Sedat SADİOĞLU'nun 9 Eylül 2024 tarihli yazısı: Ulvi Dersler-1
Gören Göz – 83/1: En Büyük Ders
“Hem bir inancın gerekli olduğuna inan, hem de bu inancın gereğini yapma!”
Mutlak Allah inancı olan bir Müslümanın, yukarıdaki sorgusundan sonra, kendisine vereceği (samimi) cevap eğer, “evet, tam yapamıyorum” ise, vay o Müslümanın haline!
İnancının gereğini yapması gereken bir Müslümanın, eğer bizzat uygulaması (icraatı) yoksa her şeyinin doğruya yakın olması (onu ahirette) kurtarmaz. Hatta fikrinin ve niyetinin iyi olması da bu durumu değiştirmez. Müslümanı kurtaran asıl kabul, “ölümün her an kendisini hazırlıksız yakalayacağı” gerçeğidir. Bu gerçeği (uyku hariç) gün içerisinde hiçbir zaman akıldan çıkartmamalıdır. Bu gerçekle yaşayan kişi Kur’an üzere yaşar, Kur’an’ın hem kişisel, hem de toplumsal emirlerini yerine getirmeye çalışır. Kur’an üzere yaşayan Müslümanda önce Allah’ın gazabı, sonra da Ahiretteki cehennem korkusu aklının bir köşesinde olmalıdır. Bu korku (esasen) bir anlık yada bir saatlik değil, bir ömür boyudur. Kur’an üzere olan bir Müslüman artık iman üzeredir ve fayda-sevap peşindedir. Üstelik namazla şereflenmiştir. Bu, günde 60 dakika namazla meşgul olmak, 24 saat (boy) abdestli olmak ve şeytanın tuzaklarından uzak kalmak (kurtulmak) demektir. Bunun farkında olan Müslümanda bir iç-huzur vardır. Çünkü hedefinde, Allah rızası ümidi ve (ahiretteki sonsuz) cennet nimetleri ve mükâfatları vardır. Aşağıda, tüm bunları özetleyen ve çok az bilindiğini tahmin ettiğim bir hadis vardır;
“Size, biri konuşan ve biri de sükût eden olmak üzere iki vaiz bıraktım!”
Bu hadisteki konuşan vaiz, ‘Kur’an’dır. Sükût eden vaiz ise, ‘ölüm’dür. Bunlar, biz Müslümanlara ders almamız için gerekli ve en büyük öğütlerdir. Aşağıda, konuyla ilişkili bir ayet seçilmiş ve sunulmuştur;
“Nerede olursanız olun, ölüm gelip sizi bulacaktır, göğe yükselen sağlam kulelerde olsanız bile. Onlar, güzel şeylere kavuştuklarında bazıları bu Allah’tandır derler, ama başlarına bir kötülük gelince, bu senin yüzündendir derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır.” O halde bu insanlara ne oluyor da, kendilerine bildirilen (dünyanın geçici ve nimetlerinin de aldatıcı bir sınav olduğuna dair) hakikati kavramaya yanaşmıyorlar? (Nisa Suresi, 78.Ayet)
“Ey yüce Allah’ım, gayba vakıf ilim, mahlûkata hâkim kudretin hürmetine, yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece hayatımı berdevam eyle. Vefatımı da, benim için en hayırlı bir zamanda icra eyle. Rabbim Sen’den; gizli ve aşikâr hallerde (yine) Sen’den sakınmayı, hoşnut ve öfkeli olduğum durularda adaletli söz söylemeyi, zenginlikte tutumlu ve fakirlikte ise sabırlı olmayı, cemalini temaşa lezzetini ve Sana kavuşmak şevkini diliyorum. Ey yüce Allah’ım, bizi iman şerefi ile süsle, bizi hidayete ermişlerin yolunda eyle. Şüphesiz Sen’in her şeye gücün yeter…Amin!”
Gören Göz – 83/2: Faydanın Cennet ile İlişkisi
Yüce Allah(c.c.), hiçbir şeyi ne plansız, ne eksiksiz, ne de gereksiz (faydasız) yaratmıştır. Yüce Allah’ın, hem evreni (kâinatı), hem yaşam (sınav) olan dünyamızı ve içinde yaşama şansına nail olan insanı, eksiksiz ve tam bir düzen içerisinde yarattığına dair en güzel açıklamalar, Kerim kitabımızda yer almaktadır. Üstelik kutsal kitabımızdaki ayetler ve sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) hadisleri ile yetinmeyen âlimler, evrenin ve insanın yaradılış amacını (gerekçesini) ve felsefesini, ciltler dolusu kitaplarla da açıklamışlardır ve halen de (birçok dilde) açıklamaktadırlar. Bizim burada üstünde duracağımız ve üçüncü yaradılış amacı olan “fayda” üzerine olacaktır.
