Sedat SADİOĞLU'nun 5 Ekim 2023 tarihli yazısı: İbadetin (Namazın) Gücü

Gören Göz – 36/1: Neden Namaz Kılarız?

Yüce Allah’ın, dünya için hatta evren için düşündüğü büyük projesinin adı ‘insan’dır. İnsanın yaşarken hataya düşmemesi ve kurtuluşu için düşündüğü alt projelerin başında ise ‘namaz’ gelir. “Neden namaz kılarız?” sorusuna gelecek olursak, bu sorunun kestirme cevabı “Allah korkusu”dur. Bu kısmen doğrudur ancak, yüce Allah, namaz kılmamakla Müslümanı korkutmaz, tam tersi sevap vermek amacıyla korur. Bu sorunun, iki çözümlü cevabı olmalıdır:

Birincisi; Allah, Kur’an’da farz kıldığı için ve dolayısı ile tartışmasız bir şekilde, yüce Allah (böyle) istediği içindir. (Bu tartışılmazdır ve gerek-şarttır.)

İkincisi; Müslüman, çoğu zaman abdestli olacağından, şeytanın fitne ve tuzaklarından ve düşmesi olası hatalardan uzak kalınacağı içindir. (Bu da asıl amaçtır ve yeter-şarttır.) 

Yani, ikisi de doğru ibadetin özü içindir. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, Müslüman’ın hata içerisine düşmemesidir. Bunu, bu şekilde kabul etmek ve anlamak gerekir. Aksi halde, yüce Allah’ın kendisi için abdest almamıza, temizlenmemize, belirli saatlerde namaz kılmamıza, namaz sırasında yerlere kapanmamıza, bu sırada ağlayıp, yalvarıp-yakarmamıza ihtiyacı yoktur! Namazın tam zamanında kılınması, fazladan kılınan (nafile) namazları, cemaatle kazanılan sevaplar, namaz sırasındaki örtünme şartları ve namaz kılma ciddiyeti (kuralları)…vb, namazın kutsiyetinin bilinmesi ve huşu ile eda edilmesi içindir.

Esasen namaz kılan erkekleri ve kadınları düşündüğümüzde, toplum içerisinde yoğun bir iş, koşuşturma ve ev temposu yaşanmaktadır. Abdest almak ve namaz kılmak için, yakın ve uygun yer, çok sıcaklık veya soğukluk, fırsat veya imkân durumu göz önüne alınmalıdır. Bazen olumsuz durumlar yaşanabilmektedir. Tüm bu zorluklara rağmen, namazını aksatmayan Müslümanlar için, kat-kat sevaplar verileceği düşünülmelidir. 

“(Ey Peygamber!) Kitaptan sana vahyedileni (ve öğretilenleri) oku; namazı kılmaya devam et; çünkü namaz cidden (şeytanın durmadan fitnelediği ve özendirdiği) ahlâk dışı davranışlardan, (dine, akla ve sahîh örfe ters düşen) uygunsuz şeyden alıkoyar. Allah’ı anmak (ve her zaman hatırlamak) elbette çok büyüktür! (Sakın şeytana uymayın!) Allah, neler işlediklerinizi bilir”  (Ankebut Suresi, 45. Ayet,)….(Ne muazzam bir ayet!!!)

Yüce Allah, sürekli ve içten yapılan bütün ibadetlerin daha makbul olduğunu söylemiyor mu?

Aşağıda, Tahrim Suresi, 8. Ayet’i bir kez daha hatırlayalım;

“Ey iman edenler! Tam bir pişmanlık ve gönül huzuru içinde gösterişten uzak ölçüde Allah’a tövbe edin. Umulur ki Rabbiniz kötülüklerinizi örtüp yok eder ve sizi içinden ırmaklar akan cennetlere koyar ki o gün Allah, peygamberi ve O’nunla beraber iman edenleri utandırmaz ve nurları önlerinde ve sağlarında hızla yayılır ve «Ey Rabbimiz!”» derler. «Bizim nurumuzu tamamla ve kuvvetlendir ve bizi bağışla, şüphesiz ki Senin her şeye gücün yeter.»” Diyen kullarından eyle…Amin!”

