Sibel BAY'ın 25 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Medyanın Alımlama Sürecinde Birey

Sosyal teorinin temelinde insan yer almaktadır. İnsan baştan verili olmaması ve sürekli olarak değişime açık olması ile kullanılan kavramsal yapı da sosyal bilimlerle ilişkili olarak ilerleyiş sürdürmektedir.

İnsanın hayallenme, düşünme ve eyleme biçimleri üzerine düşünmek ile sosyal teorinin eylemine girilmektedir. Çünkü böylelikle eylem üzerine düşünmeye teşvik edilir ve bu da teorinin alanına girmeye yöneltir. 

Anlam başlangıçta verili olmamakla birlikte kullanımda ortaya çıkmaktadır. Bakış açıları da bu bağlamda biçimlenmektedir. Kullandığımız şey, bir süre sonra bizim zihnimizi, algılarımızı ve eylemlerimizi de etkilemeye ve belirlemeye başlar. Daha önce biz onu üretirken bir süre sonra ürettiğimiz şey bizi ele geçirir. Bu da yapıyı meydana getirir. Yapı ile özne yani fail arasındaki ilişki, sosyal teorinin temel problemlerinden biridir. 

Bu anlamda baktığımızda makro ile mikro, toplum ile birey ve yapı ile faillik arasında zıt bir ilişkiler ağı bulunduğu varsayılsa bile hiçbiri birbirinden kopuk olamaz. Başka bir deyişle üretilen gerçeklik ile aslında mesaj üretimi ve alımlanması faaliyeti makro yapılardan bağımsız değil, onunla ilişki içerisindedir. Dille bağlıdır. Dil ve kültürel ortam gibi belli kodlar başlangıçtan beri üretilmeye başlanmaktadır. Aynı zamanda belli geleneksel ahlaki kodların kendisi de bir yapıyı meydana getirmektedir.  Örneğin bir rüya görme eylemi üzerine düşündüğümüzde yalnızca bireysel ve psikolojik bir eylem olmadığı ve birtakım toplumsal olgular ve tarihsellik ekseninde yapılandığı görülür. 

Yapılar karşısında yer alan fail ise, yaratıcı anlamda, bilinç olarak fark yaratma yeteneğine sahip olan bireydir ve aynı zamanda bizde bir düşünce oluşturur. Bu kapsamda sembollerden bahsetmemiz gerekir çünkü semboller zaman zaman insanları esnetebilmektedir. Semboller ve esnetme, yapılardan kurtulmaya olanak sağlar. Bu anlamda bakış açısına yerleşmeden varlığın sürdürülmesi mümkün değildir. 

Aynı nesnenin farklı bireyler tarafından farklı alımlanmasının nedenlerine bakıldığında bu hususu sağlayan unsurun bakış açılarıyla ilişkili olduğu görülür. Bu durum bizim varoluşumuzla ilgilidir ve varoluşun kendisi de bir yapıdır. İnsan türünün deneme yanılma yoluyla geçirdiği evreler geçmişten günümüze kendi türüne bağımlıdır. Yapılar her zaman etken rol oynamaktadır. Bireyin yetişkinliğe geçişi yapılar arasındaki geçişini de temsil eder. Charles Baudelaire’nin de ifade ettiği gibi sokakta masum canavarlar aranması yani karşılaşmalar sosyal teori açısından oldukça önemlidir. Böylelikle sorular sorulmaya, sorgulanmaya gidilir. 

Medya denildiğinde aklımıza televizyonun gelmesi onun dolayımlayıcı bir araç olmasından kaynaklanır. Wittgenstein'in 'alet kutusu' benzetmesini medyaya uyarladığımızda medyanın kendisinin de alet kutusu olduğu çıkarımı yapılabilir. İçerisinde dil, sözcükler, ulaşım yolları, telgraf, radyo, telefon, gazete, basın, televizyon, cep telefonları, internet gibi çeşitli iletişim medyası araçlarını barındırır. Bu çerçeveden baktığımızda iletişim medyasını, klasik medya, kitle iletişim medyası ve dijital medya olarak sınıflandırmamız mümkün kılınmaktadır. 

