Hüseyin ALPASLAN'ın 23 Kasım 2023 tarihli köşe yazısı: Soykırım İddialarını Çürüten Malta Yargılaması -4-
Malta’da Tutuklu Türkleri Yargılamak İçin Meşruiyet Arayışı
İngilizlerin, ittihatçı tutuklarken ve sonrasında Malta’ya sürgün ederken, baştan beri niyetleri; Paris Barış Konferansı’nda müttefikleri ile alacakları ortak bir kararla, Türklerin uluslararası bir mahkemede yargılanmaları sağlamaktı. Türklerin öncelikle uluslararası bir mahkemede savaş suçları ve Ermeni kırımı suçlarından yargılanmaları ve ceza almalarını arzuluyorlardı. Ancak böyle bir durumun gerçekleşmesi için Fransa ve İtalya’yı ikna etmek zorunda olduklarını da biliyorlardı. Müttefiklerinin Türklerin kendi ülkeleri dışında yargılanmalarına karşı çıkma ihtimalinin yüksek olmasına ve yargılama belirsizliğine rağmen, İngilizlerin Malta’ya sürgünleri devam ettirmelerinin arkasında yatan sebebi; uygulamaya koymak istedikleri planı gerçekleştirme kararlılığı olarak görmek gerekir.
Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı’nda ilk kez gündeme gelen uluslararası mahkeme konusu Nisan ayında tekrar görüşülmüştür. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın 2 Nisan’da gönderdiği talimatı alan İngiltere temsilcisi Arthur Balfour, konferansta yapılan görüşmelerde, tutuklu Türklerin başta Ermeni Kırımı olmak üzere savaş esirlerine kötü muamele ve mütareke şartlarına uymamak gibi suçları işlediklerini, bunların Batum’da veya başka yerde kurulmuş İngiliz askeri mahkemelerinde yargılanamayacaklarını, bu sebeple, uluslararası bir mahkeme kurularak yargılanıp cezalandırılmalarının zorunlu olduğunu, konferansa başvuruda bulunarak tazminat talebinde bulunan Ermenilerin isteklerinin karşılanması için de bu mahkemenin yetkili olmasını önererek, tutukluların Malta’ya sürülmesi ve istenildiği gibi bir mahkeme kurulması hususunda konferansta ivedi bir şekilde karar verilmesini istemiştir[1]. Konferansta İngiltere temsilcisi talebini iletirken, yargılanmamış Türkleri peşinen suçlu kabul etmiş ve cezalandırılacaklarına kesin gözüyle bakmıştır. İngilizler, şayet talep ettikleri gibi bir mahkeme kurulmasını başarsalardı, tıpkı İstanbul’da kurdurdukları Divân-ı Harbi Örfîler gibi hukuksuz bir yargılamanın cereyan edeceğini aşikâr etmişlerdir.
Fransa, konferansta uluslararası mahkeme kurulması talebine karşı çıkarak tutukluların Osmanlı mahkemelerinde yargılanması yönünde tavrını ortaya koymuştur. Paris’te ortak bir karar alınmamasına rağmen, İngilizler Malta’ya tutuklu göndermeyi sürdürmüşlerdir! Uluslararası mahkeme konusunda konferansta çözüm sağlanamadığının açığa çıkmasıyla, yargılamaların nasıl yapılacağı hususu İngiliz Parlamentosunda gündeme gelmiştir. İngiliz bir parlamenterin Dışişleri Bakanlığı’na hitaben, yargılamaların nasıl yapılacağına dair sorusuna cevap veren bakanlık, müttefiklerin sorumlu Almanları ve Türkleri cezalandırmaya kararlı olduğunu, alınacak tedbirler ile ilgili görüşmelerin Paris’te devam ettiğini ifade ederek, sorunu geçiştirici politik bir söylem kullanmayı tercih etmiştir[2].
Uluslararası mahkeme kurulması isteğinden sonuç alamayan İngiliz Hükûmeti, Londra’daki Kraliyet Başsavcılığı’ndan görüş istenmesine karar vererek, Başsavcılığa 10 Temmuz 1919 tarihinde müracaatta bulunur. Hükûmeti temsilen Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı başvuruda, Türklere karşı önyargılı bir tavır olduğu görülmektedir. Hristiyan Almanlarla, Müslüman Türklerin yargılanmalarında ayrım yapılması görüşü dikkat çekicidir ve Türkiye ile yapılacak barış antlaşmasında, Türk hükûmetinin, müttefik devletlerin kendi vatandaşlarını yargılama yetkisini kabul etmesi gerektiği vurgulanır. Ancak, savaşta Osmanlı Devleti ile ittifak olan Almanya’ya karşı benzer bir tutum sergilenmez[3].