Gören Göz – 36/2: Namaz Kefaret midir?

“Beş vakit namaz ve Cuma’lar, aralarında işlenen günahlar için kefarettir.”

Müslim (k.s.)’den aktarılan bu ve buna benzer pek çok hadisin, ne yazık ki gerçek hadismiş gibi yazıldıklarını görmek, Müslümanları etkilemektedir. Bu yanlış veya zayıf hadislerin İslâm’ı anlama ve yaşama açısından zararlar verebileceğini kabul etmemiz gerekir. Böyle hadisler için, aşağıdaki gibi gerekçeler sunulabilir, ancak gerekçelerin kabul edilir yanı yoktur.

Dört halife devrinden sonra gelen yönetimler (Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emevileri) sadece Müslümanları değil, idarelerindeki tebaayı da kontrol altına almakta zorluklar çekmişlerdir. Bu dönemlerde İslâmiyet’ten dönme, inanır gibi yaşama, daha serbest olan atalarının dinine özenme veya başka dinlere geçebilme tehlikesi vardı. Özellikle Müslümanları İslâm’a ısındırmak ve bazı ödünler verme gereği bile ortaya çıktı. Bunlar tamamen birlik-beraberlik adına olsa da, aslında maddi (vergi, haraç, makam, gibi) kaygı taşımaktaydı. Buradaki üzücü konu, dini ağırlığı olan yöneticilerin, bu hadislerin kaynağını saygın âlimlere mal etmeleridir. Bu yüzden de hadisler, yazılı kaynaklara aynı şekilde geçmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Başka üzücü bir konu ise, sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v.), ısrarla yasakladığı ve hiçbir şekilde hadis uydurulmamasını işaret etmesidir. Kaldı ki, Allah korkusu olmayan (sözüm ona) idareciler, bu uyarıları da dikkate almamışlardır. Zaten uydurma hadislerin çoğunun çıktığı dönemler, işte bu dönemlerdir. Ayrıca uydurulan bu hadislerin bazılarının, bırakın İslâmiyet’e ısındırmayı, İslâmiyet’ten soğuttuğu ve bunalttığı da olmuştur. Yukarıdaki bu sözde hadis, (biraz daha dikkatli irdelenecek olursa) günah işlemeye adeta davetiye çıkartan türdendir.

Yine dikkat edilirse, yukarıdaki hadisi kabul edecek olursak, Müslümanları küçük-büyük günah kıskacı içerisine almaktadır. Diğer olması ihtimal tehlikeleri ve değerlendirmeleri de şöyle sıralamak mümkündür;

1) Müslüman da bir insandır ve günah işleyebilir. Bu insanın yaratılışı gereğidir. Müslüman, sevap da işleyebilir. Sonuçta Müslüman dünyadaki diğer tüm insanlar gibidir.

2) Günah işlesek de (derecesine göre), zaten yüce Allah, sonsuz rahmetiyle bizleri kucaklayacak ve sonunda affedecektir. Üstelik namaz kılındıktan sonra sevap ve arınma vardır. Müslüman olduğumuz için, yüce Allah’ın (sonuçta) cenneti ile muamele edeceğine dair müjdeleri vardır.

3) Bağışlanma, arınma ve günahın silinmesi gibi tutumlar (bırakın peygamberlerin sözlerini), sadece ve sadece yüce Allah’ın tasarrufundadır. Üstelik günahların içinde kul hakkı olanlar da olacaktır. Bunların affı için, eğer bu haksızlık dünyada çözülmemiş ise, yüce Allah bile mizanda hesaplaşmaya bırakmaktadır. (Bu hassas konuları bilen bir Müslüman, üstelik günahlarının derecesini ve şiddetini bilmeden günah işlemeye nasıl devam edebilir?)   

