R. Bülend KIRMACI'nın 10 Mayıs 2024 tarihli yazısı: Beni Etkileyen TV ‘Dramaları’
Drama derken iki ayrı TV dizisinden söz etmek istiyorum...
Yıllar öncesine geri gidiyorum...
"Palto" idi adı veya odağında bir adamın paltosu olan bir televizyon-tiyatrosu idi; TRT'de siyah beyaz ekranda izlemiştim.
Devlet Tiyatrosu sanatçılarının muhteşem başarısıyla, başrolde Macit Flordun yer alıyordu.
Orta yaşını geçmiş karakter, mütevazı bir iş yerinde hayat mücadelesi veriyordu.
Her çalışan gibi bir yandan zorlu koşullarla yüzleşiyor, diğer yandan aile gemisini yüzdürmeye uğraşıyordu.
Gel zaman git zaman kırk yılın başında kendisi için bir şey yapmak istedi; elinde avucunda kalan son parasıyla bir palto satın aldı.
Rus edebiyatının büyük gücüyle bizim yönetmenlerimizim yetkinliği birleşmiş ve eser ile dönemin zorlu koşulları; genel çalışma ortamı, emekçilerin geçim olanakları ve toplumun sosyal kültürel yapısı ortaya konmuştu.
Belki alınması veya 'çalınması' bürokratik ve politik varsılları hiç etkilemeyecek o palto, bu adamın tek güncel hazinesi idi.
Onu da soğuk havalarda hastalanmadan işe gidebilmek ve evine ekmek götürebilmek için satın almıştı!
Ve... Kısa bir süre sonra o palto çalındı!
Her zamanki yerinde paltosunu göremeyen kahramanımız Macit Beyin "paltom, paltom, nerede, yok, yok işte" diye haykırırken döktüğü gözyaşlarını unutamam; büyük bir performanstı.
Daha gençlik yıllarım ve orta direk bir aileden gelmenin zorluklarının farkındayım...
Muhtemelen aynı zamanda bir baba olan oyunun kahramanının benim gerçek hayattaki babam gibi ne kadar fedakâr olduğunu iliklerime kadar hissettim.
Milyonlarca insanı ve benzer acılarını da...
Ben de başroldeki karakter ile birlikte ağladım.
Şu olgun çağımda bu sahne aklıma gelir yine hüzün dolarım.
Bir emekçiye binbir çile ile palto aldıran sistem, çürümüş, bozulmuş, büyük hırsızları korumaya almış o kirli düzen; insanları bir diğerinin hırsızı, mağduru, hatta celladı haline getirebiliyordu...
Gelelim ikinci beni en çok etkileyen televizyon dizisine...
Orada sadece bir görüntü, bir sahne beni oldukça etkilemişti ve asla unutamam...
Konu İngiltere'de bir lordun konağında geçiyor... Aynı konakta anne ve kız birlikte hizmetkârlık yapıyorlar.
Annenin uşaklığını kızına miras bıraktıran bir tür feodal düzen.
Meksika'daki gibi "ya hizmetçisindir, ya da hizmetçin vardır" dedirten bir servet ve gelir adaletsizliğini dönemindeki Britanya!
Anne, yaşı gereği kıdemli, iş yükü kızınınkinden belki biraz daha hafif; örneğin annesi efendilerinin eşyalarının, dolapların tozunu alırken, kızı, mutfak grubunda bazen bulaşıkların, bazen ocağın başında yemek pişirmek için canhıraş şekilde ter döküyor...
İkisi bir fakat ayrı ayrı aldıkları her kuruşa ihtiyaçları var.
Gel zaman git zaman bir gün kızı, annesinin yorgun bedenini bir gardıropta saklanmış halde buluyor.
Kadıncağız, yoksulluk içindeki yaşamının ve ömrünün sonuna kadar da çalışmak zorunda olmasının utancıyla son nefeste adeta "saklanıyor"...
Üstelik dolabın içinde cansız bedeninin aldığı şekil de adeta cenin halini yansıtıyor; belki o da tüm bu hayatı böyle mahsun yaşamış olmak içgüdüsüyle kendi annesine sığınmak istiyor!
Ne zaman bu sahne aklıma gelse dünyanın bütün onurlu ve çilekeş kadınlarını anarım.
Kendi evinde kendi işini, yapan herkese insanca yaklaşan, bilge ve vakar haliyle bizi büyüten annemi hatırlarım...
İngiliz filminde emperyalist devletin kapital birikimi yıllarındaki korkunç iç sömürüsüne tanıklık ettim.
Kula kulluk ettiren düzenleri, insanları yabancılaştırmaya iten, savaşa süren, yoksulluğa sürükleyen ve suçluluk ortamında adaletsizlikleri perçinleyen sistemleri lanetlendim...
Hem "Palto"nun karakteri hem "köle hizmetçi" büyük savaşlar dünyasının da prototipleri idiler...
O düzenlerin efendileri şimdi doğayı ve insan doğasını yıkmaya teşne büyük komitelerin kuklaları halinde reenkarnasyon durumundalar.
Paltolarımız çalınmasın, ömrümüz kör kuyularda tamamlanmasın diye ikinci bir aydınlanma ve reform çağına ihtiyaç var.
Bunun şifreleri bilimle belirlenecek, bayrağı üretici, çiftçi, işçi ve gençlerin elinde yükselecek.
Umarım bir gün insancıl sosyal bir dünya arayışı, her türlü karanlık dünya düzeni ve kumpaslarını mağlup edecek...
İşte o gün ne paltolar ne emekler çalınabilecek;
ne de kimse kimsenin kölesi olmayacak...