Tuğba EROĞLU'nun 7 Aralık 2023 tarihli yazısı: Güdülerimizi Neden Yanlış Okuruz?
Bilimsel yanlış anlamalar ve güçlendirilmiş sosyal medya görüşleri, kişisel gerçeklik algısını çarpıtmaktadır.
Çoğu zaman kültürel geleneği, bilimsel kanıtların yerine kabul ederiz. Çabalarımızın ardındaki daha derin anlamı kavramak, başarılı hedefe ulaşma açısından çok önemlidir. Sonuçta, eğer bir şeyi neden yaptığımızı bilmiyorsak, sonuca ulaşmak için gereken çabayı gösteremeyebiliriz ve bir karara vardığımızda zamanından önce vazgeçebiliriz. Eylemlerimizin ardındaki nedenleri ortaya çıkartmak karmaşıktır, çünkü güdüler genellikle bilinçdışıdır. Ancak amacımızı doğru belirlediğimizde engeller karşısında stratejilerimizi uyarlayabilir ve olası aksaklıklardan kaçınmak için beklentilerimizi yeniden değerlendirebiliriz.
Kişisel beklentiler, bilimsel bulgulardan büyük ölçüde etkilenir. Mesela yeni yıldan önce 20 kilo vermek istediğinizi varsayalım. Diyet düşünmek muhtemelen sağlık kavramlarını ve sizi harekete geçirecektir. Örneğin "Keto'nun gerçekten işe yaradığını duydum" diyen bir arkadaşınız sizi bu yola sürükleyecektir.
Duyduklarımızı ve hissettiklerimizi doğru olarak kabul ettiğimizde, görüşümüzün kanıta dayalı gerçeği temsil ettiğine inandığımızda süreç başlar ki bu genellikle yanlış bir anlamadır. Gerçekte, medyada geliştirilen perspektiflerin çoğu doğrulanmamıştır veya bilimsel bulguları özetleyen ve sulandıran, uzman olmayan kişiler tarafından bilim yorumlanmıştır. Orijinal yazarın bilimsel amacı, sonuçta duyulan mesaj olmayabilir. Yeniden yorumlama genellikle sahte bilimin yayınlanmasıyla sonuçlanır. Ayrıca kişisel algılarımızın bozulmasının başka nedenleri de vardır.
Bugün doğru olan, yarın yanlış olabilir. Bilimsel kaynaklar genel olarak güvenilir olsalar da yanlışlığa eğilimlidir. Bilimsel bilgi, dinamiktir. Yeni keşifler ortaya çıktıkça önceden kabul edilen teorilere karşı çıkılabilir veya revize edilebilir. Ayrıca hakem değerlendirmesi süreci, bütünlüğü korumak için gerekli olsa da kusursuz değildir ve her olası hatayı ya da önyargıyı yakalayamayabilir. Belirli kuruluşlar tarafından finanse edilen çalışmalar bilimsel önerilerde bulunurken çıkar çatışmalarına yol açabileceğinden finansman kaynakları da bir rol oynayabilir. Bireysel araştırmacılar çalışmalarına kendi bakış açılarını ve önyargılarını getirebilir, bu da bariz tahrifat da dâhil olmak üzere verilerin yorumlanmasını etkileyebilir. Ayrıca sonuçların eksik veya seçici olarak raporlanması meydana gelebilir ve bu durum, incelenen genel bilimsel olgunun çarpık bir şekilde temsil edilmesine yol açabilir.
Gelenek ve sosyal uyumun güçlü etkisi nedeniyle insanlar genellikle kültürel uygulamaları gerçek olarak kabul eder. Bir kültür içindeki bireyler çoğu zaman davranışlarını, geçerliliğini sorgulamadan sergiler, çünkü belirli bir şekilde davrandığımızda, benzer inanç ve davranışlara sahip olan başkalarına kendimizi daha yakın hissederiz. Örneğin yıllarca annelerinin, tavukların uçlarını kestiğini ve pişirmeden önce kesilen kısımları çöpe attığını gözlemleyen iki kızı ele alalım. Yıllar sonra tavukları kendi pişirdiklerinde uçlarını kesip çöpe atmışlar. Bir gün anne, büyük kızına bunu neden yaptığını sormuş. Kızı, "Senin her zaman yaptığın buydu, ben de benim de yapmam gerektiğini düşündüm" dedi. Anne gülmüş ve şöyle cevap vermiş: "Tavukların sadece uçlarını kestim çünkü kuşun tamamı küçük fırınımıza sığmazdı.”
Yerleşik normlara uymanın sağladığı psikolojik rahatlık, bireylerin bu uygulamaları tartışılmaz gerçekler olarak kabul etmelerine yol açarak geleneğe bağlılık döngüsünü güçlendirebilir. İnsanlar uygulamalarını sosyal medyada paylaştığında sorun daha da büyüyor. Güçlü oyuncular aynı zamanda kasıtlı olarak kavram yanılgılarını da geliştirir. Şüpheli sağlık guruları, takviyeleri ve kendi kendine yardım kitaplarını pazarlamak için sahte bilimden yararlanıyor. Sosyal medya kanalları, etkileşimi teşvik eden içeriği doğruluktan ziyade algoritmik olarak güçlendirir. Bu uygulamalar kolektif bilince derinlemesine yerleşir ve nesilden nesle aktarılarak bir süreklilik duygusu, çok az dirençle benimsenen, derinlemesine kökleşmiş kültürel inançlar yaratır. Sonuçta kültürel olarak kabul edilen uygulamalar, bazen uygulama veya inanç için çok az kanıt ya da herhangi bir gerekçe olmaksızın gerçeğe dönüşür.
Bilişsel önyargılar, bireylerin kendileri hakkındaki bilgileri yorumlama ve hatırlama biçimini çarpıtarak kendilerinin yanlış algılanmasına önemli ölçüde katkıda bulunabilir. Önemli ön yargı türlerinden biri, doğrulama ön yargısıdır. Burada insanlar bilgiyi önceden var olan inançlarını doğrulayacak şekilde aramaya, yorumlamaya ve hatırlamaya eğilimlidir. Bu ön yargı, bireylerin benlik kavramları ile uyumlu olan bilgilere seçici bir şekilde katılmalarına ve çelişkili kanıtları göz ardı etmelerine veya küçümsemelerine yol açabilir. Örneğin olumlu bir kişisel imaja sahip biri, eleştiriyi görmezden gelirken veya unuturken, iltifatları vurgulayabilir ve hatırlayabilir. Ayrıca kullanılabilirlik buluşsal yöntemi, bireylerin kendilerini değerlendirirken hazır bilgilere güvenmelerine neden olarak öz algıları etkileyebilir. Bu ön yargı, insanların yakın zamandaki veya unutulmaz olaylara gereğinden fazla ağırlık vermesine, kişisel algının daha doğru olmasını sağlayacak daha kapsamlı bilgilerin gözden kaçırılmasına neden olabilir.
Yanlış anlamaların nasıl ortaya çıktığına, yayıldığına dair farkındalığı artırarak bilimi yanlış sunma, aşırı basitleştirme döngüsünü azaltabiliriz. Dikkatli iletim, güvenilmez gerçeklerin benlik kavramlarımızı ve davranışsal seçimlerimizi ele geçirmesini önler. Daha sıkı şüphecilik ve açık iletişimle, kanıtlar bizi çarpıtmadan aydınlatabilir, bizi çekici yalanlardan uzaklaştırıp güçlendirici gerçeklere yönlendirebilir.