Baha YILMAZ'ın 10 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Borç Toplumu, Minnet Ekonomisi ve İktidar İnşası

Bu satırları okuyanlar bilirler. İktisat sosyolojisinin farklı alanlarından, iktisat tarihinin farklı dönemlerinden ve kimi zamanda antropolojinin imkanlarından faydalanarak bugün yaşadığımıza benzer hadiseleri neden ve sonuçlarıyla inceliyoruz. Bu bakış açısıyla şunu çok rahat söyleyebilirim ki “Borç toplumu” başlığı sizi yanıltmasın. Bugün bankaların bireysel kredilerinin ya da kredi kartlarının geldiği noktayı irdelemeyeceğiz. Biraz daha farklı bir borç ekonomisine bakış tutmaya çalışacağız.

Üreten birey ve muhtaçlık

Marksist ekonomi genel anlamıyla meseleleri üretim ilişkileri üzerinden irdeler. Yani temelde bireye bazı basit sorular sorarak bazı tanım alanları üretir ve toplumsal, sosyal ya da siyasal analizleri bu referans noktasından değerlendirir. Biraz daha açmak gerekirse; ne üretiyorsun, nasıl üretiyorsun, ne kadar üretiyorsun gibi sorulara verilen cevaplar belirli sonuçlara ulaşmasını sağlar. Ancak Marksist yaklaşımın bu okuma biçimi bireyi merkeze koyarken esas aldığı üreten birey kavramının dışında kalan kişilere, gruplara nasıl bir değerlendirme yapacağımız sorusuyla karşılaşıyoruz. 

Yani üretime bir katkısı olmadığı gibi, muhtaç durumda olan toplumun alt kesimlerine nasıl bir değerlendirme yapacağımız sorusu da gündeme gelmekte. Doğu’da ve Batı’da tarihsel süreçler içinde bakıldığında dini müesseseler eliyle sosyal yardımların aktarıldığını görüyoruz. Kamusal alanın güçlenmesi ve iktidar-birey ilişkilerinin girift bir hale gelmesiyle sosyal yardımların devletin tekeline doğru ilerlediğini görüyoruz. Devlet gibi kurumsal bir yapının inşasında bireyle kurulan ilişkinin muhtevası hem ilişkinin taraflarının meşruluğunu sağlarken hem de niteliğini belirlemekte. Yani bir nevi borçlu-alacaklı ilişkisi gibi. 

Cemaat, dernek ya da devlet 

Aslında bu durum birey-cemaat ilişkisinde ya da farklı adlarla örgütlenmiş tüm yapılarda geçerli bir durum. Sosyal yardımların üretim ilişiklisi dışında belirlenen ilişki modeli bir nevi borç-alacak ilişkisi bağlamında belirlenebilir. Bu ilişkinin tezahür eden farklı kavramsal karşılıkları var;

Sadaka, Bağış, Yardım, Hibe, Hediye adı her ne olursa olsun. Aslında bir hayırseverlik olarak değerlendireceğimiz bu ilişki dolaylı ya da dolaysız olarak bir borçlandırma tahakkümüne yol açmakta. İslami literatürde çok bilinen bir deyiş var: “Bir elin verdiğini diğer el bilmeyecek” bu diskur borçlanma ya da borçlandırma eylemine karşı üretilmiş bir diskurdur. 

Sosyal yardım: siyasal iktidara giden bir yol var

Bireylerin başka bireyler tarafından ya da vakıf, dernek, cemaatler tarafından borçlandırılmasının yerini alabilecek en rahat çözüm, sosyal yardım başlığı altında bu ilişkinin devlet tarafından yönetilmesidir. Ancak burada kaçınılmaz olan şudur: siyasal bir iktidarın inşasıdır. Devlet eliyle verilenlerin siyasal bir sermayeye dönüşmesi yüksek bir olasılık içermekte. Burada borç ilişkisinin muhtevasına bir açıklık getirelim.