Dışişleri Bakanlığı’nca, Kraliyet Başsavcılığı’na yapılan müracaatta, İngiliz bakanlıkların temsilcileri tarafından daha önceden yapılan çalışmalar neticesinde yedi grupta listelenen suçlara gönderme yapılarak, Başsavcılığın beş soruda mütalaası istenmiştir[4]. Sorular özetle şunları kapsamaktadır; “İşgal altındaki yerlerde İngiliz asker mahkemelerinin yedi başlık altında listelenen suçları işledikleri anlaşılanların yargılamalarında ve ceza verilmesinde yasal bir sorun olup olmadığı, şayet hukuken bir mâni teşkil ediyorsa, hangi suçlar askeri mahkemede yargılanmalı, hangi suçların yargılanmaları konferansta karar verilinceye kadar ertelenmeli, Osmanlı topraklarında yaşayan suçluların İtilaf Devletleri’ne teslimine dair maddelerin barış anlaşmasında yer alması uygun mu? Türk hükümetinin tutukluları emniyetli bir cezaevinde tutamayacağını bildirmesi halinde, Malta’da tutulmalarında hukuki yönden bir engel var mıdır? Türkiye’de yargılanan tutukluların oradaki davalarının bozulup müttefik mahkemelerinde yargılanmaları hususunun barış antlaşmasına konulması uygun mu?”[5] İngiliz Hükûmeti tarafından Kraliyet Başsavcılığına yöneltilen sorularda yedi gruba ayrılan suçlamalar ise şunlardır: “Mütareke koşullarına riayet etmeyenler, Mütarekenin uygulanmasını önleyenler, İngiliz subaylarına hakaret edenler, savaş esirlerine kötü muamelede bulunanlar, Ermenilere ve diğer ırklara zulüm edenler, yağma, imha vb. suçlara karışanlar, diğer savaş kanun ve kurallarına aykırı hareket edenler.”[6] Kamuran Gürün yedi başlık altında suçlanan ve 1920 yılı sonunda sayıları 118 kişi olan tutukluların, 55’inin tehcir suçlusu olarak bulunduğunu İngiliz kaynaklarına dayanarak vermiştir[7]. Daha öncede ifade ettiğimiz gibi Bilal N. Şimşir, Kasım, 1920 ayında sürgün edilenler ile beraber Malta’da tutuklu bulunanların sayısının 144 kişi olduğunu yazmıştır.
Kraliyet başsavcılığı İngiliz Dışişleri Bakanlığına verdiği 7 Ağustos 1919 tarihli cevapta,“ Mütareke şartlarına uymayıp aykırı hareket edenlerin İngiliz Hükûmetinin onayıyla askeri mahkemelerde yargılanabileceklerini, konunun iç hukuk olmadığını, savaş töre ve kuralları kapsamında değerlendirildiğini, Türk Hükûmetinin uygun görüşü alındığında bir engel kalmayacağını, işgal olunan yerlerde Türk Hükûmetinin oluru alınmadan, mütarekeye aykırı hareket edenlerin, mütareke hükümlerinin uygulanmasına engel olanların ve İngiliz subaylarına hakaret edenlerin yargılanıp cezalandırılabileceklerini, bunlar dışında kalan suçların barış anlaşmasına bırakılmasının uygun olacağını bildirmiştir”[8]
Kraliyet Başsavcılığı Ermeni Kırımı ile ilgili suçlamaların yargılamaya tabii tutulması için barış antlaşmasına hüküm konulmasını tavsiye etmiştir[9]. Kraliyet Başsavcılığının görüşü ile tehcir sırasında işlendiği iddia olunan suçlarla ilgili Malta’da tutuklu bulunan Türklerin yargılanması maksadıyla, Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında yapılacak antlaşmada hukuki zemin oluşturulmak istenmiştir. Başsavcılığın barış antlaşmasına hüküm konulması için telkinde bulunduğu diğer hususlar ise şunlardır: “Türkiye’de suç işleyenlerin müttefik askeri mahkemelerde yargılanmak üzere müttefiklere teslim edilmesi ve Osmanlı Devleti mahkemelerinde yargılanan tutukluların müttefik mahkemelerinde yeniden yargılanmaları.” [10] İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, İngiltere Hükûmeti’ne Malta sürgünleri ile ilgili mütalaasını bildirirken tutukluları üç sınıfa ayırmıştır. Başsavcılık, siyasi suçlular ile sürgün, yağma ve kırım suçlularını yargılama yetkisinin olmadığını, yalnızca yetkisi dahilindeki, İngiliz tutsaklara kötü davranan 8 kişi hakkında yasal işlem yapabileceğini bildirmiştir[11]. Kraliyet Başsavcılığının tutukluları üç sınıfa ayırması İstanbul’da bulunan İngiliz Yüksek Komiserliği’nin 12 Şubat 1920 tarihinde Londra’ya gönderdiği raporla benzerlik göstermektedir. Amiral Robeck’in ekinde çuvallar dolusu arşiv belgesi ile gönderdiği raporda yer alan suçlamalar ve suçlananların sayısı şöyledir; “Mondros Mütarekesi şartlarına riayet etmemekten 9 kişi, İngiliz savaş esirlerine kötü muamelede bulunmaktan 18 kişi, Ermenilere karşı kırım suçunu işlemek ve diğer Hristiyanlara zorbalık yapmaktan 130 kişi.” [12] Yüksek Komiserlik, 16 Mayıs’ta suçlu listesine Ermeni kırımı yaptıkları iddiasıyla 17 Osmanlı devlet görevlisinin ismini daha eklemiştir[13].
