Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 28 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Kader
Zor, oyunu bozar.
Artık konfor alanımızdan çıkarak mücadele etmenin zamanı geldi ve geçiyor bile; gelecek adına, değerlerimiz adına, geçim, özgürlük, yaşam ve refah adına. Sizin almadığınız riski alanlar sizin hayal ettiğiniz hayatı yaşıyorlar farkında mısınız?
Sigortalı bir işin olsun, sırtını devlete daya, bir araban, bir evin ve eşin olsun, yiyecek kadar ekmeğin tencerede kaynayan aşın olsun, yeter. Hep bu sözleri dinledik sohbetlerinde yakınlarımızdan ve etrafımızdakilerden bilinçsiz olarak dillere pelesenk olmuş konuşmalar olarak ve Anadolu insanını kendine özgü kaderini kabullenmişliğinin ve bozkır memleketlerinin her yönden ihmal edilmişliğinin eseri olarak insanının masum cahilliğinin sözlere bir yansıması olarak.
Bir insanı öldürmekten daha kötüsü o insanın umutlarını öldürmektir.
Unutulmuşluğun ve yıllarca süren bu topraklarda var olma mücadelesinin yorgunluğunu üzerinde taşıyan Anadolu’nun cebi boş, yüreği acı dolu insanı tarım ile hayvan kapsamında yağmur ile güneş arasında bir yol tutmuş, kara bahtım kör talihim diyerek kadere boyun bükmüş ve kırılmış kendini düşünmeyen devlet yöneticilerine. Şikayet etmemiş onca sene ihmal edilmişliğini ne gelen yetkililere, ne birilerine ne de Yüce Yaradan’a. Bu kırılma zayıflığından değil zarifliğinden olmuş çünkü kristalin kırılganlığı zayıflıktan değil zariflikten olur.
Anadolu insanı kendi yağında kavrulurken güneşin bozkır topraklarını kavurduğu gibi, toprağı suya hasret kendisi umuda hasret beklemiş durmuş hayallerine tarlalar arasındaki ‘an’lar gibi sınırlar koyarak. Toprak emeğinin karşılığı olarak ne verdiyse alıp kabullenmiş, devlette kendisinden ne istediyse fazlasıyla vermiş; asker demiş evladını göndermiş, vergi demiş ambarındaki son kalan buğday çuvalını yüklenmiş sırtına teslim etmiş. İmece denmiş koşmuş, yardım denmiş boş çevirmemiş kapısına geleni Hızır bilerek. Belki de şimdi çorak topraklara su geldi, bizim hayatımızda da eğitim ve teknoloji biraz arttı ama bu kadercilik anlayışı genlerini taşıdığımız atalarımızdan miras kaldı sanırım.
Bir insanın en büyük yükü gerçekleştiremediği potansiyelidir oysa.
Yaşadığımız dönem farklı mı sanki?
Özgüvenli, eğitimli ve meslek sahibi bireyler olarak yaşadığımız şehirlerde onca kalabalığın arasında ve çok katlı binalardaki evlerimizde kendi dünyamızın dışında birkaç iş arkadaşını saymazsak kaç kişi ile muhatap oluyor, kaç kişi ile görüşebiliyoruz? Bankaların kredi olarak her an destek verdiği, sosyal medya üzerinden sınırların olmadığı sanal bir dünyamız varken bozkır insanı gibi gerçek dünya hayatımızda, nedir bu umutsuzluk, bu kırılganlık? Tüm zorluklara rağmen Anadolu insanı hiç şikayet etmemişken, her an ve her şeyden bitmek tükenmek bilmeyen şikayetlerimiz neden?
Halk cahildir, okur öğrenir. Geri kalmışlığı çalışır, telafi eder. Kalifiye işgücü yoktur, yetiştirirsin. Üretim yoktur, teşvik edersin. Ticaret azdır, destek olursun. Her şeyin bir çaresi vardır elbet. Fakat toplum bozuldu mu bunun çaresi yoktur. Toplumun bozulması da umutların kırılması ile olur.
Bizi yönetenlerden başlayarak sormak isterim ki; bu hırs, bu ego, bu doymayan nefs, bu inat, bu adaletsizlik, bu bencillik neden?
Herkesin putu kendine şirin, herkes başkasının putuna İbrahim!
Nerede bizi biz yapan değerlerimiz?
Zor zamanlardan ve sınavlardan geçiyoruz!
Anlaşılıyor ki dayanılmaz olan aslında yaşam değil insanlarmış.