Baha YILMAZ'ın 28 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Ankara, Kimlik ve Washington Portakalı 1

Eski Ankara (Old City) olarak tanımlayabileceğimiz Altındağ ilçesinin sınırları içinde kalan Kale içi, Kale çevresi, Hamamönü, Samanpazarı ve Ulus doku itibariyle bir kent geçmişi ve hafızası tanımlamaya yardımcı olabilecek bir alandır. Mimari dokunun ve kent planlamasının bugüne kalan unsurları üzerinden yapılabilecek olan tanımlama bütünü anlamaya yeterli olacak bir muhtevaya sahip değildir. Öte yandan bu bölge üzerinden yapılacak olan bu tanımlama Ankara’nın 1930 sonrası, 1960 sonrası ve 2000 sonrasında oluşan parçaları ile mukayese edildiğinde kaotik bir algı ve anlama çabası bizi beklemektedir.

Ankara’nın bu parçalı kimliğini sadece mimarı ve kent planlaması üzerinden anlamak yeterli olmayacaktır. Cumhuriyetin kuruluşu ve Ankara’nın başkent oluşuyla birlikte başlayan yoğun göç dalgası fasılalarla Ankara’nın sokaklarına, caddelerine vurmuş bu dalgaların yıkıcı etkisi ve bu etkiye karşı alınamayan önlemler Ankara’yı bir kimlik ve aidiyet sorunuyla karşı karşıya bırakmıştır.

Şehrin sakinleri, mukimleri bu yoğun göç karşısında bir nevi çaresizliklerinin tezahürü olan eski Ankara öykülerine sığınmışlardır. Şehrin sakinlerinin bütününü toplum olarak tanımlayabilirsek Emile Durkheim’a bir göz atmakta fayda var. Durkheim’a göre organik bir bütün olan toplum yapısını belirleyen üç temel unsur bulunuyor;

•             İletişim,

•             İnsanın iradesi dışında toplum yaşamını belirleyen dış koşullar,

•             Örf-adet, ahlak, hukuk gibi normatif kurallar.

Durkheim’ın bahsettiği iletişim kavramının bireylerden ziyade şehrin sakinlerini oluşturan STK’ların, resmi ve resmi olmayan kurum ve kuruluşların arasında teşekkül eden iletişim olduğu aşikârdır. Öte yandan kentin fiziki mekânlarının yerleştiği coğrafya, iklim gibi koşulların bireyin iradesi dışında olan şartlar olduğunu görebiliriz. Kent sakinleri bu irade dışındaki şartlara müdahil olamasa bile bu şartları doğru planlamalar ile kendi lehine çevirebilme şansı vardır. Bir diğer husus ise örf, adet hukuk vs. gibi normatif kuralların kristalize olmasının getireceği sorunlar olsa gerek.

Özellikle yoğun göç ile kente gelen farklı nüfusların gelenek ve adetlerinin entegrasyon karşısında göstereceği direnç ya da uyum çabaları kentte mukimlerin normatif kuralları ile gelen nüfusun normatif değerleri karşısında nasıl bir pozisyon üreteceği önemli bir etkendir. Suriye savaşıyla göçle gelen nüfus karşısında en köklü şehirlerimizin bile ne durumlara düştüğünü biliyor ve görüyoruz.

Bir Ortak Paydaya Ulaşmak Mümkün Müdür?

Kent kültürü; kent bünyesinde yaşayan insanlarca, ortak bir paydada buluşularak üretilen maddi veya manevi değerlerin oluşum sürecidir. Bir ortak paydasızlık varlığı bugün yaşadığımız kentlerin en başlıca sorunu olarak gözüküyor. Ortak paydada buluşamayan kent sakinlerinin kente dair bir hafızanın oluşmasında ve üretilen kültürel çıktıların kentli insanlar aracılığı ile anlamlı hale getirilmesinde ciddi sorunlar yaşayacağı aşikârdır. Göç ve aidiyet cephesine bir başka tarafından bakmakta fayda var. Kente gelen göçün niteliği, kente katılım ve üretim süreçlerini belirleyen en önemli unsurdur. Hemşeri derneklerinin varlığını ya da nicel yapısını belirleyen en önemli unsur gelen göçün niteliğidir. Örneğin Ankara özelinde baktığımızda, 2019 yılında yapılan bir araştırmada Ankara kent nüfusunun %48’i Ankara doğumlu olmayanlardan oluşmaktadır. Mevcut STK stokunun %15’ini ise hemşeri dernek ve vakıfları oluşturuyor. 

Niyetimiz bu dernekleri tu kaka yapmak değildir. Çünkü aynı zamanda hemşeri derneklerinin kente gelen nüfusun tutunması ve hayatta kalabilmesi için önemli bir rol oynadığını ifade etmemiz gerekiyor. Diğer bir tabirle kente gelen nüfusun kente entegrasyonunda önemli bir rol oynamaktadır.

Ancak ifade etmek gerekiyor ki; bireyin kentte yaşaması onun kentsel yaşam kültürüne, kentlilik bilincine erişmiş olduğu anlamına gelmemektedir. Kentlilik bilincinin oluşabilmesinde kentsel yaşam kültürü ve görgü kurallarına uyum önem taşımaktadır. Görgünün tarihi, kültürel ve evrensel boyutuna bakıldığında sevgi, saygı, hoşgörü, şefkat, merhamet, yardımlaşma, paylaşma, selamlaşma, adalet, duyarlılık ve fedakârlık gibi kavramlardan oluştuğu ve bu kavramların kent kültürünün temel taşlarını olduğu görülmektedir. Mevzu bahis olan ‘Kentlilik Bilinci’ olduğunda kavramın; göç, hemşeri dernekleri, kentli hakları, kent kimliği, kent kültürü ve planlamaya katılım gibi konularla birlikte ele alındığı görülmelidir.

Öte yandan göçle gelen bir nüfusun kente sosyal olarak dâhil olması göç ettikleri toplumdaki ekonomik, sosyal, kültürel ve politik yaşam biçimleri içerisinde tam ve eşit katılımlarıyla mümkün olmaktadır. Diğer bir değişle entegrasyon; kent içindeki aktivitelere ve topluluklara katılım, sosyal sorumluluk bilincini ve aidiyet duygusunu artırmakta, bu durum aynı zamanda, daha sağlıklı bir kent toplumunun oluşmasına neden olmaktadır.