Furkan ERKAN'ın 8 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Oppenheimer: Kaçınılmaz Sonun 3 Saatlik Muhteşem Anlatımı

Christopher Nolan'ın tüm dünyada büyük yankı uyandıran filmi Oppenheimer'ı geçtiğimiz günlerde izledim. Şunu söyleyebilirim ki uzun zamandır sinema salonundan bu kadar yoğun hislerle çıkmamıştım.

Bir başyapıt diyemem ama bence Nolan'ın son dönemdeki en iyi filmi. En başta usta işi kurgusu ve anlatımı o 3 saati size unutturuyor. Kesinlikle çok iyi.

İzleyen birçok kişi benzer şeyleri söylese de J. Robert Oppenheimer'ın atom bombası yapma sürecinde, içinde bulunduğu durumu, ahlaki ikilemleri ve filmin senaryosunun tipik bir biyografiden fersah fersah uzak olmasını Nolan ince ince yansıtmış.

The Mandalorian'ın jenerik müziği ile tanıdığımız Ludwig Göransson'un müzik kullanımı Nolan'ın bu hünerlerini oldukça iyi destekliyor. Üstelik Nolan'ın bir önceki filmi Tenet'e göre çok daha oturaklı ve filmin ruhuna hizmet eden cinsten.

Bu açıdan yine birçok kişinin hemfikir olduğu üzere David Fincher'ın Social Network'ü ile benzer bir yapısı var. Ama burada işin içerisine atom bombası, Hiroşima ve Nagazaki de girince kaçınılmaz ve bildiğiniz sona adım adım tanık olmak da başka bir gerginlik ve heyecan yaratıyor izlerken.

Sadece Trinity Testi'nde değil filmin bazı anlarında da önce yıldızlar, kuantum ve sonra elementlerin zincirleme reaksiyonlarla bomba haline dönüştüğü görselliği ve ses tasarımının diken üstündeliği kesinlikle tarifsiz bir his bırakıyor. Bu sebeple sinemada deneyimlenmesi daha değerli.

Peki bu konuda IMAX şart mı? Eğer güveniyorsanız neden olmasın... Bilhassa bu sahneler için değiyor ama ben projeksiyon, ses ve salonuna güvendiğim bir sinemada da bu deneyimi hakkını vererek yaşadığımı düşünüyorum. Gerçekten acayipti.

Oyunculukların her biri nefisti. En aynı adamları oynuyor gibi gözüken Matt Damon bile çok başarılıydı. Filmdeki zaman atlamaları, siyah beyazda başka renklide başka bir konsept işlenmesi, bilimin devasa gücü, tarihi olaylar ve kişiler senaryoyu her yönüyle dolu dolu yapıyor.

Kadın karakterler meselesine gelince... Nolan bu konuda olumsuz anlamda rüştünü ispatlamış bir isim. Ama açıkçası Florence Pugh'un karakteri fena değil gibiydi bu sefer. Öte yandan Emily Blunt harcanmış onun yanında.

Vakit bulursam tekrar izlemeyi düşündüğüm bir film Oppenheimer. Çünkü çok detay var ve bazı yerleri de kaçırmış olabileceğimi düşünüyorum. Özellikle Oppenheimer ve Strauss arasındaki rekabet açısından.

Son olarak filmle ilgili en merak edilense, Oppenheimer'ın Japonya'da vizyona girip girmeyeceği. Savaşın belki de en ağır faturasını ödemiş Hiroşima ve ardından Nagazaki şehirleri başta olmak üzere Japonya'da bu film gerçekten vizyona girecek mi? Eğer vizyona girerse de yoğun bir ilgi olacak mı yoksa film protestolarla mı karşılaşacak? 

Çünkü bu filmi bir Japon olarak izleseydim yine çok yoğun duygularla sinema salonundan ayrılırdım.. Ama filmi objektif şekilde değerlendirebilir miydim ya da beğenip beğenmemeyi geçtim sonuna kadar izleyebilir miydim gerçekten bilmiyorum.

Cuma görüşmek üzere