Fayda Nedir? Sözlük anlamı olarak fayda; kısaca ‘yarar’ olarak açıklanmaktadır. Toplum bilimlerinde fayda; ‘değer ortaya koymak’ olarak kullanılmaktadır. Doğa biliminde fayda; ‘işi kolaylaştıran kurallar ve sonuçlardır. İş hayatında fayda; ‘getirisi olan bütün sonuçlardır. Hukukta fayda; ‘iyi’ ya da ‘iyilik’ olarak kabul edilmektedir. Din kültüründe fayda; ‘Allah için yapılan, Allah katında makbul olan ve karşılık beklemeden yapılan bütün hayırlı işlerdir.
İyi Nedir? Sözlük anlamı olarak iyi, ‘uğurlu, hayırlı, iyilik getiren’ demektir. Esasen, faydaya karşılıkmış gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Ancak, toplumdaki anlamıyla kullanılan her iyi ya da her iyilik, bizi uğurlu, hayırlı veya iyilik getiren bir sonuca ulaştırmayabilir. Ancak! Toplumda kullanılan her fayda, bizi mutlaka hayırlı sonuca ulaştıracaktır. Zaten doğru olan da budur.
Yukarıdaki açıklamalara göre, fayda ve iyilikle ilgili aşağıdaki çıkarımları (yaklaşık 7 çıkarım) yapabiliriz. Bunlar;
1.Çıkarım; “Fayda, mutlaka iyi bir işle sonuçlanmalıdır.”
2.Çıkarım; “Fayda, insan odaklı olursa bir anlam kazanmaktadır.”
3.Çıkarım; “Faydanın, yaygın ve toplumsal olanı makbuldür.”
4.Çıkarım; “İyiliklerin toplamının sonucu, faydayı vermektedir.”
5.Çıkarım; “Karşılık beklemeden yapılan iyiliklerin (toplamının) sonucu faydadır ve makbuldür.”
6.Çıkarım; “Özveride bulunularak yapılan iyiliklerin (toplamının) sonucu faydadır ve makbuldür.”
7.Çıkarım; “Allah katında makbul olan ve cennet ile müjdelenen insan, faydalı insandır.”
Yüce Allah(c.c.) Kur’an’ı Kerim’de, faydalı insanı, faydalı işleri, faydanın nelerde olduğunu ve fayda veren ibadetleri (ve işleri) açıklamıştır. Yine Kerim Kitabımızda, karşılık beklemeden, bazı toplumsal faaliyetlerin sonucunda, (her işte) insan odaklılık, insanlara iyilik ve insanlara yardımı beklemektedir. Bu son cümleden olarak, daha başka sonuçlara da ulaşabiliriz.
Sonuç ; “İyiliği sayarak değil saçarak yapmalı!” Bu yorum, iyiliğin sayılarak değil, mümkünse sayılmadan ve çokça yapılması için söylenmiştir. Hatta yapılan iyiliğin hatırlanmaması efdâldır. Doğru olan da budur. Burada ‘iyiliğin saçılması’ demek, toplumsallığı akla getirmektedir. Daha çok kişiye veya toplumsal kurumlara (dernek, vakıf, vb) zekât yada bağışların yapılması, çok kazanıp daha çok insanın istihdamı ve çalıştırılması, bilgi ve tecrübenin herkesle paylaşılması, akrabaların ve özellikle de komşuların her türlü yardımına koşulması gibi önemli ibadetler akla gelmektedir. Ancak, namaz, oruç, zikir ve sadaka türü ibadetlerimizin odağında ise, (doğrudan ve sadece) kendi iyiliğimiz vardır.
Zaten, yaşarken gösterdiğimiz çabalar ve ulaşmak istediğimiz yegâne yer, içerisinde sonsuza dek kalacağımız “cennetler” değil midir?