Sevr Antlaşması ve Yargılama Yolunun Açılması
İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti ile kendi istedikleri koşullarda bir barış antlaşması yapmak için Yunan işgalini ve Ermenileri kullanmak arzusundaydılar. İngiliz politikalarına dayalı hareket eden Yunan ordusu Batı Anadolu’da işgallerine devam ederken, Ermenilerin Doğu Anadolu ve Çukurova bölgesi başta olmak üzere birçok şehirde Müslümanlara karşı mezalimi had safhaya ulaşmıştır[14]. Erivan yönetiminin eski Cumhurbaşkanı Hatisyan, Doğu Anadolu’daki illerin işgali için gerekli askeri malzeme ihtiyacını karşılamak maksadıyla, Avrupa başkentlerini ziyaret ederek 20 milyon dolarlık bir kredi temin etmek istemiştir. Hatisyan, 19 Temmuz 1920 tarihinde Londra’da İngiliz Doğu Masası yetkililerinden Francis Osborne ile yaptığı görüşmede, Türk şehirlerini acele işgal için Ermenistan’a gerekli salahiyetin verilmesini talep ederek, Yunanlıların Anadolu’daki askeri hareketinin hızlanması ve Trabzon’da bulunan İngiliz Donanmasına yardımcı olmaları halinde Türklerin karşı koymalarına fırsat vermeden büyük bir zafer elde edilebileceğini söylemiştir. Lord Curzon, İngilizlerin Osmanlı yetkilileri ile barış antlaşması görüşmelerini yaptığı bir zamanda gelen Hatisyan’ın isteği ile ilgili atılacak adımın, İngilizlerin isteklerini kabul ettirebilecekleri antlaşmayı bozabileceğini düşünüyordu. Lord Curzon bu düşüncesini saklı tutmuş ve Hatisyan-Osborne görüşmesindeki talebe dair yorumunda, Türklerin, Ermenilere misilleme yapacağı ihtimaline dair korkusunu ifade ederek teklife olumsuz yaklaşmıştır. Ayrıca ABD Cumhurbaşkanı Wilson’un Ermenistan hudutları ile ilgili bir karara varmadığı dönemde, doğu illerinde Ermenilerin işgale yeltenmesinin zamansız bir hareket olacağı değerlendirilmiştir[15].
Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı Hükûmeti’ni Sevr Antlaşması’na doğru götüren siyasi manevraları sürdüren İngilizler, kendi arzuladıkları koşulların sağlanarak antlaşmanın imzalanacağından ve istedikleri şartları kabul ettirileceklerinden emin bir tutum içindeydiler. Öyle ki, antlaşmanın imzalanması sonrasına yargılanacakları belirleyen yeni kara listeleri bile hazırlamışlardı. 12 Şubat 1920 tarihli İngiliz Yüksek Komiserliği’nin üç kara listesinde bulunan toplam 157 kişi Sevr Antlaşması imzalandıktan sonra Osmanlı Hükûmeti’nden teslim alınıp yargılanacaklardır[16].
