Tuğba EROĞLU'nun 4 Kasım 2023 tarihli yazısı: Sobalı Evde Büyümek

Kış, kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamışken içimizi ısıtacak bir hikâyeyle geldim.

Hikâyemizin ana kahramanı, birleştirici gücü ve sıcaklığıyla evlerimize bir zamanlar taht kuran “soba”. 

O yandığı zaman evin dedesi, ninesi, gelini, torunu ve hatta kedisi bile onun etrafında toplanırdı. Ev halkı birbirine kırgın olsa da o sıcaklığı bırakıp farklı odaya gidemezdi. 

Aile, mayışmış bir şekilde televizyona dalmışken sobanın POFF sesiyle kiminin ödü patlar, kiminin uykusu kaçardı. 

Geçtiğimiz hafta Ulus’taki Sobacılar Çarşısı’nı dolaştım. Bir hayli kalabalıktı. İlk başta bunun nedenini anlamadım. Aklımda sadece “Hâlâ sobalı ev var mı” sorusu vardı. Bunu sobacı esnafa sorduğumda, “Doğal gaz gelmeden önce sen buraları bir görseydin” cevabını aldım. Bacadan çıkan dumanlar ve gri şehrin üzerindeki gri duman… 

Anadolu’nun birçok yerinde hâlen soba kullanılır. Kimi ısınmak için, kimi de nostalji için kurar kahverengi takımları. Bazı evlerde boru kullanımı oldukça abartılır. Kimi odanın bir ucuna kurulan soba, diğer ucunda bulunan baca çıkısına ulaşsın diye borular tavanda sarmaşık olur, teller ile tavana asılırlar. Odanın tüm atmosferi artık sobanın hâkimiyetindedir. 

O tatlı uykuların yerini bugün hiçbir şey dolduramıyor. Evimizde iki soba vardı. Biri çocuk odasına kurulurdu, diğeri salona. Annem ve babam geceleri üşümemize razı gelmediklerinden böyle bir fedakârlık yapmışlardı. 

Hatta bir gün bahçemizin kedisi bile üşüyüp çocuk odasına girmiş, gece odaya geçtiğimizde korkup cama pat küt vurmuştu. Ablamla ben de sobanın ışığında tavana vuran alev cümbüşü ile eşsiz bir çığlık atmıştık. Sonra hâlimize, bir de canavar sandığımız minnoş kediye gülmüştük. 

Dedim ya annemler büyük bir fedakârlık yapmışlardı bizlere. Elbette o zamanlar farkında değildik bu fedakârlığın. Şimdilerde anlıyorum ancak. Muhtemelen “Anne-baba olunca anlaşıyor” dedikleri yerde ben de daha iyi anlayacağım. 

Bizim evin bir de başka bir daimi üyesi vardı. Yeri her zaman sobanın başköşesinde. Büyük bir endamla otururdu. Evet evet buğulu ve tılsımla seslenir, sıcaklığı ile güven verirdi. O ne zaman “Tamam” derse çaylar da demleniverirdi. Evet o kişi evimizin yedinci üyesi, güğümdü. Hep kalmazdı bizle tabii, yaz geldi mi Bodrum’a gidiverirdi. 

Hem sırtımızı ısıtan hem de karnımızı doyuran sobayı nasıl unuturuz? O bunları yaparken bir de hayallerimizi beslerdi. 

Ama biz en çok mis gibi tereyağı kokusunda ekmek kızartmasını severdik. Mesela ben, soba alevlensin de yansın diye dua ederdim. Yanık ekmek hep çok güzel kokardı. Gizliden açardım sobanın altını, alevlenir yakardı hem ekmeği hem de kendini. 

Tüm aileyi bir arada tutan o eşsiz sobanın yeri hiç gitmez bende. Dışarısı soğuktur ama kızsanız da küsseniz de orada kalır, yine hep beraber ısınırsınız. Ödevlerinizi soba başında yapar, akşamları mandalina kabuklarını sobanın üzerine dizersiniz. 

Çabuk olmayı öğretir soba. Sabahları üşüyerek uyanıp tir tir titrer, hızlıca giyinirsiniz. Bir odada uyumanın, birlikteliğin anlamını öğrenirsiniz. 

Her kış bastıran ve içimize işleyen o keskin soğukla beraber aile olmanın ne demek olduğunu öğreten sobanın yeri hiç gitmez benden. 

Gece olduğunda yorganın altından, sobanın tavana vuran dalgalı ışıklarını izlemekse kuzey ışıklarından daha muhteşemdi. Huzurla ve belki de gözyaşıyla kapanan gözler, sabah burunları sızlatan bir is kokusuyla tekrar açılırdı. 

Bu hikâyenin sizde de bir anısı var mı?