Elif Aybike DEMİR'in 06 Haziran 2023 tarihli yazısı

Dilimiz; insan yaşamına dair, hayatın düzenlerine dair, günlük akış içerisinde başımıza gelen ya da gelebilecek olan birçok durumu karşılayabilecek zengin bir atasözleri ve deyimler varlığına sahiptir.

Bu zengin hazinenin parçalarından biri olan; kişinin, çevresindekilere nasıl davranırsa aynı şekilde karşılık göreceği anlamına gelen, her an bir öğretmen gibi kime ne verirseniz verdikleriniz doğrultusunda sonuçlar alacağınızı anlatan bir atasözümüz var: Ne ekersen onu biçersin. Evet aslında hem gerçek anlamını hem de mecazen kullanılabilecek alternatif durumları karşılayabileceği bir örnek olarak toprağa ekilen tohumun mahsulünü toplamak diyebiliriz.

Bu yazının devamında belki de her gün binlerce kişinin kullandığı bu atasözüne bizim sınırlarımız dışından bakıp, hangi kurama konu olmuş ve neyi anlatmayı amaçlamış onu göreceğiz.

1967 yılında Pennsylvania Üniversitesinde “Ulusal Komisyon” kurulmuştur. Komisyonun amacı, "şiddetin nedenleri ve önlenmesi" konusu üzerinde araştırmalar yapılmasıdır. 1919-2005 yılları arasında yaşamış olan Amerikalı bir iletişim bilimci Prof. George Gebner de bu kapsamda bir proje başlatmıştır. "Kültürel Göstergeler" adının verildiği proje, iki ayrı araştırmadan oluşmaktadır. Bu araştırmalardan bir tanesi "ekme çözümlemeleridir". Ekme çözümleri başlı başına bir kuram olarak anılmayı başarmış ve bugün de "Ekme Kuramı" olarak kendisinden bahsettirmektedir. Kuramın temellerini oluşturan araştırmanın amacı, kitle iletişim araçlarının toplumsal yapıya etkilerini ortaya koymaktır. Çalışmada, televizyonu az veya çok izleyenlerin (televizyon içeriklerinin mesajlarına az veya daha fazla maruz kalanların da denebilir) hazırlanan sorulara verdikleri yanıtlar incelenir.

Gebner'e göre başta televizyon olmak üzere (günümüzde elbette bunun sosyal medya olarak isimlendirilen mecradaki farklı platformlara yerini bıraktığını rahatlıkla söyleyebiliriz) kitle iletişim araçları, kamuoyu oluşturma görevi yürütmektedir. Bu, egemen ideolojinin sağlamlığını ve devamlılığını sağlamak adına oldukça kullanışlı bir yöntemdir, çünkü kitle iletişim araçları kanalı ile yayılmasına imkân verilen mesajların/imgelerin ortaya çıkarttığı kitleler, kamuoyunu oluşturur. İşte kitle iletişim araçlarının hâkimiyetini ve kullanma gücünü elinde tutan egemen ideolojinin yaptığı şey de tam olarak görece durağan ve ortak sembolleri (mekânlar, cinsiyetlere göre rol dağılımları, sosyal sınıflandırmalar vb.), üretilmesini istediği içerikler vasıtasıyla insanların zihinlerine "ekmektir".

Objektif gerçeklikten çoğunlukla uzak olan bu içerikler, "televizyon dünyası" olarak adlandırılır. Ne yazık ki toplumun yadsınamaz bir kesimi medya okuryazarlığından oldukça yoksundur. Bu yüzden medya mesajlarını yorumlama, süzgeçten geçirme ve eleştirme kabiliyeti zayıf bireyler; kendi hayatlarını televizyon dünyasındaymışçasına yaşama eğilimi gösterir, izledikleri (maruz kaldıkları ya da dayatılan) içerikte tekrar eden örnekleri içselleştirir ve yaşantılarını o örneklere uyumlamaya çalışırlar.