4) Sürekli günah (hata) işleyen ve namaz ile (sonunda) arınabileceğini zanneden bir Müslümanın, yaptığı pek çok işinin selâmeti konusunda şüpheler ortaya çıkabilecektir. Bir düşünün ki, yalan söylemekten, hile yapmaktan ve dedikodu yapmaktan korkmayan bir Müslüman, “nasıl olsa namazım günahlarıma kefarettir!” diyerek, bu kötü alışkanlıklarını ömür boyu sürdürebilir ve namazını kılmaya devam edebilir. (Bu durumda, namazı neden, kim için ve neye karşılık kıldığımızı da gözden geçirmek zorundayız!)

5) Özellikle Cuma namazlarını cemaatle kılmak o kadar sevap kılınmıştır ki Müslümanlar, Cuma günleri camilere gider, hatta koştururlar. Cuma namazında camiler dolar-taşar. Bazı yerlerde, sevabı çok olsun diye (cami içerisinde müsait yer olduğu halde) çok sıcaklarda veya çok soğuklarda, cami dışında ve hatta yollarda namaz kılmak için çaba gösterilir. Oysa Cuma saatinden hemen sonraki ikindi namazı sırasında, camilerde namaz kılanların sayı 5-10 kişiyi zor geçer. Bunların da çoğu emekli olmuş, namaz saatini bekleyen veya evi camiye yakın kişilerdir. Günümüz Müslümanlığı adeta, ‘Cumadan-Cumaya Müslümanlık’a indirgenmiştir. İster kabul edelim, ister kabul etmeyelim gerçek olan ve gelinen nokta budur. Bu, şu anlama da gelebilir;

“Sadece Cumayı kılarız, sevapları kat-kat alırız. Dünyevi işlerimize kaldığımız yerden devam ederiz. Günahımız varsa da, öbür dünyadaki mizanda, bu namazlar bizleri zaten kurtaracaktır!”  “Üstelik bizler, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in şefaat edeceği şanslı ümmetten değil miyiz?”

6) Yukarıdaki bu istenmeyen anlayışın (algının) yerleştirilmesi ile namaz sevapları sayesinde (sanki) “cennet” de garanti altına alınmış ve Müslümanlara adeta vaat edilmiştir. Bu yanlış anlayışın, Hristiyanlıktaki “günah çıkartma”dan ne farkı vardır?

Ek-Bilgi: Günah Çıkartmak Nedir? Günümüzde Katolik Kilisesi’nde günah çıkartma, Hz. İsa’nın kurallaştırdığı ve vaftiz sonrasında işlenmiş bütün önemli günahların itiraf edilmesini gerektiren bir kutsama ayinidir. Günahın yüklediği suçluluktan arınabilmek için içtenlikle pişmanlık duymak, günahları bir din adamına itiraf etmek ve kefaret gereklerini yerine getireceğine söz vermek zorunludur. Ortodoks Kilisesi de günah çıkartma konusunda benzer bir öğretiyi benimser. Anglikan Kiliselerinde günah çıkartma geleneği sürmekle birlikte, Anglikanların çoğu Komünyon ayini sırasındaki genel günah çıkartmayla yetinir. Günah çıkartmayı kutsama ayinleri arasında saymayan Protestan Kiliselerinin çoğu, bağışlanma için dua etmeyi ve Tanrı’nın içtenlikle tövbe eden herkesi bağışlamaya hazır olduğunu yeterli sayar.

Uygulanışı; Kiliselerde hücre denen yerde, papazın oturduğu bölmenin bir ya da iki yanında tövbekâr için bir bölme veya bölmeler vardır. Tövbekârın bölmesi papazın bölmesinden ahşap bir perdeyle ayrılır; bu perdenin üzerinde tövbekârın konuşacağı kafesli bir aralık vardır. Bölmenin içinde diz çökmek için de bir basamak bulunur. Böylece, tövbekârların günahlarını bir din adamının önünde itiraf ederek bağışlanması sağlanmış olur!

