Tuğba EROĞLU'nun 11 Kasım 2023 tarihli yazısı: Canımı Yakan Sonbahar Yaprağı: Dönüşü Olmayan Gidişler
Türkiye haritasını gözünüzün önüne getirirseniz başkenti hemen kalbinizde hissedersiniz. Çünkü orada 1881’de açılan bir çift gözün mavisi vardır ve o mavi, başkentin gökyüzünü deniz yapar.
Aklımın yetmediği, hafızamın ise yalnızca yaşadığım sokaklarla dolu olduğu yıllarda hep merak ederdim seni. Ne zaman komşumuz Fadime teyze “Yarın Ankara’ya doktora gideceğim” dese, gözümde canlanırdın. Sanırdım ki bütün doktorlar, hemşire ablalar ve çok katlı hastaneler yalnız senin caddelerinde var.
Devam ederdim oyunlarımı oynamaya ama hayallerimi süsleyen seni de hep başkahramanım seçerdim. Tüm düşlerimi Türkiye’nin kalbinde gezdirirdim.
Ertesi gün kapının eşiğinde heyecanla beklerdim. Fadime teyze acaba neler görmüştü? Nereleri gezmiş, hangi caddelerden geçmiş, Anıtkabir’i görmüş müydü?
Fadime Teyze dönmemişti, sanıyorum kızında yatılı kalmıştı. Olsun, ben beklerdim, yine sorardım ona sorularımı. Dönerdi elbet, çünkü o büyük şehirde yaşayamaz, illa sabah uyanınca bahçesini sulamak isterdi.
Aklımda binbir soruyla, sırtımda bir hayli ağır okul çantamla Fadime teyzenin kapısının önünden okul yoluna geçip gidiverdim. Yerdeki sonbahar yapraklarının hışırtısı farklıydı bu kez. Ağlamaklı ve çığlık atarcasına acı dolu hışırtılar... Farklı bir hüzünle devam ettim yürümeye. O an ilk kez ağır olduğunu hissettim çantanın değil, içimi sızlatan şeyin yükünün. Fadime Teyze acaba neden gelmedi, dönebilecek miydi?
Ders zili çaldığında hâlâ koridordaydım. Kapıyı açıp girdiğimde arkadaşlarımla göz göze geldim. Bugün çok daha farklıydı sanki sınıftaki hava ve arkadaşlarımın gözlerindeki bakış. Çarpan kalbimin sesinin arasında öğretmenimin hüzünle anlattıklarını duymaya çalışıyordum.
“Çocuklar bugün atamızın ölüm yıl dönümü. Yarın vatan için bir ömür veren önderimizi, huzurunda ziyaret edeceğiz.”
Unutmuşum, bugün 10 Kasım’dı. Acı dolu vedaların, yeri doldurulamayacak bir insanın gidişinin sessizliğiydi. İçimi kemiren, kalbimi sızlatan o şey demek buydu. Titreyen küçük bedenim ve buğulu gözlerim saate odaklandı. Akrep dokuzu hafiften geçmiş, sanki sınıfta büyük bir sessiz çığlık kopmuştu.
Okul yolunu dönerken sırtımdaki çanta daha da ağırlaştı, küçük bedenim, yükün altında daha da ezildi. Yerdeki yapraklar daha da acılı ses çıkartıyor, sanki Kasım ayının o acıklı gününü hüzünle yâd ediyordu.
O gece gözüme uyku girmemişti. Yarın ilk kez gideceğim Ankara âdeta beni kucaklamak için bekliyordu. Ben ise küçük bedenimle atamın huzurunda nasıl duracağımı bilmiyor, elimi kolumu sabitlemeye çalışıyordum. Öylece uyuyakaldım. Saygıyla, heyecanla…
Gün doğarken uyanıverdim. Güneşin kızıl ışıkları yüzüme düşerken duruşumu hiç bozmamışım, öyle sabit, iki elim yanlarıma bitişik... Sanki onun huzurunda gibi…
Annemle babam da erkenden uyanmış, içerde telaşla koşuşturuyor, benim gidişim için hazırlık yapıyorlar. Öyle sandım, yanıldım. Bu telaş, dönüşü olmayan, merakla beklediğim Fadime teyzenin hüzünlü dönüşünün telaşıydı. Doğruldum yatağımdan, bekledim sessizce.
Fadime teyzenin kapısının önünde artık sessiz çığlıklı yapraklar değil, büyük bir telaşın koşuşturması vardı.
İçim öyle buruktu ki... Telaşın içinde etrafa bakan gözlerim bu kez durmadan akıyordu. Oysa atam beni bekliyor, ben ise onu görmek için sabırsızlanıyordum. Bir yandan da ondan haber aldığım Fadime teyze, gidişiyle büyük bir boşluğa bırakmıştı beni.
Ne zaman 10 Kasım gelse, büyük bir hüzün yaşarım. Bekleyişimin sonuçsuz kaldığını, gidişlerin dönüşü olamayacağını hatırlarım.
Belki o gün gelemedim huzuruna atam ama ben her gün ışık saçan bir çift mavi gözlerinle bizi izlediğini düşünür ve şu sözlerini hatırlarım: “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir.”
Seni görmedik belki ama seni her zaman hissettik. Sen her birimize önce umut sonra ise örnek oldun. Makus talihimizi yıkarak büyük bir devlet kurdun. Bizler bu şanlı bayrağı devralarak her gün korumaya and içiyoruz.
Ne zaman bir sonbahar yaprağı değse ayağıma, gözlerimi kapatır, gidişini düşünürüm. Karanlıkta kalmam, çünkü orada senin bir çift mavi gözünün aydınlığına denk gelirim.
Huzurla uyu atam. Bizler en büyük emanetçiniz.