11 Eylül 1919 tarihinden 17 Kasım 1920 tarihine kadar İstanbul’da İngiltere Yüksek Komiseri olarak görev yapan Amiral John De Robeck, Sultan Vahideddin ile yaptığı iki görüşme ile dikkat çekmiş, Padişahın İngilizlere karşı yaklaşımın ortaya koyan izlenimlerini İngiltere Hükûmetine bildirmiştir. Robeck, Sevr Antlaşması’nın imzalanması ve sonrasında yapılan sürgünlerin mimarlarından birisi olarak da göze çarpmıştır[17]. De Robeck, Osmanlı Devleti ile müttefikler arasında yapılacak antlaşma görüşmeleri devam ederken, yakın zamanda imzalanacak antlaşmada, tutuklu Türklerin Osmanlı Devleti tarafından İngiltere’ye teslim edilmelerine ve Malta’ya gönderilen ve gönderilecek tutukluların müttefik mahkemelerinde yargılanmalarına yetki verecek maddelerin bulunacağından emin bir şekilde, Lord Curzon’a, tutuklanacak 157 kişilik listeyi, yukarıda belirttiğim üç gruba ayırdığı suç çizelgelerini ve delil olabileceğini düşündüğü arşiv belgelerini göndermiştir[18].
10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr Antlaşması’nın 7. Bölüm, 226-230. Maddeleri; Birinci Dünya Savaşı sırasında, savaş suçu işlediği iddia edilen Türkler ile 1915-1916 yıllarında Osmanlı topraklarında gerçekleştirilen tehcir sırasında Ermeni kırımı suçunu işlediği iddiası ile tutuklu olan ve tutuklanacak Türklerin müttefiklere teslim edilmesinin ve bu kişilerin İtilaf Devletleri’nin mahkemelerinde yargılanmasının yolunu açmıştır. Sevr Antlaşması’na konulan maddelerle, Osmanlı Hükûmeti, İngilizlerce hazırlanan listelerde peşinen suçlu ilan edilen Türkleri teslim etmeyi ve Osmanlı vatandaşlarının İtilaf Devletleri mahkemelerinde yargılanmalarını kabul ediyordu[19]. Kraliyet Başsavcılığı’nın, Ermeni kırımı iddialarına ilişkin yargılama yapılabilmesi maksadıyla İngiltere Hükûmeti’ne yaptığı tavsiye, Sevr Antlaşması’na konulan maddelerle yerine getirilerek, Başsavcılığın yargılama için istediği yetki sağlanmıştır. İngiltere Hükûmeti, yargılama ve tutukluların teslimi gibi istediği maddeleri İstanbul Hükûmeti’ne kabul ettirerek, arzuladığı antlaşmayı imzalatmanın rahatlığı ve zafer edasıyla, Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’ndan, Sevr Antlaşması’nın 230. maddesi uyarınca kırımdan suçlu olan Türklerin yargılanmaları ile ilgili olarak bilgi istemiş ve yargılamaların yapılacağı mahkemenin nasıl ve nerede kurulacağını sormuştur[20].
BEŞİNCİ BÖLÜMLE DEVAM EDECEK.
Kaynakça
[1] Uluç Gürkan, Malta Yargılaması, Kaynak yayınları İstanbul, 2014, s.67-68; Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2020, s. 246-247.
[2 Gürkan, a.g.e., s.67.
[3] Gürkan, a.g.e., s.68.
[4] Gürkan, a.g.e., s.68.
[5] Gürkan, a.g.e., s.67.
[6] Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Rüstem Yayınevi, İstanbul, 2001.s.316.
[7] Gürün, a.g.e., s.316.
[8] Gürkan, a.g.e., s.69.
[9] Gürün, a.g.e., s. 316; Gürkan, a.g.e., s.67,69.
[10] Gürkan, a.g.e., s.69.
[11] Şimşir, a.g.e., s.272.
[12] Gürkan, a.g.e., s.72.
[13] Gürkan, a.g.e., s.72.
[14] Salahi Sonyel, Mustafa Kemal (Atatürk) ve Kurtuluş Savaşı, c.2, Ankara,2008, s.928.
[15] Sonyel, a.g.e., s.929-930.
[16] Şimşir, a.g.e., s.261.
[17] Mehmet Okur, “İngiliz Belgelerine Göre Sultan Vahdettin- İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck Görüşmesi” Atatürk Dergisi, c.:3/ S.3, (2003), ss.143-143 (139-149).
[18] F.O.371/5089/E.1346-De Robeck’ten Curzon’a yazı, 12.2.1920, No.217.
[19] Şimşir, a.g.e., s.266.
[20] Şimşir, a.g.e., I. 267.