Sedat SADİOĞLU'nun 6 Nisan 2023 tarihli yazısı: Hadisle Kur’an
Gören Göz - 10/1: Kudsî Hadis Nedir?
“Kudsî hadis” ifadesi, bazen “sahih hadis” ifadesi ile karıştırılmaktadır. Sahih hadis; Hz. Muhammed’in (s.a.v.) değişik olaylar ve sorunlar karşısında inananları aydınlatmak, Kur'an'ın bazı ayetlerini daha açık bir dille ifade etmek için söylediği ve (birçok kanaldan) doğru kabul edilen gerçek sözleridir.
Kudsî hadis ise Hz. Muhammed’in (s.a.v.), Kur’an dışında Allah-u Teâlâ’dan (Hz. Cebrail de dâhil) aracısız naklettiği sözlerdir. Kudsî hadise; Rabbanî hadis, ilahî hadis veya nebevî hadis de denir. Resulallah onları mutlaka, “Rabbim buyuruyor ki” (veya) “Allah-u Teâlâ dedi ki” gibi sözlerle ifade etmiştir.
Kur’an, söz ve anlamı itibarıyla yüce Allah’a aittir. Kudsî hadis ise anlamıyla yüce Allah’a, lafzıyla (ağızdan çıkan söz, kelime ve ifade olarak) Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimize aittir.
Aşağıda, kudsî bir hadise yer verilmiştir: Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün ashabına (r.a.), “Rabb’iniz ne buyurdu biliyor musunuz” diye sordu.
Ashab-ı Kiram (r.a.), “Allah ve resulü daha iyi bilir” dediler.
Resulü Ekrem efendimiz, “Rabb’iniz buyuruyor ki; kim ki bütün erkân ve şartlarına riayet ederek (içten) namaz kılarsa, benim onun için ahdim vardır. Onu cennete koyarım.”
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları hadis ve sünnetlere uygun yaşayan (bilinçli) kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz - 10/2: Kader’e İman (!)
İslâm inancında, “kadere iman” yoktur. Bu söylem, “kişinin vadesi” ile karıştırılmaktadır. Dinimizde; ahiret gününe, yeniden canlanmaya, cennet ve cehenneme iman (inanma) vardır.
Yüce kitabımızda adı geçen “kader” ise günümüz Türkçe’mize yerleşmiş olan “kadar” anlamında sayılabilir. Oysa Kur’an’da birçok yerde geçen esas anlamı ise “ölçü”dür.
Her canlı için “kader” kaçınılmazdır. Üzerinde kaderin %100 cereyan ettiği türler, sadece hayvanlar ve bitkilerdir. Söz gelimi bir karınca için kesin bir kader vardır. Karınca bu kaderini değiştiremez, bu ilahidir. Ancak insan için kader seçenekleri vardır. Yüce Allah bize seçenekler sunarak kaderimizin iyi ve kolay sürmesini (birçok vesile ile) destekler. İnsanların mevcut durumları, değişmez kader değildir. İnsan halisane niyetle bir işe başlayacaksa, yüce Allah onun kaderini bile değiştirebilir. Bu onun için çok kolaydır! Örneğin, okuması-yazması olmayan (Medineli) Zekeriya El-Ensari’nin, Mısır El-Ezher Üniversitesine 90 yaşında rektör olmasını ve 120 yaşına kadar faydalı bir yaşam sürmesini nasıl açıklayabiliriz?
Bu yüzden, İslâmiyet’te “kadercilik” yoktur. Hele “kötü kader” hiç yoktur! Karamsar olan, kadere küsen, kolay vazgeçen, kolaya (tembelliğe) kaçan, sadece kötümser olanlardır.
“Kadere iman” söylentisi, peygamberimizden sonra, hilâfetin kendilerine geçmesiyle beraber, Emeviler tarafından, imanın şartlarına bilinçli (olarak) ilave edilmiş ve Abbasiler tarafından da benimsenmiş görülmektedir. Kader inanışına karşı gelen nice değerli insan ya zindanlara atılmış ya da katledilmişlerdir ve ne yazık ki İmam-ı Azam Ebu Hanife de bunlardan biridir.
Kur’an'da imanın şartları ayetlerde net olarak belirtilmiştir ve beştir (5). (Bakara: 177. ayet, Bakara: 284.-285. ayetler, Nisa: 136. ayet) Bu şartlar, “Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahirete iman”dan ibarettir.
Kadercilik, her şeyin bir yaradan tarafından plânlandığını, yaratıldığını ve bizlerin de bu plân dâhilinde görevlerini yerine getiren varlıklar olduğumuzu kabul eder. Buna inanan düşünceye de “kadercilik” denilmektedir. Bu inanış, eski Mısır’da, eski Yunan’da ve hâlen günümüzde de vardır. Çünkü amaç, suçu ilâhlara atmak ve bu sayede sorumluluktan kaçmaktır. Hatta daha ileri giden kaderci liderler (bunlara din adamları da dâhildir), bulundukları makamların da tanrı veya ilâhlar tarafından bahşedildiği iddia ederler. Hatta mal ve mülkün yaradan tarafından bağışlandığı üzerinde durarak büyük maddi kazançlar elde etmişlerdir ve (hâlâ da) etmektelerdir. Papalık müessesesi buna en iyi örnektir.
7 şiddetindeki bir deprem sonrası çok can kayıplarının yaşanması veya gerekli çalışma ve iş güvenliği şartlarını yerine tam getirilmeyen bir maden ocağı göçüğündeki yüzlerce ölümlü kazaların olması, kesinlikle kader ile açıklanamaz! Bunların (asıl) adı; insan kaynaklı ihmâl, görmezlikten gelme, malzemeden çalma, kısaca insanların hatası ve sorumsuzluğudur.
Kader olarak nitelenecek bir örnek verecek olursak; depremlerdeki en büyük yıkım şiddeti 10 olarak ölçülmüştür. Yani 10 şiddetinin üstünde (bilinen bir) deprem yoktur. Ancak bu, hiç olamaz değildir. 14 şiddetinde yaşanan, yıkımı ve can kaybı çok olan bir deprem, belki (!) kader ile açıklanabilir. Bu bile şüphelidir. Çünkü yeraltı faaliyetleri (nükleer patlatmalar, derin göçükler, petrol aramaları ve yeraltında boşluklarının oluşması vb.) ile yerkürenin dengesini, yine insanoğlu bozmaktadır. Sorumluluğu Allah’a havale edilip, asli sorumluluklarımızdan ve yapılması gerekenlerden kaçamayız. Bu, tevekkül inancına ve akıl sahibi insanlara yakışmaz! Ayrıca unutmayalım ki sorumluluk sahibi olan insan, yapmaması gerekenlerden (yasak edilmiş, şüpheli, sakıncalı vb.) ve yapması gerekip ancak yapamadıklarından da sorumludur. İnsan, (problemleri) bir üst makama havale edip, sorumluluğu (kendi) üzerinden atamaz!
Hz. Ali’nin (r.a.) “(Madem kader bellidir), o hâlde çalışmayı bırakıp, işi oluruna terk edelim mi” sorusuna, sevgili peygamber (s.a.v.) efendimizin verdiği yanıta bakalım:
“Hayır! (halis niyetle) Çalışın, çünkü herkes yaratıldığı işi kolaylıkla (kendisi için hayırlı olanı) başaracaktır!” (Tirmizi, ‘Kader’, 3)
“Haberiniz olsun ki biz her şeyi bir kadere (bir ölçüye) göre yarattık” (Kamer Suresi, 49. ayet)
“Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, sapıklığın en koyusuna düşmüş olur” (Nisa Suresi, 136. ayet)
Yüce Allah (c.c.), Müslümanları şeytanın tuzaklarına düşmeyen, gayretli olan ve Kur’an’ı iyi anlayan kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz - 10/3: Az Yemek ve Oruç
Bütün peygamberler ve âlimler, kendilerine verilen görevleri yerine getirirken, önce kendi nefsini dizginlemeyi öğrenmişlerdir. Nefsi dizginlemenin başında da az yemek ve belirli günlerde aç kalıp oruç tutmak gelmektedir. Nefsin dizginlenmesi gereken diğer yolları ise az uyumak ve az konuşmaktır.
Yiyip içme ilmini öğrenmek, ibadet ilminden önce gelir. Beden sağlam olursa dünyada rahata kavuştuğumuz gibi, sağlam vücutla daha çok hizmet etme imkânı buluruz. Bu da ahireti kazanmaya yardımcı olur. İki cihan saadeti için midemizi ve dolayısıyla sağlığımızı da düşünmemiz gerekir. Acıkmadan yememeli, doymadan da kalkmalıyız!
İlim ve amel az yemekte, kalp temizliği az uyumakta, hikmet ise az konuşmaktadır. Nefis ile ilgili diğer deyiş ve sözler de şöyledir;
“Az yemek ustalık, çok yemek hastalıktır!” (Anonim)
“Az yemek meyveli bir ağaçtır, hasta kalplere (ise) ilaçtır!”
“Çok yiyerek kalbini öldürme, şeytanı kendine güldürme!”
“Aç ve susuz durarak nefisle yapılan cihat, Allah yolunda (yapılan) cihat gibidir.” (Gazalî)
Yüce Allah (c.c.), Müslümanları nefisle ilgili her konuda ölçülü olan kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz - 10/4: Kültürel Etkileşim
Aşağıda bir görüşüm ve altında açıklaması yer almaktadır:
“Bir kişi ya da toplum, dini kimliğini kaybettikten sonra diğer kültürlerin etkisine kolay girer!”
Yabancı kültürler, dünyevi cazibeleri ile kişi ya da toplumları çok kolay etkilerler. Önce din anlayışlarını çökertirler, sonra kişi veya toplumun içerisini manevi yönden boşaltırlar. Ne yazık ki günümüz Müslümanları yoga, stres yönetimi, meditasyon, reiki (ruhsal yaşam enerjisi), misyonerlik, astroloji (burçlar), medyumluk, taklitçilik (benzemeye çalışma) ve daha birçok tehlikeyle karşı karşıyadır. Bilinçli bir Müslüman’ın, yukarıda sayılanların hiçbirisine ihtiyacı yoktur, dolayısıyla herhangi bir tuzağa da düşmez.
Ateist bir kişi, inanmayışı (inançsızlığı) itibarıyla zaten “boşta” olan kolay bir hedeftir. Manevi yönden içi boştur ve boşluktadır. Böyle bir insanın, “Budizm” etkisine girip “yoga”ya yönelmesi anlaşılabilir veya bir meditasyonla uğraşması kabul edilebilir. Ancak bir Müslüman’ın manevi yönden boşlukta olması diye bir anlayış olamaz! Öte yandan; “Müslümanlar, çan sesini duyduğunda kiliseye ibadete koşan Hıristiyanları, Allah’ın varlığını inkâr eden ateistlere nazaran, her zaman için kendilerine daha yakın bulmalıdırlar!”
Yüce Allah (c.c.), Müslümanları, İslâm dinini iyi idrak eden ve boşluğa düşmeyen kullarından eylesin… Amin!
(NOT: Onuncu bölümün sonu…)