Sosyal borçlanma, Siyasal borçlanma ve Finansal borçlanma olarak kaba bir tasnife tabi tutabiliriz. Bu tasnifler açısından bakıldığında siyasal iktidar ilişkisi içinde toplumun sadece alt gruplarının değil (yani popüler adıyla makarnacıların) diğer katmanlardaki farklı gelir gruplarının da bu borç ilişkisi üzerinden siyasal bir iktidar üretimine konu (ya da özne) olabileceklerini görebiliriz. Teorik olana burada biraz ara verelim ve pratiğe ya da sahaya bakalım. 

Maraş depremi ve sosyal yardım 

Son yaşadığımız deprem ve bu depremin yıkıcı boyutu hatırlayalım. Deprem sonrasında kamunun yardım ulaştırmada yetersiz kalması üzerine hızlıca refleks veren bir sivil topluma şahit olduk. Akabinde bu reflekse karşı devreye giren bir kamu yahut devlet kurumlarına da şahit olduk. Bir gerilimi bizzat izledik. Ahbap gibi STK’ların yaptığı yardımların bölgeye ulaşımında ve organizasyonunda ya da diğer farklı STK’ların yanı sıra Siyasal Organizasyonların devletin yardım eli olan AFAD tarafından depremin yıkıcılığına rağmen geri itildiğini de gördük. Burada temel meselenin yardımı kimin ilk olarak götürüp hayır ya da sevap diliminden alacağı ödül olduğunu düşünmek saflık olacaktır. Burada öne çıkan sosyal yardımlar üzerinden üretilen borç-alacak ilişkisi ve sosyal yardımların siyasal ranta tahvili meselesi ya da bu yardımlar vasıtasıyla üretilen siyasal iktidardır. 

EYT: sosyal yardımın yeni yüzü

Siyasal iktidar kavramını sadece devlet ve onun kurumlarına tahvil etmek de yanlış olacaktır. Yine depremden örnek verecek olursak TİP’in Hatay ve bölgesinde yaptığı faaliyetleri ve yardımları hatırlamak yeterli olacaktır. Üretilen borçluluk üzerinden üretilen bu siyasal ilişkiler sadece toplumun alt gruplarını kapsamamakta. Farklı bir bakış açısıyla sosyal yardımların ürettiği ve toplumun diğer katmanlarını kapsayan bir yönü olduğunu da görmemiz gerekiyor. Seçimler öncesi Emeklilikte Yaşa Takılanlar ya da kısaca EYT’liler olarak tanımladığımız bir sosyal yapının hem iktidar hem de muhalefet tarafından bir nevi sosyal yardım vaatlerine tabi kaldığını da hatırlamamız gerekiyor.

Makarnacılara rakip: üst gelir grubu

Öte yandan verilen yardımların sadece bir verme alma ilişkisini kapsamadığını da belirtmek gerekiyor. Kimi zaman almadan da sosyal bir yardım yapmış olabilirsiniz. Örneğin vergi ve ceza afları gibi. Ya da son dönemde oldukça popüler olan borç silmeler gibi. Aslında bu borç ilişkisinin sosyal yapının en üst kesimini de kapsadığını söyleyebiliriz. Siyasal merkez tarafından verilecek kamu ihalelerine muhtaç olan ve bir nevi hayatta kalmak için daimî surette bu ihale yardımlarına ihtiyaç duyan gelir düzeyi üst düzeyde bir sosyal katmandan da bahsedebiliriz. 

Tüm bu dokunuşlar, üreten bir toplum yerine borç ilişkisiyle kuşatılmış ve bu borç ilişkisi üzerinden tahsil edilen bir siyasal iktidar kavramını bize işaret ediyor. Geldiğimiz nokta itibariyle toplumun her katmanına sirayet etmiş bu borçlu-alacaklı ilişkisi bize bir borç toplumunun varlığını da söylüyor. Kapalı devre bir ekonomide bir borç ekonomisinin oluşumunun normal olduğunu söyleyebiliriz. Ancak şu dönemde IMF söylentilerinin yeniden gündeme geldiği ve yurt dışından yatırımcı aranan bir zamanda bu borç ilişkisinin tersine dönebilme ihtimalini yabana atmamak gerek.

Not: Bu yazıya ilham ve kaynak olan “AKP ve devlet hayırseverliği: Minnet ekonomisi, borç toplumu ve siyasal sermaye birikimi” adlı makaleyi kaleme alan Zafer Yılmaz’a şükranlarımı sunarım.