Betül Gökçe AKGÖL'ün 4 Şubat 2025 tarihli yazısı: Kendimizi Kim Olarak Gösteriyoruz?

Sosyal medya, hayatımızın her alanına sızan bir fenomen haline geldi. Artık hepimiz, bir şekilde bu platformlarda varız. Ancak bu sanal dünyada kendimizi nasıl gösterdiğimiz, gerçek kimliğimizle ne kadar örtüşüyor? Gerçek hayatta kim olduğumuzu yansıtan bir aynaya bakarken, sosyal medya bize daha farklı bir yansıma sunuyor. Peki, bu yansıma ne kadar doğru?

Sosyal medyanın en belirgin özelliği, her kullanıcıya bir ideal benlik sunma fırsatıdır. Bizi en iyi, en başarılı, en mutlu halimizle gösterme olanağı sağlar. Bir yemek fotoğrafı paylaştığımızda, mutfakta geçirdiğimiz uzun saatleri değil, en mükemmel sunumları ve leziz görünümdeki tabakları gösteririz. Ya da bir seyahate çıktığımızda, güneşin batışını izlerken çekilen o en mükemmel fotoğrafı seçeriz. Bütün bu paylaşımlar, hayatımızın en parlak anlarını sergileyerek, başkalarına ideal bir yaşam sunma çabası içerir.

Ancak gerçek hayatta, bu anların çok daha karmaşık ve doğal süreçlerden geçtiğini unuturuz. O tabak, belki de yüzlerce denemenin ardından en sonunda doğru zamanı yakalayarak fotoğraflanmıştır. O seyahat, mükemmel bir anı yakalamak için uğraşırken, belki de yorgunluk ve stresin izlerini taşıyordur. Sosyal medyada paylaştığımız "mükemmel" anlar, genellikle bu karmaşıklığı gizler.

Sosyal medyanın sunduğu bu ideal benlik, bizim gerçek kimliğimizle ne kadar örtüşüyor? İnsanlar genellikle kendi hayatlarının doğal halleriyle, başkalarına sundukları versiyon arasında bir fark görmüyorlar. Ancak bu fark, zamanla bireylerin psikolojisini etkileyebilir. Gerçek kimliğimizle sanal kimliğimiz arasındaki bu uçurum, bazen kendimizi tanıyamaz hale gelmemize yol açar.

Kendini sürekli olarak daha iyi bir versiyon olarak gösterme çabası, insanları öz değerlerini başkalarına gösterdikleri "başarılarına" bağlamalarına neden olabilir. Bu da, sosyal medyada sürekli olarak onay arama, beğeni ve yorumlara odaklanma gibi bir sarmala yol açar. Oysa ki, gerçek kimliğimiz; duygusal derinlik, zorluklar ve hatta kusurlarımızla şekillenir. Sosyal medya ise çoğu zaman yalnızca bu yüzeysel katmanı yansıtır.

Sosyal medyanın bu "ideal benlik" yaratma gücü, toplumsal olarak da büyük bir etki yaratmaktadır. İnsanlar, sanal dünyada gördükleri mükemmel hayatlardan etkilendikçe, kendilerini aynı başarıyı yakalamaya zorlarlar. Bir başka deyişle, herkesin gösterdiği mükemmel hayatlar, toplumu daha fazla başarı, zenginlik ve güzellik arayışına sürükler. Bu da, toplumsal baskıların artmasına ve bireylerin kendi benliklerini sorgulamalarına yol açar.

Toplumda, sürekli olarak başarıyı ve mükemmelliği yücelten bir algı oluşur. Bu da, gerçekte zorluklarla karşılaşan bireylerin kendilerini dışlanmış hissetmelerine sebep olabilir. Çünkü sosyal medya, zorlukların, başarısızlıkların ve hayal kırıklıklarının pek de sergilendiği bir alan değildir. Bu durum, insanlar arasında "gerçek yaşamda başarısız olan" duygusunu yayabilir ve psikolojik olarak olumsuz sonuçlara yol açabilir.

Sonuç olarak, sosyal medyanın sunduğu ideal benlik ile gerçek kimliğimiz arasındaki fark, bizi her gün daha fazla kendimize yabancılaştırabilir. Bu uçurumun farkında olmak, sosyal medya kullanımımızı daha bilinçli hale getirebilir. Kendimizi sadece başkalarına değil, aynı zamanda kendimize de doğru şekilde ifade edebilmek, dijital dünyada daha sağlıklı bir kimlik oluşturmanın anahtarı olabilir.