R. Bülend KIRMACI'nın 23 Temmuz 2024 tarihli yazısı: Külüstür Gelir, Kelepir Hizmet

Katıksız bir tüketim toplumuyuz.

Gelirimizden fazla harcıyoruz.

Her gün medyada reklamların bombardımanı altındayız.

Tasarruf ve tutumluluk edimleri çoktan bir yana itildi.

Dahası marka tutkunluğu her türlü ithal ürünün eşliğinde geldi, zihinlerimize yerleşti.

Eskiden tekstil başta bir dolu malı üretirken, şimdi çorap ve iç çamaşırı dahi imal edemiyoruz.

Ürün standardı yok, kullanım ömürleri kısa, paranın bir değeri yok.

Tüketici haklarının bu kadar göz ardı edildiği bir devran hatırlamıyorum.

Gerçi hakem heyetleri dahil bu alanda kimi yasal düzenlemeler yapıldı ama, hammadde ve teknoloji açığı nedeniyle bir türlü dayanıklı mal ve ürün imal edemiyoruz.

Finlandiya diyoruz değil mi? Refah toplumu ve sosyal devlet... Evet öyle ancak orada, kolayda mallar bile "kullan at" cinsinden değil, "eski" diye kazağa, monta, paltoya bakıp da atmak yok..

Beden küçüldü, bebe büyüdü diye çocuk veya genç eşyalarını çöpe göndermek adetten değil..

Peki, ne yapıyorlar? Herkes en yakınından ve komşusundan başlayarak kullanmayacağı ürünü veriyor, hediye ediyor.

Elbet o ürünlerin de kullanım ömrü uzun, sağlam ve dayanıklı...

Tabii orada herkesin emeği değerli, herkese hak ettiği bir maaş, ücret ve emeklilik geliri temin edilmiş, hatta garanti edilmiş durumda...

İktidara gelen kafasına göre gelir dağılımı, vergi ve sigorta sistemi veya gümrük mevzuatı peydah edemiyor.

Oysa bizim gibi toplumlarda mesela bir "külüstür emeklilik" var ki içine milyonları alıyor, bir de "lüks emeklilik" var bu da siyaset seçkinler başta olmak üzere bir avuç azınlığa şemsiye açıyor.

Borçlanan, üretimden ve ulusal sanayiden ve hatta alternatif enerjiden ricat eden, gerileyen bu düzen;

Özelleştirme furyası ile büyük ölçekli kitlesel üretimini yabancılaştırmış olup; bu densizlik mikro düzeyde gündelik malların üretim kabiliyetine de yansıyor;

Kelepir mallar pazarında külüstür gelirler, alışverişi akıl dışına taşıran ve vatandaşı genel olarak "kazıklayan" bir ortaçağ tablosunu ortaya çıkarıyor.

Bu sistemde maaş verir gibi yapanlar ile çalışır gibi yapanların buluşmasına da şaşmamak gerekiyor.

Tüketim düşkünü, yabancı marka tutkunu gençler, vergi ve uzun çalışma süreleri ile gitgide eriyen gelirlerinin nedenini sorgulama bilincinden yoksun ailelerden gelip, çarşı dükkân, AVM plaza dolduruyor ve ceplerini boşaltıyorlar.

Gerçekte bir mala, bir ürüne hak etmediği parayı vermek, alın terinin çalınmasıdır.

Fakat bu düzen böyle kurgulanmış olup, bireyler gerçek zenginliğin ne olduğunun da pek farkında değillerdir.

Onun için soyan ve soyulan, sahip olan ve yoksun kalan, zengin ve fukara hepsi aynı girdabın içinde yuvarlanıp tükenmektedirler.

En başta da zaman denen kavram tükenmektedir.

Kaliteli mal ve hizmet üretimi, kuşkusuz sadece bir denetim sorunu olmayıp, gelir dağılımı hakça, vergi adaleti açıkça ve tüm yaşamı insanca tesis edilmiş bir toplumun nasibidir.

Tabii şunu da unutmayalım önce eğitim bozulur sonra da ekmekler bozulur.

Olan, budur!