“Kim ki, Allah’ın huzuruna iyilik yaparak çıkarsa, daha iyisini, (mükâfatların) daha üstününü bulacaktır. Ve her kim ki, kötülük yaparak çıkarsa bilsin ki, kötülük yapanlar, yalnızca yaptıklarının (bire-bir) karşılığını göreceklerdir.” (Kasas Suresi, 84.Ayet)
“Yüce Allah(c.c.) Müslümanları, bu bilinçte olan kullarından eylesin…Amin!”
Gören Göz – 83/3: Duanın Anlamı Nedir?
Dua eden kişi; iyi bildiği bir tohumu, bilmediği bir toprağa ekmiş gibi olur. Ondan sonra yapması gereken tek şey ise beklemektir. Zamana ve şartlara bağlı olarak ve toprağın cinsine göre tohum; ya yeşerecek ve olgunlaşıp ürün verecek, ya gelişemeyecek ve yeterince ürün veremeyecek yada hiç çıkmayıp çürüyüp gidecektir. Dua da böyledir. Dua, ya bu dünyada karşılık bulacak, ya karşılığı tamamen öbür dünyaya kalacak yada hem bu dünyada, hem de öbür dünyada karşılık bulabilecektir. İlâhi takdir de aynı bu şekilde tecelli eder.
Duanın dini anlamı: Duanın en net anlamı, ‘Allah’a yakarış’tır. Dua, ‘Allah’tan istemek’, yeri gelince ‘Allah’tan af dilemek’ ve daha çok ise ‘Allah’a şükür’dür.
Duanın tasavvufi anlamı: Dua, Allah’tan ‘hayırlı ömür’ istemektir. İçten ve salih niyet ile yapılan bir dua, kaderi bile değiştirebilir. Hayırlı ömür yada daha uzun ömür için, yakın akrabaya yardım eli uzatmanın da çok etkili olduğunu biliyoruz. Sadaka vermenin kazayı, geçici sürelerde ve sürekli başımızdan savdığını da biliyoruz. Peki burada bahsedilen ömür uzaması ile dua arasındaki ilişki nedir? İlişki tamamen faydadır (yarardır). Ancak, Allah’tan dua ile ilim isteyen (âlimler) ve üretip fayda sağlamak isteyen tüm girişimcilerin mükâfatı (da), uzun ömürdür.
Sonuç: Duanın hiçbir yeri, zamanı ve şekli yoktur. Güzel olanı, huşu ile yapılanı, içten yapılanı ve gerekçeli yapılanıdır. En makbul dua, farz namazlarından sonra ve hâlis niyetle yapılan duadır. En güzel dua şeklinin de bu olduğu kabul edilir.
Şunu da kabul etmek gerekir ki, günlük yaşam ve koşuşturma sırasında veya uykulu saatlerde yapılan duanın, semaya yükselme gücü azdır. Çünkü dua, içten (samimi) ve huşu ile yapılmalıdır. Dua, başlı başına bir ibadettir. Duamızın gücünü artırıp, etkili olmasını ve dolayısı ile ilâhi makama ulaşmasını sağlamak için, aşağıdaki (isabetli) hadislere bir bakalım;
“Her dua semaya yükselmekte güçsüzdür. Bana salât edince (yada mümin beni vesile kılarsa) (ancak o zaman dua) gücüne kavuşur, (ve bu şekilde ilâhi makama) yükselir!”
Bir başka hadis; Birisi; “Ya Allah’ın Resulü, hangi dua kabul olmaya daha yakındır?” diye sorar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Gecenin son üçte birinde yapılan dua ile farz namazlardan sonra yapılan (içten) dua!” diye buyururlar. (Kaynak: Tirmizi, k.s.)
Bir şiir; DUA
Binlerce ok ve kılıç yapamaz asla
Görünmez en güçlü silahtır o
Düşmanı kaçırır, süngüleri çok defa
En içten yakarışla hedefi bulandır o
Islansın seccadem gözyaşımla
Seher vakti akan gözyaşımdır o
Ellerimi açtım, yalvardım Mevlâya
Müslümanın şükrüdür işte o ……… Vedat Sadioğlu
Bir Peygamber duası; “Yüce Allah’ım, bana Seni zikredip anma, Sana şükredip, Sana güzelce kulluk ve ibadet etme konusunda yardım et! Şüphesiz Senin her şeye gücün yeter…Amin!”
(NOT: Seksenüçüncü bölümün sonu…)