Betül Gökçe AKGÖL'ün 13 Ağustos 2024 tarihli yazısı: Tezer Özlü: Hayatın Karanlıklarında Bir Yolculuk

Yaklaşık bir yıl önce, Tezer Özlü’nün Ferit Edgü’ye yazdığı mektupları keşfettim. Bu mektuplar, bana sadece Özlü’nün derin içsel dünyasına değil, aynı zamanda kendi hallerime de ayna tuttu. Özlü’nün Ferit Edgü ile olan yakın arkadaşlığı, mektuplarındaki her cümlede, her satırda kendini gösteriyordu. Özlü’nün yazdığı bu mektuplarda, kendimi bazen bir yansıma gibi buldum; onun acısını, derinliklerini ve hüzünlerini kendi iç dünyamda yaşadım.

Özlü, toplumdan hep ayrı kalmış, “deli” olarak nitelendirilmiş bir kadındı. Satırlarda hüzünlü, narin ve derin bir insan olarak belirdi. O kadar samimiydi ki, yazdığı her cümlede hayatın karanlık köşelerinde kaybolmuş gibi hissediyordum. Ferit Edgü’nün önsözünde belirttiği gibi, bu mektuplarda bastırılmış başkaldırılar, özgürlük tutkuları ve yalansız bir dünya özlemlerini bulmuştu genç okurlar. Özlü’nün yazdığı “Çocukluğun Soğuk Geceleri” ve “Yaşamın Ucuna Yolculuk” kitapları, onun içsel mücadelesinin ve yaşamın sınırlarını zorlamasının öyküsüydü. Özlü, toplumun beklentilerinden ve yargılarından tamamen bağımsız bir şekilde, çırılçıplak bir dürüstlükle yazmıştı.

Tezer Özlü’nün yazdığı her şey, bir arayışın, bir yer arayışının ve varoluşsal bir sorgulamanın izlerini taşıyor. Onun için yazmak, estetik bir mesele değil, bir etik sorun, bir varoluşsal yükümlülük gibiydi. Özlü’nün mektuplarındaki cesaret, onun kendi varoluşunu ve düşünce dünyasını toplumsal normların dışında yaşama kararlılığını yansıtıyordu. Bu cümlelerin ardında yatan özgürlük ve başkaldırı, okuyucunun kendi içsel savaşını anlamasına ve bir tür empati geliştirmesine olanak tanıyordu.

“Yaşamın Ucuna Yolculuk” kitabında, Özlü’nün toplumsal normlarla olan uyumsuzluğu açıkça dile getiriliyor. Kendini toplumun içindeki rollerle sınırlı hissetmeyen Özlü, sadece fiziksel değil, ruhsal bir şekilde de toplumdan uzaklaşmayı seçmişti. O, içsel bir savaşın ve varoluşsal bir krizin tam ortasında yaşamış hem acıyı hem de gücü en derinlerinde hissetmiştir. Eserlerinde, toplumun ona sunduğu sınırları zorlamış ve kendi iç dünyasında özgürlüğün peşinden koşmuştur.

Özlü’nün yazdığı bu kitaplar, onu anlamak için bir anahtar gibiydi; ona ne kadar yakınlaşırsak, onun derin ve gri dünyasını o kadar iyi kavrayabiliyorduk. Özlü’nün yaşamı, sürekli bir intihar düşüncesi ve ruhsal hastalıklarla mücadele içinde geçmişti. Bu süreçte, ölümle yaşam arasındaki ince çizgide yürümüş, kendi varoluşsal kriziyle yüzleşmiştir. Onun yaşadığı acılar, yalnızlık ve toplumsal dışlanmışlık, kitabın her satırında kendini gösteriyor.

Özlü’nün yaşamı, sıra dışı bir acı ve derinlik barındırıyordu. Kafka, Pavese ve Walser gibi yazarların etkisi altında kalmış ve bu yazarların acı dolu yaşamlarını kendi iç dünyasında hissetmişti. Özlü’nün Pavese’nin intihar ettiği otelde kalması ve o anı yaşarcasına yazması, onun bu derin empatisinin ve varoluşsal sorgulamalarının bir yansımasıydı. Bu kitaplar, Özlü’nün hem entelektüel hem de duygusal mücadelesini gözler önüne seriyor.

Sonuç olarak, Tezer Özlü’nün hayatı ve eserleri, derin bir acı ve kederle harmanlanmış, fakat bu acılar içinde özgürlük ve gerçeği arayan bir arayışın öyküsüdür. Onun hayatı kısa olsa da derinliği ve yazdığı eserlerle yaşattığı etki kalıcıdır. Özlü’nün mektupları, kitapları ve yaşamı, onun derin ruhunu ve varoluşsal mücadelesini anlamak isteyen herkes için bir rehber niteliğindedir. Bu nedenle, onun gri tonlarındaki yaşamı, içsel keşiflerim için bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor.