Baha YILMAZ'ın 11 Eylül 2023 tarihli yazısı: Çöplük 1
Haftanın 7 günü çalışmak üzere programlanmış ve bu tempoyu bir yaşam tarzı haline getirmiş bir bünye için boş kalmak hayatın en zor meşgalelerinden biriydi. Sabahları saat 6:30-07:00 gibi kalkar hemen duşunu alır, hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra Maltepe sigarasından yakar, Şoförü Nihar’ın gelişini beklerdi. Gecikmeye ya da beklemeye tahammülü yoktu. Sekize doğru pencereden lojmanın bahçesini kontrol etmeye başlardı. Nihar geldi mi, gelmedi mi? Eşi, Müzeyyen sabırsızlığını görür “Baydur niye acele ediyorsun? Gelir birazdan” der sakinleştirmeye çalışırdı. Nerdeyse her gün yaşanan bu sohbetler sabahların rutini haline gelmişti. Onun için hayatın anlamı çalışmak üzerine teşkil edilmişti. Çalışmayan, tembel insanları sevmez hatta uzak dururdu.
Yıllar sonra Türkmenistan’da yaptığı çalışmalarda yoğun temposuna aşina olmuş, çocukluk arkadaşı Bekir Soysal bir yazısında şöyle anlatıyordu Baydur’u: “İşte bu günlerde, Türkmenistan’dan aldığı ıslah programı teklifini tereddütsüz kabul etti. Bu ülkede sanayi ve inşaat alanlarında müteahhitlik yapan bir firma adına araştırmalara başladı. Birer aylık sürelerle ve önceleri sadece harcırah karşılığı gidip gelmeye başladı.
Bu gidişlerinden birinde benimde bulunmamı arzu etti. Kendi imkânlarımla katıldığım bu seyahatte, firmanın danışman olarak davet ettiği Ergin Erzurumlu dostumuz da yer almıştı.
Bu seyahat esnasında, işin amatör bir ilgiye dayanmaması gerektiğini, “işin” iş olabilmesi için profesyonel bir anlayışla yaklaşmak gerektiğini, bunun istismarı engelleyeceğini ve araştırmaların sürekli başında olmasının daha sıhhatli olacağı yönünde telkinlerimiz yerini buldu ve vasatın altında bir ücretle de olsa yıllar sürecek bir gurbet dönemi başlamış oldu.
Aşkabat’a zaman- zaman yaptığım seyahatlerde kalacak yer derdi de olamaması beni tahrik eden sebep oluverdi. Onun orada bulunduğu dönemlerde sıkça gittim.
Çalışma şevkinin insanüstü bir gayret ve çılgınlık seviyesinin ne olduğunu yakînen görme şansına erdim…
Sabah altıdan itibaren kapı ve pencere arasında hummalı bir bekleyişle nasıl sancı yaşadığına şahit oldum. Saat yedi sularında, tarlasına, gerçek yaşama atmosferine götürecek arabaya sevinç ve heyecanla koşuyordu.
Tarlası, çöl ortasında suni bir vaha olmasına rağmen, özellikle yaz aylarında gerçek cehennemden bir fragmandı. Yoklukluğun esrarlı nefesi yüzüne üflenmiş gibi kavrulmuş halde,12-13 saatlik bu çöl mesaisinden elinde iki adet içi buz tutmuş kola şişesiyle eve gelir, göğsünü vahşi bir klimanın soluğuna terk eder, serinler ve sızardı. Uyandığında bir lokma ekmek ve peyniri dahi iştahsız, zoraki yerdi.
Bir süre okur, günlük analiz ve değerlendirmeleri ile sonraki günün iş planlarını gözden geçirirdi.
Sonra yatağına gider, yorgunluktan kıpırdamaksızın uyurdu. Sadece pazar günleri tatil yapıyordu. Ama bu günler de fırsatını bulursa yine hemen tarlasına koşardı. Bunun dışında bulunduğu ülkeyi tanımak, öğrenmek için, ayrı vadide ihtiras atını koşturuyordu”
Tembelliğe karşı olan tutumu hiçbir zaman şiddetli bir fikri arka plan ya da zalimlik derecesinde bir küçümseme içermedi. Tam tersine kazandığı tüm imkânları zayıf ve ihtiyaç sahiplerine yönlendirir, hatta kimi zaman kendisi mağdur olacağını bilmesine rağmen destek olmaktan geri durmazdı. Gençlik yıllarında yaşadığı yokluk, imkansızlığın ne demek olduğunu ona öğretmişti.
Nihayetinde Gri Ford Taunus lojmanın bahçesinde gözükünce keyfi yerine gelirdi. “Nihar geldi, bekletmeyelim çocuğu…” der sanki o ana kadar bekleyen o değilmiş gibi 2 kattan aşağıya koşar adımlarla giderdi. Günlük mesainin saat 9’da başlamasına rağmen daireye erken gider tüm kurumu gezer, günlük yapılacak işleri planlardı. Personeliyle bir amir tadından ziyade bir baba tadıyla ilgilenir. Kızdığı durumlarda kimse incinmez, serzenişin ya da sertliğin göreve karşı olan mesuliyetle alakalı olduğu bilinirdi. Bu kanaat mühendisinden temizlik görevlilerine kadar herkesin yüreğine ve aklına yerleşmişti.
Hafta başı olan pazartesi günü, tüm birimlerin faaliyetleri takip ettiği ve birebir toplantı yaptığı gündü. O gün Nihar daha erken gelirdi. Kurumda tüm birimlerle ilgili çalışmalarını gözden geçirir ve son durumla ilgili soracağı çetin sualleri hazırlardı. Sabah 7 gibi Nihar lojmanın önündeydi. Hızlıca arabaya bindi. Nihar’a seslendi:
- Hadi Nihar, bugün çok işimiz var. Öğleden sonra Haymana’ya gideceğiz.
Nihar içinden, “yine bugün teftiş var anlaşılan” diye geçirdi.
- Tamam, müdürüm depom dolu zaten. Dedi
İstanbul yolunun kenarında olan lojmandan hızlıca bir çıkışla hemen yola revan oldular. Öncesinde Orta Anadolu Bölge Araştırma Enstitüsü olan kurum sonrasında, Çayır-Mera ve Zootekni Araştırma Enstitüsü birleştirilmiş ve Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü adı altında birleştirilmişti. Kurumun bulunduğu alan Tarım bakanlığına bağlı başka kurumlara da komşuluk ediyordu. Örneğin hemen İstanbul yolu kenarında Tarım Bakanlığına bağlı Merkez İkmal Müdürlüğü bulunuyordu. Kurumun önünden geçerken Nihar’a heyecanla seslendi:
- Nihar, durdur arabayı! Çek kenara çek!
Nihar ne olduğunu anlamadan hızlı ve kesin bir fren sesiyle durdurdu arabayı.
- Nihar bak bakalım çöpün içindeki adam ne yapıyor öyle…
Nihar, el frenini hızlıca çekerek bir koyuda damın yanına gitti. Uzaktan bir şeyler söylendiği belli oluyordu. Ancak, adam Nihar’a bakmadan konuşuyor. Vücut dilinin hareketlerinden tepkili olduğu belli oluyordu