Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 10 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Seçilmişlik Sendromu

İnsan, dünya hayatına seçilmiş ve başarmış olarak gelir.

Doğumundan ölümüne kadar geçen süre içinde de başarılar, zaferler kazandığı gibi mağlubiyetler, stresler ve olumsuzluklar da yaşayabilir bazen bireysel olarak bazen de bulunduğu cemiyet içinde cemiyetle birlikte. Bazen varlıkla bazen yoklukla bazen açlıkla bazen de toklukla imtihan edilir farkında olarak veya olmayarak yaşamı içinde nefsiyle baş başa, iç içe ve karşı karşıya olarak tabii ki de; başarılar için ‘’Ben başardım.’’, mağlubiyetler içinse hep birilerini suçlamalar, şeklinde devam eder gider.

Stres atmak için izlediğimiz ama daha çok stresli olarak ayrıldığımız futbol maçları genelinde tüm spor müsabakaları da öyle değil mi? 

Coşku, tezahürat, heyecan, mutlulukla başlayan müsabaka her nedense hakem kararlarıyla cihan harbine dönüşüyor. Haklı olan haksız duruma düştüğü gibi kaybedilen puanlar, şampiyonluklar, paralar ve en ağırı da yeni sezon başlayana kadar suskunluk ve derin üzüntü. ‘’Sonuç ne olursa olsun tarih şampiyon takımı yazar.’’ Sözünü hep duyarız ama saha dışında dönen dolaplar sayesinde değil de sahada terinin son damlasına kadar koşan futbolcuların ve taktik veren teknik direktörlerin sayesinde ulaşılmalı şampiyonluklara. Yoksa inanın ki şerefli ikincilikler daha kıymetli sporseverlerin gönüllerinde.  Spor müsabakalarının sonuçlarını spor kavramı adı altında saygı ve centilmenlik gereği tolere edebiliriz ama haksızlığı asla.

Şirket yönetenlere ne demeli? İyi ciro yakalanması, yüksek kar elde edilmesi, yeni pazarlara girilmesi yönetimin başarısı olarak kabul edilir. Alınan hatalı kararlar, uygulanan yanlış stratejiler ve öngörüsüzlük nedeniyle zarar eden bir şirkette hemen işten çıkarmalar veya ücretsiz izinler... Asgari ücretle karın tokluğuna alın teri akıtan çalışanın ve işçinin buradaki günahı nedir?

Yapılan askeri bir harekatta veya operasyonda fatura görevi icra eden askerlere kesilirken başarılar ve terfiler komutanların olmuyor mu diye hiç soru sordunuz mu kendi kendinize öylesine? Aynı görevi icra edip de statü icabı bir statünün tazminat alması ve diğer statülerin almaması ne kadar etik diye de düşünmediniz sanırım.

Geniş tarlalarında veya bahçelerinde yevmiye ile günlükçü çalıştıran ağanın gün sonunda istediği miktar toplanmayınca yevmiyelerden tıraş yapması ne kadar doğrudur veya inşaatı kontrole gelen müteahitin, amelelerin çalışmasından memnun olmayıp hak edişleri düşürmesine vicdanen ne kadar olumlu bakabiliriz.

Cemaate inanç, ahlak ve sosyal yaşam konularında değerli vaazlar veren hocalarımızın sabah ve yatsı namazı kılınmayıp sadece öğle-ikindi ve akşam namazı kılınan sanayi bölgelerindeki camiler için yaptığı rekabetten başarılı çıkması ne kadar önemli bizler için.

Bakanların tanıdığa, eşe, dosta, hatırlı kişiye ve yüksek makam sahiplerine her zaman ajandasında randevu için yer olurken proje geliştiren, çözüm üreten ve icat yapanların talep ettiği randevular neden bir türlü gerçekleşmeyip öteleniyor diye düşünmüyor değilim ara sıra. Oysa devletin ve milletin yüksek menfaatleri adına 5 dakika yemeklerinden, 10 dakika uykularından feragat etmek ağır mı gelir bünyelerine?

Siyasette de iyi haberlerin ve başarılı işlerin hep liderler tarafından verilmesi başarısızlıkların ve olumsuz haberlerin ise sahiplenilmeyerek yetim bırakılması demokrasinin bir geleneği midir?

Hayatımız ne çok seçimle dolu farkında mıyız?

Halk kendini yönetecek kişiyi seçer,

Kulüp sporcusunu seçer,

Genç gideceği üniversiteyi,

Alıcı satın almak istediği arabayı,

Ayşe Teyze pazardan domatesi,

Turist kalacağı oteli,

Müşteri menüden yiyecekleri,

Çocuk istediği oyuncağı,

Emekli ucuz marketi ve ürünü.

Bizim seçimlerimiz, bizim hayatımız.

Ve bizim sorunlarımız!