buna karşın dijital sektörde faaliyet gösteren şirketler ve büyük holdingler pandemi döneminden daha az etkilendi ve karlarını artırabildi.
Pandemi sonrası toparlanma sürecinde enflasyonun hızla yükselmesi, düşük gelirli grupların satın alma gücünü daha da eritti. Bu dönemde hükümet, çeşitli sosyal destek programları ve kısa çalışma ödeneği gibi yardımlar sunsa da, bu destekler uzun vadede gelir dağılımı dengesizliklerini ortadan kaldırmakta yetersiz kaldı. 2022 ve sonrasında ise yüksek enflasyon ve döviz krizleri, gelir dağılımında daha da bozulmalara yol açtı.
Son dönemde Sermaye Piyasası Kurulu başkanı (SPK), Merkez Bankası Başkanı (TCMB) ve T.C. Hazine ve Maliye Bakanı gibi ekonomi yönetiminin sık sık değişmesi ve liyakat bazlı eksikliklerin piyasa üzerinde güven yönlü negatif etki oluşturmaktadır.
Türkiye'de gelir dağılımındaki dengesizliklerin birkaç temel nedeni vardır:
· Bölgesel Farklılıklar: Batı bölgeleri ekonomik olarak daha gelişmişken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri hâlâ ekonomik kalkınmada geri kalmıştır. Bu durum, gelir farklılıklarını körüklemektedir.
· Sektörel Farklılıklar: Türkiye'de hizmet sektörü ve inşaat gibi emek-yoğun sektörlerde çalışanların ücretleri, sanayi ve teknoloji sektörlerinde çalışanlara kıyasla daha düşük kalmıştır.
· Eğitim ve Nitelik Farklılıkları: Eğitim seviyesindeki farklılıklar da gelir eşitsizliklerinde önemli bir rol oynamaktadır. Daha iyi eğitimli ve nitelikli bireyler, iş gücü piyasasında daha yüksek gelir elde ederken, düşük eğitimli işçiler daha düşük ücretlerle yetinmek zorunda kalmıştır.
· Enflasyon ve Kur Şokları: Yüksek enflasyon ve döviz kurundaki dalgalanmalar, düşük gelirli bireylerin satın alma gücünü azaltarak gelir eşitsizliklerini artırmıştır.
2000 yılından günümüze Türkiye ekonomisi, birçok yapısal dönüşümden geçmiş olsa da gelir dağılımındaki dengesizlikler hala önemli bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Özellikle 2010'lu yıllarda ve COVID-19 pandemisi sonrası dönemde bu eşitsizlikler daha da derinleşmiştir.
Türkiye'nin gelir dağılımındaki bu dengesizlikleri azaltmak için bölgesel kalkınma programlarına, eğitim ve iş gücü piyasasında daha kapsayıcı politikalara ve sürdürülebilir ekonomik büyüme stratejilerine ihtiyaç duyulmaktadır.
Yatırımcıyı özellikle borsada işlem yapan küçük yatırımcıyı koruyan tedbirlerin alınması, döviz ve faizde tasarrufu bulunanların borsaya yatırımlarının teşvik edilmesi, yastık altında tutulan değerli madenlerin ekonomiye kazandırılması ile vergide adaletin ve sağlanması olmalıdır.
Düşük emekli maaşlarının adaletli bir şekilde güncellenmesi, asgari ücretin yaşam standardını sağlayacak şekilde revize edilmesi, evlilik süresinde 25 yılını dolduran ev hanımlarına geriye yönelik sigorta hakkı tanınması, 1975’li yıllardan başlayarak özlük hakları hususunda en çok mağduriyet yaşayan astsubayların maaş bağlama oranı ve tazminat beklentilerinin ivedilikle karşılanması gerekir.
Ama önce ön yargıları kırmak ve masada bekleyen projelere bakmak gerekir.
Tabi ki de, ilk önce Bakan bakacak!
Ve gereğini yapacak!
İşte o zaman ekonomi gerçekten şahlanacak…