Tuğba EROĞLU'nun 24 Haziran 2023 tarihli yazısı: Doğuştan Gelen Kurallar Silsilesi
Dünyaya gelen her bebek, kuralları önceden belirlenmiş, belli bir düzen içinde işleyen bir mekanizmanın son halkası olarak yerini alır. Bu halkanın mevcut düzenine uyum sağlayıp, sosyal yapının gerçek anlamda bir parçası olabilmesi için birtakım yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmektedir. Bir bebeğin gelişiminin ne kadar yavaş olduğu göz önüne alındığında, doğar doğmaz karşısına çıkan, benimsemek ve uymak zorunda olduğu bu sistemi kendisine öğretecek birilerine ihtiyaç duyacaktır. Bu sürecin başrol oyuncusu kadındır, annedir. Anne, bebeğinin sadece öz bakımını değil, ona, içinde yer aldığı toplumun normatif yapısını, düzenini öğretmeyi de üstlenir. “Her toplum, her insan grubunda belli bir zaman sonunda, iştirakçilerin bir tür uzlaşması sonucunda ortaya çıkan, sosyal norm adı verilen bu standart ve kurallar”, henüz beşikteyken annenin ezgisi ve yorumuyla bebeğe aktarılır. Diğer bir ifadeyle anne; bebeğine, parçası olduğu toplumun, büyük oranda benimsediği, kabul ettiği şartlar çerçevesinde, nasıl hareket etmesi gerektiğini, neleri yapıp neleri yapamayacağını öğretir. Bunun yanı sıra aynı toplumda, sosyal değerler olarak adlandırılan, “daha iyi, daha doğru, daha uygun ya da tersi olarak değerlendirilen soyut duygular ve idealler” de vardır. Bireyler arasındaki sosyal ilişkilerin gelişmesinde ve anlaşmazlıkların çözümlenmesinde yardımcı olan değerler, kişiler tarafından kabul edilir, muhakeme ve seçimlerinde kişilere yol gösterirler.
Toplumda mevcut düzenin ve istikrarın sağlanması, sosyal normlardan sapmaların sınırlanması amacıyla sosyal kontrol mekanizmaları bulunur. Bireylerin, günlük hayatlarında içselleştirdikleri, aykırı davrandıklarında kendilerini iyi hissetmedikleri bu sistem, her ne kadar resmi olmasa da bireyi kendine uymaya zorlar. Sosyal sistemin resmiyet dışı bu sosyal kontrol mekanizmasına uyulmadığı takdirde, toplumsal düzen bozulur, sapkın eylemler ortaya çıkar. Bu noktada, kültürün aşılayıcısı, aktarıcısı olarak annelere, büyük rol düşmektedir. Anneler, bebekleri dünyaya geldiği ilk günden itibaren söylemekte oldukları ninnilerle, bilinçli ya da bilinçsiz olarak içinde yer aldığı toplumun kendine özgü, değer ve normlarını dile getirmektedir. Bebek için dünyanın en güzel sesinden dökülen bu nağmeler, toplumsal değer ve normlardan sapmayı önleyen mekanizmaların öğretilmesi noktasında, henüz beşikte hafızalara nakşedilmektedir. Toplum hayatının çeşitli alanlarında bireylere; neyin doğru, neyin yanlış, neyin iyi, neyin kötü, neyin güzel, neyin çirkin, neyin adil olduğu konusunda, toplumun temel değerlerinin ve normlarının öğretilmesi konusunda ninnilerin rolü inkâr edilemez.
Anne ve çocuk arasındaki iletişimin, duygusal bağın en güçlü ifadeleri olan ninniler, çocuğu rahatlatmak ve uykuya götürmek işlevinin yanı sıra verilen örneklerde de görüleceği üzere, toplumdaki mevcut değer ve normlar sisteminin, henüz beşikteyken çocuğun belleğine kodlanması noktasında önemli bir rol üstlenmektedir. Her ne kadar örgün eğitim öncesindeki çocukların, söz konusu aktarımları algılama kapasiteleri sınırlı olsa da kimlikle ilgili birtakım unsurların bu dönemde yerleşmeye başladığı ve gelişim boyunca etkisini sürdürdüğü muhakkaktır. Annesinden dinlediği ninnilerden edindiklerini beşikten itibaren belleğinde depolayan çocuk, ihtiyaç duyduğunda kültürel belleğine başvurur. Bu bağlamda, merkezine çocuğu alan ninniler, çocuğa, yetişkin bir birey olunca anne-baba ve ailesine -özellikle annesine- karşı nasıl davranması, toplumun diğer üyeleriyle sağlıklı ilişkiler kurabilmek adına neleri yapması, nelerden kaçınması ve nelere dikkat etmesi gerektiğini aşılamakta, örnek ve ideal davranış modelleri sunmaktadır.
Ninnilerin arka fonunda, annenin, çocuğuna olan sevgisi, övgü ve duasının yanı sıra toplum hayatının sağlıklı işleyiş kurallarının öğretilmesine yönelik birtakım aktarımların olduğu da dikkat çekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, ninnilerin üzerinde en çok durduğu temalar arasında; aileye bağlılık, anne-baba sevgisine geniş yer verilmektedir. Gebelik sürecinden itibaren kadının/annenin, çocukla birebir ilişki içinde olan, çocuğu büyütme ve yetiştirmeden doğrudan sorumlu kişi konumunda olması, çocuğa karşı özverisi, sabrı göz önüne alındığında bu, son derece doğal ve anlaşılır bir durumdur. Ninniler, Türklerin hayata bakışı ve geleneksel toplum yapısı hakkında da bazı bilgiler vermektedir. Örneğin; kadın/anne icracı, ezgi ve ritim açısından bakıldığında, toplumsal cinsiyet rollerine dair önemli ipuçlarının sunulduğu görülmektedir. Bu roller, daha çok geleneksel toplum yapısı çerçevesinde yetişmiş kadınların cinsiyet algısını yansıtmaktadır. Soyun devamı adına, ninnilerde ön plana çıkartılan erkek çocuklarından, büyüyünce iyi ata binen, yiğit bir civan olmaları beklenmektedir. Ardından, soyu sopu düzgün bir kızla evlenmesi, başta annesi olmak üzere, ailesine sahip çıkması, yardımını esirgememesi istenmektedir. Söz konusu özelliklere sahip olan erkeğin annesi de “bey anası” olarak anılacak ve bundan gurur duyacaktır. Kız çocuklarından beklenen ise sağlam temellere dayanan bir evlilik yapması ve bu evliliği bir çocuk dünyaya getirerek taçlandırmasıdır. Çünkü çocuk özellikle de erkek çocuk doğuran kadının, aile içindeki ve toplumdaki statüsü değişecektir. Çocukla birlikte eve neşe, renk gelecektir. Çocuk olmayan evler, bir annenin nazarında mezardan farksızdır. Ayrıca kız çocuklarından, ileride kendi çocuklarına karşı annesi gibi sabırlı ve fedakâr olması, eşinin sözüne riayet etmesi, büyüklerine saygılı davranması beklenmektedir. Diğer bir ifadeyle kız ve erkek çocuklarına, yetişkin bir birey olduklarında toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranışlar sergilemeleri gerektiği belirtilmektedir. Cinsiyet kültürünün yanı sıra geçiş dönemleriyle ilgili inanış ve uygulamalar, aile içi, yakın akraba ve diğer insanlarla olan ilişkiler, çocuk büyütme, beslenme, barınma, giyinme, eğlence, estetik ve müzik anlayışı gibi kültürel belleğe dair pek çok unsuru ninnilerde görmek mümkündür.