7) Sadece namaz sevapları ile günahlardan kurtulma ve sonunda cennete yerleşme mantığındaki bir başka tehlike de, yüce Allah’ın ciddiye alınmamasıdır ki bu düşünce bile (haşa!), bir Müslümanın Müslümanlığını gözden geçirmesine yetmektedir. Batı’nın Müslümanları cahil, körü-körüne inançlar geliştiren ve (kısaca) yobaz olarak nitelemesinin temel nedenleri de burada yatmaktadır. Bugün Batı inancında, günah çıkartma bile ciddiye alınmamaktadır. Çünkü içinde mutlak Allah inancı olan gerçek Hristiyanların bile (bu şekilde günah çıkartılması) akıllarına yatmamaktadır. (Törenler ise sadece sembolik devam etmektedir) Aşağıda konuya vurgu yapan ve Müslümanları uyaran bir ayet verilmiştir;

(Ey Resulüm!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru gereğine uygun olarak kıl! Çünkü namaz (doğru ve şuurlu eda edildiği takdirde), insanı hayâsızlıktan ve (şeytan kaynaklı) kötülükten alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut Suresi, 45.Ayet)

Çözümü

“(Ey Resulüm!) Kur’an’dan sana öğretilenleri oku, namazı da dosdoğru (gereğine uygun olarak ve içten) kıl! Çünkü içten kılınan namaz, insanı arsızlıktan (şeytanın fitnelediği aşırılıklardan) ve günah işlemekten alıkoyar. Allah’ı (her işinizin başında ve) her zaman düşünmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yaptıklarınızı (hakkıyla) bilir. (Allah’tan korkun)” 

8) Yukarıdaki ayetten başka sonuçlara da ulaşılacağı aşikârdır. Bir kere, namazın içten (huşu ile) kılınması şartı vardır. Hakkıyla ve abdest alınarak kılınan namaz, şüphesiz kişiyi aşırılık ve kötülüğe giden yollardan alıkoyacaktır. Çünkü şeytan, sürekli abdestli olan Müslümanın hem içinden hem dışından uzaklaşır. Ve yine insanın, her an hataya düşmesi için şeytanın ufak bir fitnesi yetmektedir. Düzenli kılınan namaz, yapılan diğer güzel ibadetlerle beraber, Müslümanın sürdürdüğü aşırılık ve günahları işlemekten alıkoymaktadır ya da alıkoymalıdır. Yukarıdaki ayet de (tam) buna işaret etmektedir. Bunun sonucunda da Müslümanın “kâmil Müslüman” sınıfına yükseltmesi beklenir. Kefaret konusu, hataların tekrar işlenmemesi halinde devreye girecek bir kurtuluş ve bir müjde olabilir. Yine “kul hakkı” bulunmaması şartıyla! Konunun bu ahlaki yönünün de belirtilmesinde faydalar vardır. 

9) Son olarak yüce Allah (c.c.), namaz kılsak da kılmasak da, günah işlesek de işlemesek de zaten bizleri, yazıcı melekleri ile kayıt altına almaktadır. (Üstelik) bu kayıt ömür boyu sürmektedir. Sadece sevap ibadetleri yaparak günahlardan (kefaretle) kurtulup cennetin kazanılması da çok zordur.

Sonuç : Namaz kılan ve Müslüman olduğunu beyan eden bir kişi, hâlâ aşırılığa ve kötülüğe ısrarla devam ediyorsa, özü-sözü bir değilse, burada bir gösteriş var demektir. İşte bu tutarsız (yanlış) inanç anlayışı ve gösteriş için yapılan uygulamalar, salih kullar için bir algı yanılgısı oluşturmaktadır. İslâm’a ısındırmamız gereken gayrimüslimleri ise (yıllardan beri) İslâm’dan uzaklaştırmakta ve korkutmaktadır. Konuyu bu açıdan da düşünmekte çok yönlü yararlar vardır.

“Ey Rabbim! Bana nüfuz ve iktidar bahşettin; olayların altında yatan gerçekleri kavrayıp açıklama bilgisi verdin. (Ey) göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve ahirette benim yanımda yakınımda olan/beni koruyup destekleyen Sensin: canımı, bütün varlığıyla kendini Sana adamış biri olarak al ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat!” (Yusuf Suresi, 101. Ayet)… Amin!”

(NOT: Otuzaltıncı bölümün sonu…)