Medyanın içeriği sembollerden oluşmaktadır. Bu semboller ise görsel, işitsel ve yazılıdır. Sistemin devam ettirilmesi için semboller üretilir. Bu anlamda da çeşitli iletişim medyalarından yararlanılır. Üretilen semboller ile iktidarın varlığının sürdürülmesi sağlanır. 

Medyanın içeriğinin alımlanması sürecinde anlam kullanımı ortaya çıkar. Örneğin bir dizi farklı ortamlarda ve farklı kişiler tarafından izlenildiğinde farklı anlamlar üretilebilir. Medya ürünlerinin alımlanması, yorumsama süreciyle doğrudan bağlantılıdır. Yani medya ürünlerini alan bireylerin bu ürünlerden anlam çıkarma amacıyla yorumlama sürecine girmelerine yöneltilmesi durumu söz konusudur. Bir medya ürününü alan birey, ona dikkatini vererek ürünün taşıdığı sembolik içerikten anlam çıkarmaya çalışır.

Anlamın kullanımda bulunduğunu en net şekilde görebileceğimiz filmlerden biri olan Yorgos Lanthimos’un yönetmenliğini yaptığı 2009 yapımı Dogtooth (Köpek Dişi) filminde zorlayıcı iktidar olan babanın inşa ettiği bir yapı bulunmaktadır. Genç olan üç kardeşin eylemleri, duygu ve düşünceleri bu yapı bağlamında çerçevelenmektedir. Çocuklara öğretilen dilin kullanımı da yine yapılar ekseninde anlam kazanmaktadır. Örneğin telefon kelimesi ile tuzluk kastedilir. Çocukların bu yapıdan çıkması kesinlikle yasaktır. Aksi durumda cezalandırılma yoluna gitmektedirler. Bu çocuklardan büyük olan abla, genç olan çocukla ilişkiye girmesi amacıyla evlerine gelen Christina ile karşılaşmada bulunur ve ondan bazı film kasetleri alır. Filmin ilerleyen sahnelerinde büyük kız, bu filmleri izleyerek yani semboller ile var olan yapıları esnetmeye başlar ve fail konumuna geçebilmeye hak kazanır.

Medyanın sosyal teorisi kapsamında dünyaya yalnızca antropolojik bakış açısıyla bakmak da sorunlu bir durumdur. Çünkü bu bakış açısı ile insan merkeze konularak diğer canlılar ikinci plana atılır. Filmlerle birlikte dünya, yalnızca ana karakterin gözünden görülmemekte, aynı zamanda evrensel bir bakış da sergilenebilmektedir. Dil bir yapıdır ve bizden önce oluşmuştur. İnsan hikâyeler inşa eder ve bir süre sonra ise o hikayeler bizi inşa etmeye başlar. Kullandığımız dil bakış açımızı biçimlendirir. Bu bağlamda ele alınabilecek filmlerden biri olan 2016 yapımı Arrival filmine bakıldığında dilin insan hayatındaki yeri irdelenmektedir. Film içerisinde askeri, siyasal, sembolik ve ekonomik olmak üzere çeşitli iktidarların yer aldığı söylenebilmektedir. İktidarın kuralları devralınarak ona uygun bakış açısı geliştirilir. Filmde dünyanın çeşitli yerlerinde görülen uzaylılar insanlarla iletişim kurmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda filmde yer alan iktidarların geliştirdikleri bakış açıları da yer aldıkları yapı çerçevesinde biçimlenmektedir. Örneğin filmdeki kadın bilim insanı Louise, sembolik iktidardır ve uzaylılarla iletişim kurmaya yönelik bir tutum sergiler. Askeri iktidar ise durumu güvenlik çerçevesinde değerlendirerek uzaylıların zarar verebilme boyutunu değerlendirirler. Yani temel olarak çerçevelenmiş bakış paranteze alınarak gerekli tepki gösterilir. Televizyon yayınına bakıldığında kalıplaşmış, reyting kaygısı etrafında yayıncılık yaptığı, siyasal iktidarın ise otoritesini kullanarak duygulardan uzak bir iletişim ile kameralar karşısında açıklama yaptığı görülür. Bu kapsamda bakıldığında empatik bakış açısı ile hareket eden kadın bilim insanının uzaylıların dünyasını içten görmesiyle ve buna bağlı olarak duygu yönelimli bir dokunma eylemine geçmesiyle sorunların aşılması ve iletişime geçilmesi mümkün kılınır.