Betül Gökçe AKGÖL'ün 20 Eylül 2024 tarihli yazısı: Yağmurun Şefkatiyle Düşüncelerin Arasında Bir Yolculuk
Yağmurun yumuşak dokunuşu, sessizliğin içindeki derin bir huzuru beraberinde getirir. İlk damlaların yere düşerken çıkardığı hafif ses, adeta bir şarkı gibi ruhu okşar. Her damla, düşüncelerimizin üstünde gezinen bir mürekkep lekesi gibi yayılır; kırılgan anlarımızın, umutlarımızın ve geçmişin izlerini silerken aynı zamanda derinlikli bir içsel yolculuğa çıkmamıza vesile olur.
Sokaklarda dolanan, hızla akan suların arasından yürürken, yağmurun bu şefkatli varlığı etrafımızı sarar. Gözlerimiz bulutların gri örtüsünde kaybolurken, bu griye bürünmüş dünya bir anda rengarenk düşüncelerle dolup taşar. Yağmurun soğukluğu, bedenimizi titretirken, kalbimizi sarıp sarmalayan bir sıcaklık getirir. Sanki her bir damla, eski anıların, pişmanlıkların ve özlemlerin üstüne düşerken, onları hafifletir, rahatlatır.
İçsel bir sessizlik içinde, her adımda bir yandan yavaş yavaş birikmiş duygularla yüzleşiriz. Yağmurun sürekli değişen ritmi, zihnimize bir uyum getirir; tıpkı bir müzik parçasının notalarının ruhumuzu dinlendirdiği gibi. Kafamızda dönen düşünceler, suyun akışıyla birlikte yavaşça şekil alır, berraklaşır. Yağmur altında yürümek, adeta bir meditasyon gibidir; dış dünyadan kopup, kendimizle baş başa kaldığımız anların bir yansımasıdır.
Yağmurun yumuşak çağlayışında, içsel bir yolculuğa çıkar, kendi duygusal labirentlerimizi keşfederiz. Her damla, eski yaralarımızın üzerini örtüp, yeni umutların tohumlarını eker. Belki de yağmur, aslında bir yeniden doğuşun habercisidir; tıpkı toprağın canlanması gibi, ruhumuzun da canlanmasını sağlar.
Yağmur altında yürümek, hem geçmişin ağırlığından kurtulma hem de geleceğe dair umutları yeşertme fırsatıdır. Bu sessiz, yumuşak anlar, aslında içsel bir konuşmanın en derin biçimidir. Belki de yağmurun altında yürüdüğümüzde, kendi ruhumuzun derinliklerine inmeyi, özümüzle yeniden bağlantı kurmayı öğreniriz.