Ersan AKBAŞ'ın 25 Mart 2023 tarihli yazısı: Yaşama sevinci veren “Şahane Hayat”
Zor bir yaşam var. Hep bir mücadele içindeyiz. Yaşamın sertliği bize çok şeyleri ıskalatıyor. İsteklerimizi gerçekleştiremiyoruz. Hayallerimizden uzaklaşıyoruz.
Bu zorlu hayat, yaşama sevincimizi azaltıyor. Hayatımızı sorgulatıyor. Belki de “Keşke dünyaya gelmeseydik” dedirtiyor. Hatta lanet okutuyor.
Acaba öyle mi? Ya “hayatımız şahane” ise…
İşte bunu anlatıyor “It’s a Wonderful Life” filmi. Türkçesi, “Şahane Hayat”. Frank Capra yönetmenliğinde 1946 yılında çekilmiş. Siyah beyaz bir film.
Bence içinde bütün renkleri barındıran bir film. Çünkü film izlendikçe insanın içine bir yaşama sevinci doğuruyor. Sizi rahatlatıyor. Mutluluktan gözleriniz yaşarıyor. Nasıl mı?
Filmin başrolünde James Stewart var. George Bailey karakterine hayat veriyor. “Bedford Şelaleri” adlı küçük bir şehirde yaşıyor.
Çok yetenekli biri. Hayalleri var. Bütün dünyayı gezip görmek istiyor. Üniversitede mühendislik okumak istiyor. Sonra hava alanları inşa etmek istiyor. Hatta 100 katlı gökdelenler dikmek istiyor. “Kilometrelerce uzunluğunda köprüler kuracağım” diyor.
Küçük, köhne bir ofiste hayatı boyunca tıkılıp kalmak onu bunaltıyor.
Bir de bölgenin en zengin adamı var; Henry F Potter. Anadolu ağzıyla “zalım” biri.
Bir de Donna Reed’in hayat verdiği, Mary karakteri var. Gözleri aşkla, sevgiyle parlayan bir kadın. O hayaline kavuşuyor, George Bailey ile evleniyor, çocukları oluyor.
Kahramanımız, “köhne” diye nitelendirdiği ofisten insanlara yardım ediyor.
Onların en temel ihtiyacını karşılıyor. İnşaat ve Kredi Birliği sayesinde onlara evler yapıyor.
İnsanın kendi çatısını, odasını, duvarlarını istemesi eski bir dürtü. Ama şartlar çok zor. Artık kendi evine sahip olmak dünyanın en zor işi.
Kahramanımız, cemiyetin bütün alt düzey işlerini yapan fakir kesimine evler inşa ediyor.
Hem de bankanın, kredi başvurusunu reddettiği insanlara.
Bu insanların, güzel bir evde yaşamaları için yaşlanana kadar para biriktirmelerini istemiyor.
Bu insanların, “Güzel evlerde yaşayarak çalışmaları ve ölmeleri çok mu?” diyor.
Modern Robin Hood… Robin Hood zenginden çalıp fakire dağıtırdı.
Kahramanımız, fakirden alıp çalmadan, fakire kredi verip ona taksitle ev inşa ediyor.
Zengin ve “zalım” karakterimiz Potter ise tüm bunlara karşı.
“Ayak takımı” diye nitelendirdiği insanların kafalarını imkânsız hayallerle doldurduğu için kahramanımıza kızgın. İnşaat ve Kredi Birliğini de bu nedenle yok etmek istiyor.
Ne kadar tanıdık değil mi? Tıpkı Yeşilçam filmlerindeki gibi. Ama bitmedi.
George Bailey, tüm yaptığı bu güzel ve iyi işlere karşın mutsuz. Çünkü o bir tutsak.
Hayallerini gerçekleştiremediği için de işinden nefret ediyor. Ama bu insanları da “zalım” Potter’a bırakıp gidemiyor. Ayrıca fazla da kazanamaz. Geçim sıkıntısı çeker.
Tam da bu sırada yaşamın bir talihsizliği onu köşeye sıkıştırır. Eli kolu kilitlenmiştir.
Artık onu iflas, skandal ve hapis bekliyordur.
Hayata geldiğine lanetler okur. Pişman olur yaşamından. “Keşke hiç doğmasaydım” der.
İşte filmin kırılma anı da burasıdır. Bir makas değişikliği olur filmde.
Dileği gerçekleşmiş, doğmamıştır.
Kahramanımız artık hiç kimsedir. Dünya onsuzdur.
Hiç düşündünüz mü kendimizin doğmadığı bir dünya nasıl olurdu?
Hiç kimse olsaydık şekil ve biçim verdiğimiz çevremiz ne olurdu?
Yaşam ne şekilde oluşurdu?
Çok sevdiğiniz eşiniz, anneniz, babanız ne olurdu? Hatta çocuklarınız kim olurdu?
Garip değil mi? Bir insanın hayatı, birçoğunun hayatını etkiliyor. O olmayınca da kocaman bir boşluk kalıyor.
İşte sırf bu soruların cevabını merak ediyorsan, Şahane Hayat filmini mutlaka izlemelisin.